SEÇTİKLERİMİZ- Yavuz Baydar’ın Artı Gerçek’teki yazısı: Beyaz Saray görüşmesinin bir numaralı gündem maddesi, açık ara ile Reza Zarrab davasıdır. Cumhurbaşkanı’nın üç seneden uzun süredir ruhunu, aklını kemiren ana mesele tam da budur.
YAVUZ BAYDAR
Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç gün sonra Beyaz Saray'da 'taçlanması' beklenen görüşmeler turuna çıkarken şöyle konuşmuştu:
''Öncü ekibi ABD'ye göndermiştik. Bazı ön görüşmeleri yaptılar. Heyetimiz döndü. Şimdi de biz en üst düzeyde sayın Trump ile bu görüşmeleri yapalım istiyoruz. Burada neleri görüşeceğiz? Demiştim ki, şu ana kadar yazılı, görsel medyada yer alan bütün ifadeleri, yaklaşımları çok da önemsemiyorum. Niye derseniz, çünkü ABD hala geçiş sürecini yaşıyoruz. Bu geçiş sürecini yaşaması sebebiyle de bizim çok daha dikkatli, çok daha hassas olmamız gerekir. Trump'la görüşmemiz virgül değil, nokta mesafesinde olacak. Bizim bütün temennimiz şu anda ABD'den, daha önceden gelen, bazı işlemler var. İşte bunlar YPG'ye verilen silah destekleri. Bunlar ağır silahlar. Bunu kendileri de kabul ediyor. Bu, bizim ABD ile olan stratejik ilişkilerimize, stratejik mutabakatımıza ters düşen gelişmeler. Biz bunların olmasını asla arzu etmeyiz. Hep söyledim, yine söylüyorum bir terör örgütü hedefe konarak onu bir başka terör örgütüyle yok etme politikası, bana göre ideal bir siyaset anlayışı değildir…''
Dikkatleri çekmemiş olması mümkün değil, ne kadar da munis, ne kadar da kibar, ne kadar da 'monşer' bir ifade tarzı, değil mi?
Türkiye'nin dağa taşa ilan edilen en bir 'kırmızı çizgisi'nin üzerine Trump kocaman bir çarpı koyarak YPG'nin silahlandırılacağını ilan ettikten sonra, ortada ne bir 'Eyy!' var, ne de 'siz madem öyle biz de böyle!' tarzı bir haykırış.
Kırmızı çizgi gitti mi çöpe?
Gitti.
AKP altında Türkiye, tarihinin en değersiz yalnızlığına sürüklendi mi?
Sürüklendi.
Rusya da olmuyor, olamıyor mu?
Heyhat, öyle.
Bakın o konuşmanın devamında, 'sayın' Putin'e atfen şunları söylüyordu Erdoğan aynı acıklı tonlamayla:
''Aynı şeyi sayın Putin'e de söyledim. Bunu Rusya'ya da yakıştıramıyoruz. Terör örgütlerinin yanında olmalarını yakıştıramıyorum. Dolayısıyla bu ziyaretimizde ben bunları büyük ölçüde inşallah kaydolacağına inanıyorum. Şu ana kadar gelen bilgileri adeta dedikodu mesafesinde görmek istiyorum.''
İngilizce veya Rusça'da ''sür eşeğini Niğde'ye'' deyişinin tam karşılığı yok.
Ama ABD ve Rusya'da bazılarının aklından geçmiş olabilir.
Ortadoğu'da 'değersiz yalnızlık'…
AB ile 'yıktın perdeyi eyledin viran…'
Ve Cumhurbaşkanı şimdi ABD yolunda.
Beyaz Saray'da ne konuşulacak?
Bu soruya dair medyamızda yapılan analizlere bakınca gülümsemeden edemiyorum.
Bunları okuyanlar sanıyorlar ki, Beyaz Saray'da Rakka operasyonu ve 'Kuzey Suriye' konusunda sıkı pazarlık yapılacak ve masada herşey bundan ibaret.
Yok öyleymiş de yok böyleymiş de…
ABD'nin YPG'yi silahlandırma konusu kapanmıştır. Bu karar üzerinde değil sadece kararın uygulanmasında bazı teferruatlar üzerinde tartışma yapılacak, uzlaşma aranacaktır.
Erdoğan Hükümeti'ne açık kalan tek kapı budur.
Bir köşe yazarı da ''Avrupa’yla ilişkisi kopma noktasına gelen bir Ankara’nın, ABD çıpasına özellikle ihtiyacı var. Ankara’nın, ABD Başkanı Donald Trump’ın YPG’yi silahlandırma kararına nispeten sessiz kalması, “Eyyy Trump” diye gürlememesi işte bu yüzden''
diye yazmış.
Hayret doğrusu.
Böyle bir denklem, ilintilendirme veya akıl yürütme yok ki Erdoğan ve çevresinde.
Evet, ABD ile bağların kopmaması kaygısı var, ama bu AB çıpasının 'kaybolması' ile ilgili değil: Çünkü AB çıpası derken eğer Türkiye ticaretinin yüzde 45'lik boyutunu kastediyorsak, o çıpa olduğu devam ediyor ve edecek.
Erdoğan'ı kaygılandırsa, AB ile ticaret boyutunun çökmesi kaygılandırırdı.
Ha, eğer AB çıpası siyasi ve hukuksal açıdan kopuyorsa, o da Erdoğan ve çevresinin asla ve asla umurunda değil.
Çünkü kafalarında zaten AB ile bir nevi 'gevşek, imtiyazlı ortaklık' modeli var.
Peki hangi nedenle 'ABD çıpasına' ihtiyacı var Erdoğan'ın?
Yazının başındaki munis üslubuna bir daha göz gezdirin.
Orada, yani Beyaz Saray gündeminde Türkiye'nin değil, Erdoğan'ın ve yakın çevresinin şahsi çıkarlarının siluetini göreceksiniz.
Kimse yanılgıya kapılmasın.
Beyaz Saray görüşmesinin bir numaralı gündem maddesi, açık ara ile Reza Zarrab davasıdır.
Cumhurbaşkanı'nın üç seneden uzun süredir ruhunu, aklını kemiren ana mesele tam da budur.
Gerisi teferruattır.
Aynen Ergun Babahan'ın burada yazdığı gibi:
''Varsa yoksa Rıza Zarrab… Washington’daki görüşmenin temel konusunun aslında o olacağı anlaşılıyor. Muhtemelen Türkiye’de FETÖ’den tutuklu papazın serbest bırakılması ve Suriye’de Amerika’nın yoluna taş konulmaması karşılığında Rıza konusunda bir anlaşmaya varılacak. Sonuç ne olacak: Türkiye’nin varlığına tehdit kabul ettiği Suriye Kürdistan’ın varlığının fiilen kabulü olacak. Irak ve Suriye Kürdistan’ındaki fiili durumun hukukileşmesi tahminden daha kısa sürecek.''
İçinizde şüphe kalmasın:
Zarrab davası, ve bu dosyanın Erdoğan hükümeti ile ilgili olan kısmı, New York Federal Mahkemesi'nde 'tık tık tık' diye ses çıkaran bir saatli bombadır.
Erdoğan yargıyı ve medyayı tarumar etmek suretiyle Türkiye'de 17 Aralık dosyasını imha etmeyi başardı.
Ama – 2012-13'teki soruşturmanın başlangıç noktasında FBI olduğu için – dava ABD'ye kayınca kabus başladı.
New York Güney Bölge Federal Mahkemesi ABD'nin 'organize işler' konusunda en köklü tecrübe ve hafızaya sahip mahkemesi. New York'a kök söktüren mafya aileleri burada yargılandı ve uzun mahkumiyetler yedi. En dişli yargı ekibi burada.
Zarrab davasını izlemeye alan CHP'nin ABD Temsilcisi Yurter Özcan diyor ki:
''Geçmişte bu tür Federal suç kapsamındaki davaların yüzde 90’ından fazlasında sanıklar, savcılık makamı ile anlaşma yoluna gitmiş. Yani suçunu itiraf etme karşılığı, ceza indirimi almışlar. Sarraf da büyük ihtimalle bu yolu seçecek.
Akla gelen soru şu: Anlaşma karşılığı Sarraf neyi anlatacak? Hangi bilgileri verecek? Ve bu bilgilerin Türkiye’ye yansıması nasıl olacak? Bizi ilgilendiren en önemli kısım bu…''
Dava sürecini başından beri takip eden New York Barosu avukatı Cahit Akbulut, duruşma sonrasında Amerika’nın Sesi’ne yaptığı değerlendirmede şu noktanın altını çiziyor:
''Hakim Berman, (New York eski Belediye Başkanı) Giuliani ve (Amerika Adalet eski Bakanı) Mukasey’in bu davada olmalarını hala menfaat çatışması olarak görüyor: Burada hükümetler arası bir menfaat çatışması var ve Rıza Sarraf üzerinden iki ülke anlaşma yapmak istiyor görüşünde. Bir ülkenin cumhurbaşkanıyla konuştuysanız masada neler konuşulduğunu bilmek isteriz düşüncesinde. Burada iki ülkenin menfaat çatışması varken Sarraf’ın haklarının korunamayacağı görüşünde. Amerika veya Türkiye arasında siyasi çözüm ararken Sarraf’ın haklarını da ihlal etmeyin diyor açıkçası. Masada konuşulanları da bilmek istiyor. Erdoğan ile masada yapılan konuşmaları ve belgelerin 18 Mayıs’a kadar açıklanmasını istiyor. Hakim siyasetin mahkemeye hiç bulaşmaması görüşünde."
Sonuç olarak?
Sonuç olarak, şu:
- Erdoğan'ın meşruiyeti ve siyasi istikbali Zarrab davasının mevcudiyet ve gidişatına birebir bağlıdır.
- Öyle olduğuna göre, Trump'la görüşmede Türkiye'nin ülke olarak menfaatlerinin yerine masada önceliği Erdoğan'ın menfaatlerinin alması da doğal.
- Erdoğan'ın muhatabı Trump, en az Erdoğan kadar fevri ve asabi olarak tanınıyor. Aralarındaki fark, birinin dünya lideri, diğerinin dünyada yalnızlaşmış ve tek müttefiğe muhtaç hale gelmiş olması. Trump bunun farkında.
- Erdoğan sağı solu kırıp dökmeden, Trump'ın suyuna giderek, 'arkadaşım gel bak, kazan kazan' bir 'büyük takas' önerecektir.
- Trump, Türkiye'de 'FETÖ' üyeliği nedeniyle tutuklu bulunan Amerikalı papaz Andrew Brunson'ın serbest kalmasıyla ilgili söz verdiğine göre, Erdoğan'ın ne diyeceğine kulak kabartacaktır.
- 'DAEŞ'e odaklan, bize taş koyma', ve 'İsrail'e kenetlen' diyecektir.
- Gülen'in iadesi öyle gürültü koparıldığı gibi Erdoğan için önemli de değildir, acil de. Gülen iade edilse ve konuşsa, Türkiye'de ana medya 'sansür köpeği'ne çevrildiği için zaten ne dediği önem taşımayacaktır ve mesele bir müddet sonra tavsayacaktır.
- 2019 eşiğine giden yolda Gülen'in ABD'de kalması ve hukuki pinpon maçının devamı Erdoğan için çok daha kullanışlıdır.
- Kaldı ki, iade meselesi çetrefillidir. Trump'ı fazlasıyla aşar.
- Ama öyle olsa da Erdoğan muhtemel bir 'büyük takas' pazarlığına Gülen'le başlayacak, böyle bir izlenim yarattıktan sonra, konuyu Zarrab'a getirip burada ısrarcı olacaktır. Bu dosyanın içinin boşaltılması karşılığında herşeye razı olduğunu hissettirecektir. Savcı Bharara ve FBI Başkanı Comey'in kovulmaları, emin olunmalı ki Erdoğan ve danışmanlarını heyecanlandırmış, 'bu adam isterse bu davayı çürütür' izlenimi güçlenmiştir.
- Takas tartışması olur mu, nasıl gelişir, bilemeyiz ama bilinmeli ki Türkiye-NATO ilişkilerinden tutun, Suriye'deki Kürt milislerle ilişkilere, hatta Türkiye'de tekrardan, göstermelik, sözde bir 'Kürt Açılımı'na varıncaya kadar her konuya Erdoğan'ın olur verme denklemlerinin şifresi Zarrab'dır.