SEÇTİKLERİMİZ – HAMİT BALDEMİR yazdı: “Ben halkların kardeşlik kavgasını sevdim. Ben insanı sevdim; her dil ve renkten. Aşkın dili ve rengi yoktur. Yine herkesin aşkını kendi diliyle haykırmasını ve türkülerini haykırmasını istiyorum. Ben özgürlüğü ve insan olma bilincini sevdim. Hepinizi her dilde, her renkten insan yanınızdan öpüyorum.”
HAMİT BALDEMİR
Her taraf kan-revan içindeyken, baskılar ve katliamlar günlük yaşamın bir parçası olmuşken insanlar şairleşiyor. Bir anlamda şiir normal konuşma dilinin yetersiz kaldığı yerde başlarmış. Galiba tam da bu anı yaşıyoruz. Şiir, vecize, özdeyiş ve atasözleri ile insanlar kendilerini ifade etmeye çalışıyor. Bu arada ezop dili ve alegorik sanat da devreye giriyor. Bütün bunlar; baskılara, yasaklara ve kuşatılmışlığa karşı bir haykırıştır. Aşk, duygular, mizah toplumsal ve politik durumla birlikte hatta iç içe işleniyor. Örneğin, biri diyor ki; “Sana Kürtçe ‘Seni seviyorum’ demek isterdim”. Diğeri ise; “Sevgilim Kürtçe ‘Seni seviyorum’ diyecektim, sonra düşündüm ki bu tam bir ırkçılık!” Burada tam bir manipülasyon ve kafa karışıklığı söz konusudur. Biri Kürtçe üzerindeki baskı ve yasaktan yakınıyor ve özlemini ifade ediyor. Diğeri de bu istek ve özlemini sorguluyor; bunun bir ırkçılık olduğu sonucuna varıyor.
Oysa baskı altındaki ve yasaklanan ve yok edilmek istenen bir dili kullanmak devrimci ve yurtsever bir duruştur. Türkçe seni seviyorum deyince ırkçılık olmuyor da, Kürtçe, “Ez ji te pir xez dikim” demek neden ırkçılık olsun? Buna “ırkçılık” diyenin kafası karışıktır ve egemen sömürgeci sistemin propagandanın etkisindedir. Özellikle Kemalizmin, yani burjuvazinin sol adına yaptığı demagojinin etkisi altındadır. Bir de sosyal-şoven solun demagojik ve manipülasyonist ideolojik hegemonyasından kurtulamamıştır.
İnanıyorum ki o bu söylemini enternasyonalistlik veya sosyalistlik adına yapıyordur. Büyük ihtimalle de Kürt’tür! Aslında iyi niyetli biri olduğuna inanıyorum. Ancak sapkın bir anlayışın etkisindedir. Solculuǧun ya da sosyalist olmanın gereği bu sanıyor. Kafası karışık. Hala neden bir insanın ana dili ile sevgisini ve aşkını ifade etme özlemini anlamıyor? Buna ırkçılık diyor? Oysa farkında olmadan kendisi ırkçılık tuzağına düşmüştür. Bunu söyleyen asimile olmuş bir Kürt bireyi ise durum daha da vahim. Bunu kendisini bir sosyalist ya da ileri bir düşünceyi ifade ettiğini varsayarak söylüyorsa nasıl bir yanılsama içinde olduğunu bilmiyordur.
Öyle bir anlayış geliştirilmiş ki; halkların, azınlıkların kendini egemen güçlere karşı savunması ve duruşu milliyetçilik oluyor! Hatta kimisi buna ırkçılık ve bölücülük diyor. Ama egemen ulus adına devrimcilik yapanlar; ne hikmetse kendi pozisyonlarına proleter enternasyonalizm demektedir. Bunlar, özcesi enternasyonalizmi egemen ulus devrimciliğine endekslemişler. Bu arada gidip Filistin saflarında mücadeleyi de büyük bir enternasyonalist duruş kabul ederler. Ama Kürt ve Kürdistan söz konusu olunca milliyetçilik ve bölücülük oluyor. Çünkü Kürtler ve Kürdistan kendi egemenlerinin sömürgesidir. Durum bu maalesef. Umarım bu burjuva ideolojik handikap aşılır.
Devletin ağır sistematik baskıları ve imhası; psikolojik ve ideolojik saldırılar; herkesi kırılgan, yaralı ve sinirli, öfkeli ve biraz da tepkici yapmıştır. Ve insan; karmaşık, anlaşılması zor bir yaratıktır. Ve her bir insan ayrı bir "dünya". Yasak ve baskılar insanı derinden etkiliyor. Sömürgeci baskı ve uygulamalar ise daha farklı ve daha derinden etkiliyor. Birçok kişilik sendromuna koşul ve zemin yaratıyor. Yılgınlık, umutsuzluk, güvensizlik, aşağılık kompleksi vb durumlara yol açıyor. Egemenlerin ve sömürgecilerin politikalarının amacı da budur. Toplumun/halkın iradesini kırıp daha rahat yönetmektir.
Ancak öte yandan bu baskılara karşı direnmek ve devrimci-demokratik duruş toplumu canlı tutar; kendine güvenini arttırır ve gelecek güzel günlere giden yolun taşlarını örer. Devrimci duruş ve mücadele toplumda kapitalist sömürgecilerin bakterisine karşı antibiyotik görevi yapar. Kapitalizm ve sömürgeciliğin tüm baskıcı ve anti demokratik uygulamalarına karşın halkın özgürlük mücadelesi devam eder. Halkların devrimci duruş ve yürüyüşü, egemen sömürgecileri hak ettikleri tarihin çöplüğüne atacak koşulları yaratır. İşte bu, yeni yaşamın bizzat kendisini üretir.
Derinleşen çelişkilerin ve mücadelenin acımasız koşullarında; halkın devrimci sanatı en kaliteli ve en anlamlı ürünleri verir. Şiir, roman, mizah, tiyatro ve sinemanın en iyisi ve en kalitelisi bu tarihsel momentte doğar. Egemen sömürgeci güçler; umutsuzluk ve yılgınlık ile halklar arasında düşmanlık ve savaşı geliştirir. Buna karşılık, devrimci güçler; umut ve coşku ile güzel günlerin geleceğinin muştusunu verir. Gelecek günlere giden yolu döşer.
“Seni Dicle gibi sevdim” diyor şair. Bir de Fırat’ın haşin ve coşkulu deli akışını sevmekte vardır. Ben de diyorum ki, ben halklarımızın devrim yapma olasılığını sevdim. Bir de halkların kardeşlik kavgasını sevdim. Ben insanı sevdim; her dil ve renkten. Aşkın dili ve rengi yoktur. Yine herkesin aşkını kendi diliyle haykırmasını ve türkülerini haykırmasını istiyorum. Ben özgürlüğü ve insan olma bilincini sevdim.
Özcesi, umutsuzluğa ve yılgınlığa yer yok. Biz insanlığı yeniden fethedeceğiz. Bu yolda, "Vaktimiz yok ölenlerin matemini tutmaya / Akın var akın”. Geleceği kuracağız, güzel yarınlarımız yakın. Güzel yarınlarımızı sevgiyle, aşkla ve cesaretle kuracağız. Başka bir alternatif yoktur!
Hepinizi her dilde, her renkten insan yanınızdan öpüyorum.