MUSTAFA DURMUŞ yazdı: “Son dokuz aydır izlenen ekonomi politikaları asıl olarak başta bankalar ve büyük sanayi grupları olmak üzere büyük sermayeye yaramış gibi görünüyor.”
MUSTAFA DURMUŞ
Bankalardan başlayalım.
Her ne kadar 2,9 trilyon liralık aktif büyüklüğüyle ancak bir Amerikalı Apple firması kadar ya da bir Alman bankası olan Deutsche Bank’ın yarısı kadar olabilse de, Türk bankacılık sektörünün bu yılın ilk üç ayındaki kârı adeta patlamış.
Bankacılık Denetleme Kurulu’nun (BDDK) verilerine göre, sektör ilk üç ayda geçen yılın aynı dönemine göre net kârını yüzde 65 oranında artırmış ve toplamda kârlar 13,5 milyar liraya yükselmiş.
Sektörün kredi tutarı 1,8 trilyon lira, menkul değerleri ise 366 milyar lira. Hazırlığı tamamlanmakta olan yeni yasa ile bankalar bu kredilerinin üzerinden sınırsız bir biçimde varlığa dayalı menkul kıymet çıkartıp satabilecekler, yeni ve bol likidite imkânına sahip olabilecekler.
Ne diyebiliriz ki ? Allah bir kez daha “yürü ya kulum” demiş! Finans sermayeye verilen destek sürecek. Çünkü büyüme için finansal balonların şişirilmesi gerekiyor. Ancak bunun da “yerli bir finansal krizin tohumlarını ekmek” anlamına geldiğini daha önceki bir yazımızda anlatmıştık.
Sanayi-ticaret grupları
Bankacılık sektörünün önemli bankalarından Yapı Kredi ve Koç Bank’ın sahibi Koç Grubu’nun bu yılın ilk üç ayındaki kârı 1,1 milyar liraya ve Akbank’ın sahibi Sabancı’nın kârı 669 milyar liraya yükselmiş. Yani sadece bankaların değil, büyük sanayi, hizmetler ve ticaret sermayesinin de kârları iyi durumda.
Ancak bu kârların hepsinin son tahlilde kaynağının üretim, dolayısıyla da işçilerin yaratmış olduğu artık değer sömürüsü olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Yani kâr emek sömürüsünden kaynaklanıyor ve bu kâr sermayenin tüm dalları arasında bölüştürülüyor. Dolayısıyla işçilerin yarattığı toplam artık değer; toplam kâr, rant ve faize dönüşüyor. Bunların her birine denk düşen sermaye dalları ya da sektörleri var. Her birinin payının ne olacağına piyasalardaki ilişkiler, arz-talep, rekabet, sektörlerin göreli güçlerinin farklılığı kadar devletin hangi sermaye gruplarını ya da sektörleri daha fazla kayırdığı gibi konular belirliyor.
Emeğin durumu
Diğer taraftan bu yılın Ocak ayında resmi işsizlik oranı yüzde 13 olarak açıklandı. Yani resmi olarak 4 milyon işsizimiz var. Gençlerde ise bu oran yüzde 25, yani neredeyse iki katı civarında. Ancak bu oranların gerçek işsizliği tam olarak yansıtmadığını, gerçek işsizliğin yüzde 17’lerde olduğunu DİSK raporları ortaya koyuyor. OHAL’den bu yana işsiz bırakılan kamu emekçileri ise intiharlarla ya da açlık grevleri gibi eylemlerle kendilerini hatırlatmaya çalışıyorlar.
Enflasyon ise Nisan ayında yüzde 11,9 olarak açıklandı. Yani gerçekte hayat pahalılığı gerçeğini gizlese de, artık çift haneli bir enflasyonumuz var. Bu kadar bol kredi ve gevşek mali politikalarla enflasyonu dizginleyebilmek çok zor. Diğer yandan enflasyon hem en çok yoksulu vuruyor, hem de kötü olan gelir dağılımını daha da kötüleştiriyor. Yani yoksullaştırma ve mülksüzleştirme enflasyonist politikalar aracılığıyla da gerçekleşiyor.
Açlık, yoksulluk, zenginlik
Türk-İş Nisan ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırını 1.515 lira, yoksulluk sınırını ise 4.945 lira olarak açıkladı. Asgari ücret ise sadece net 1.404 lira ve kayıtlı ve kayıt dışı olmak üzere yaklaşık 8-10 milyon işçi asgari ücretle çalışıyor. Yani işleri olduğu için şanslı sayılan işçi sınıfının yoksulluk oranı yüzde 60’ın üzerinde. İşinizin olması yoksulluktan kurtulmanıza yetmiyor.
Yoksulluk ve zenginlik ise bir madalyonun iki yüzü gibi. Yani hep aynı anda varlar. Birileri başka birilerini yoksullaştırarak zenginleşebiliyor. Nitekim 2016 ortası itibariyle kişi başı medyan (ortanca) servet sadece 4.339 dolar (Avrupa ortalamasının üçte birinden biraz fazla). Yani 54 milyon yetişkinin yarısından fazlasının birikmiş serveti (her türden) 4.000 doların biraz üzerinde.
Bu rakam 2007 yılı sonunda 9.700 doların üzerinde imiş. Yani AKP iktidarlarının ikinci döneminden itibaren servet giderek belli ellerde toplanırken, çoğunluğun payı azalmaya başlamış.
Buna karşılık Dünyanın en büyük 250 inşaat firmasından 42’sinin Türkiyeli olması ve 1 milyar doların üzerinde serveti olan 30’u aşkın zenginimizin bulunması ne demek istediğimizi daha iyi anlatıyor olmalı.
Kuşkusuz böyle bir eşitsiz, adaletsiz servet bölüşümü sonucunda Servet Gini Katsayısı 0,832 gibi rekor bir düzeye çıkıyor. Böylece aslında Türkiye’de servet gelire göre en az iki kat daha adaletsiz dağılıyor.
Kişi başı borç tutarı 2003 yılından bu yana da yine dolar cinsinden 470 dolardan 6.089 dolara fırlamış. Yani kişi başı servet iki kata yakın, buna karşılık kişi başı borç 12 kat artmış.
Milyonlarca yoksul hane
TÜİK’e göre, haneler içinde en yoksul yüzde 60’ı oluşturan hanelere giren yıllık gelir, hane başına sadece 8,868 lira. Bir başka deyimle bu aileler aylık 739 lira (asgari ücretin yarısı kadar bir gelirle) ile yaşamak zorundalar. Üstelik Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ya da İç Anadolu Bölgesi’nin bazı kesimlerinde hanelerin bir kısmı bu 700 liranın biraz üzerindeki geliri dahi sağlayamıyorlar. Urfa ve Diyarbakır’da ise Gini Katsayısı 0,420’yi buluyor.
Kapanan şirketler
Bu arada başta küçük ve orta ölçekli şirketler olmak üzere kapanan şirket sayısında rekor bir artış gözleniyor. Türkiye Odaları ve Borsaları Birliği’ne (TOBB) göre 2016 yılının Kasım ayında, kapanan şirket sayısı bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 48 artarak 1073’e çıktı. Bu dönemde kurulan şirket sayısı ise sadece yüzde 1,28 artış gösterdi.
Kıssadan hisse
Son dokuz aydır izlenen ekonomi politikaları asıl olarak başta bankalar ve büyük sanayi grupları olmak üzere büyük sermayeye yaramış gibi görünüyor. Küçük üretici, köylü, esnaf ve işletmeler affedilen vergi ceza ve faizleri ve ertelenen vergi ve SGK primleri ve bir kısım KGF kredileri ile durumu idare etmişler. Ancak giderek piyasalardan siliniyorlar, yerlerini daha büyüklere bırakıyorlar.
Büyük olasılıkla ilk çeyrekte ekonomideki büyüme oranı 2016’ya göre yüksek çıkacak. Bunun temel nedeni yukarıda sözünü ettiğimiz banka ve sanayi kârlarındaki artış. Yani bir iki sektör yüksek kâr ettiğinde ekonomik büyüme hızı da artıyor.
Diğer yandan birilerinin durumunun daha da iyileşmesi, bankaların kârlarını patlatmaları, toplumun tümünün durumunun iyileşmesi anlamına gelmiyor.
Tam tersine genelde bireyler için tikel olarak elde edilen en iyi sonuçlar üretebilen bir durum toplum için çok kötü bir biçimde neticeleniyor. Az sayıda banka ya da büyük holding ya da büyük inşaat şirketi kârlarını yükseltirken, toplumun geri kalanı yoksullaşıyor.
Yani bundan yaklaşık 250 yıl önce, burjuva iktisadının kurucusu olan A. Smith’in, bencilliği bir erdeme dönüştüren sözü doğru çıkmıyor, herkes çıkarını maksimize ettiğinde toplumun çıkarı maksimize olmuyor.
“Gemisini kurtaran kaptan”, “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Benden sonrası tufan” sözleriyle bizlere onlarca yıldır dayatılan bireycilik kültürü hem emeğin hem de ekolojinin tahribatıyla, yoksullaşma ve sadece ekonomik değil, sosyal ve politik olarak da geleceğimizin ciddi risk altına sokulmasıyla sonuçlanıyor.
14.05.2017