Yaşam alanlarının, doğanın yani ormanın, suyun sermaye saldırılarına karşı korunmasına yönelik kırsalda yürütülen mücadelelerin yaşandığı bölgelerde seçim sonuçları şaşırtıcı çıktı. Şaşırtıcı yanı ise yaşanan saldırıların AKP hükümeti eliyle gerçekleştirildiğine yönelik farkındalığın yüksek olmasına karşın yaşanmış olması. Durum böyleyken, bu bölgelerin büyük çoğunluğunda AKP’nin en çok oy alan parti olması daha çok düşünmemizi gerektiriyor, bu nedenle durumun iyi analiz edilmesi gelecek açısından çok önemli.
Bu bağlamda yaşanan bir örneği paylaşarak devam edelim. Bursa’ya bağlı Keles ilçesinin Kozağacı bölgesi olarak bilinen bölgede yaklaşık 10 yıldır yapılmak istenen termik santrale karşı ciddi ve güçlü bir mücadele yürütülmekte. Mücadelenin ilk başladığı dönemde o zaman ZMO (Ziraat Müh. Odası) Bursa Şube Başkanı olan, şimdinin CHP milletvekili sevgili İlhan Demiröz’ün özverili katkıları ile bölgede derneğimiz Doğader ve yörede mevcut tarım kooperatifinin de desteği ve köylülerin direngen mücadelesiyle direniş başlamıştı ve halen devam ediyor. Termik santrali kurmak isteyen firma, daha önce başbakanın damadının da çalıştığı ve hükümete çok yakın bir sermaye grubu olan Çalık grubuydu.
Yürütülen mücadele ile Çalık grubu santrali yapmaktan vazgeçti. Geçtiğimiz yıl hükümet bölgeyi tekrar farklı bir firmaya termik santral yapılması için ihale etti. Bölge inanılmaz güzellikte bir vadi ve vadide 7 adet köy bulunmakta. Uzun yıllar önce bölgenin en fakir yeri olan Kozağacı, bir dönem sonra vadinin klimatik özelliği ve toprak yapısının uygunluğu sonucu başlatılan kiraz yetiştiriciliği ile vadiyi bölgenin ekonomik anlamda en yüksek gelire sahip bölgesi haline getirmişti. Bugün bu köyler ve içinde yaşayan 2500 civarı insan bölgeden sürülmeye çalışılıyor. Kozağacı bölgesi termik santral yapımına kurban edilmek isteniyor. Nedeni ise toprağın altında kömür yataklarının olması. İhaleyi alan son firmaya karşı Bursa merkezinde yürüyüşler gerçekleştiren ve hiçbir biçimde vadiyi terk etmeyeceklerini güçlü bir şekilde ilan eden bölge halkı böyle bir saldırıya papuç bırakmayacağını açıkça göstermektedir.
İyi de bu saldırıyı inatla sürdüren AKP iktidarına bölgeden çıkan oy ne oluyor. Yukarıda sevgili İlhan Demiröz’den söz ederken bölgeye katkısını her dönem yapmış ve seçim döneminde de bölgeyle özel olarak ilgilenmiş birisi olarak mensubu olduğu partinin bölgeden bir tek oy dahi alamamış olması trajik bir durumu ortaya koyuyor. Bölgede toplam 1678 seçmen var ve bölgedeki 7 köyde Keles Belediye Başkanlığı seçimi için AK Parti’ye toplam 748 oy, MHP’ye 574 oy çıkarken CHP’nin 0 çekmesinin nedenlerini irdelemeliyiz. Tabii burada CHP’nin 0 çekmiş ya da çekmemiş olması bizi ilgilendiren bir konu değil; fakat İlhan Demiröz’ün bölgeye olan katkısının bir karşılığının olmaması, ele alınması gereken bir duruma işaret ediyor.
Bütün bunlar neden yaşanıyor
Yukarıdaki örnek sadece Bursa’da yaşanan bir şey değil. Karadeniz’e baktığımızda da durumun pek farklı olmadığını görebilmekteyiz. Genel olarak burjuva hükümetlerinin ve şimdiki AKP hükümetinin sermaye sınıfları için yürüttükleri ilişkilerin ya da başarının nedeni sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu yana biriktirdikleri deneyimden öte hiçbir şey değildir. Köleci toplumdan feodal topluma oradan kapitalist topluma kadar insanlık üzerinde iktidar erki tarafından baskı ve zulüm eşliğinde verilenle yetinmesi gerektiği algısının insanlarda yerleşik olması, yaşanan süreçlerin temel nedenini oluşturmaktadır.
Kozağacından yola çıkarsak kendisini açlığa, yoksulluğa mahkum edip yurdundan etmeye çalışan AKP iktidarına tavır geliştirememiş olması da bu algıyla ilgili bir durumdur. Kendi çabasıyla ürettiği kirazı, mevcut iktidar olmazsa ihraç etmeyi sürdüremeyeceğine yönelik düşüncelerinin bu desteğe yol açtığı görülebilmektedir. İktidarların istikrar diye sundukları soygun düzenin propagandalarına kolayca inanma nedeninin, yüzlerce yıldır oluşmuş olan güce biat etme geri bilincinden kaynaklandığını düşünmek durumundayız.
Ç””latılarla var olan biat kültüründen kitlelerin kopuşu mümkün değildir. Yeni bir hayatı önermek ve örmek ancak yeni hayatın pratik adımlarını göstermek ve yaşatmakla mümkün olacaktır. Doğayı koruma çabasında canla başla mücadeleye girebilen halk kendisini yönetmek için dışarıya bakarken kendisinin de bunu yapabileceğini düşünmekten o kadar uzak ki. Bu uzaklığı kırmak, üretim sürecinde söz sahibi olmasını sağlayacak mücadele perspektifini edinmesiyle başlayacaktır. Yaşamın her alanında durum aynıdır aslında. Ekoloji mücadeleleri ile üretici köylülerin aynı insanlar olduğunu gören bir yerden baktığımızda ekolojik yaşama dair önermelerimizin ete kemiğe bürünebileceği kesimleri de görmüş oluyoruz.
Özyönetim modeli bu dönemde ihtiyaç duyacağımız olanakların tamamını bize sunmaktadır. Kırla kentin ilişkisini doğru kurmak ve kırda yaşayanların köy komünleri ve kooperatifleri içinde örgütlenmelerini sağlamak sermaye sınıflarına dönük biat kültürünü yok edebilecek yegane yollardan biri olabilir. Köylünün imeceyle ürettiği ürünlerin tüccar eline düşmeden tüketiciyle buluşmasının sağlanması yeni bir hayatın başlangıcı olacaktır. Bunlardan söz etmek kolay olsa da hayata geçirilmesi inanılmaz zor bir süreç. Bazı bölgelerde örneğin Kozağacında var olan kooperatifin bir özelliği ihracatı sağlamış olması ve kendi içinde yönetici sınıfı yaratarak gerçek üreticiyi yine biat etme pozisyonuna itebilmesidir. Bu nedenle kurulması hedeflenebilecek kooperatif yapıları asla ve asla kendi içinde yönetici kadrolar üretmemeli ve tüm inisiyatifi gerçek üretici köylüye bırakmalıdır.
Şehir merkezlerinde tüketim kooperatifleri kurularak emekçi halkın sağlıklı ve ucuz gıdaya erişiminin kapitalizm koşullarında dahi sağlanması mümkündür. Hiçbir şeyi hele iktidara gelelim ya da devrimden sonra hallederiz türü yaklaşımlara kurban edemeyiz. Kapitalizmin yaşama dair olan her şeyi birikim sürecine bağlaması örneğin suyu, toprağı, havayı ticari meta haline getirmesi yetmemiş ve bu yaşam varlıklarımızı hızla yok edip kirletirlerken kendi tekelci üretimlerini ise belli bölgelere yığdıklarını görebilmekteyiz.
Suyu boruya hapsedip boru hatları ile dağıtımına hazırlandıkları bir dönemde su varlığını kapitalizmin elinden kurtarıp geleceğe taşınması yaşamsal önemdedir ve bunu sağlamak için bu gündem ne gerekiyorsa onu yapmalıyız. Biz emekçi sınıfların yakın gelecekte suya ve gıdaya ulaşabilmesi ya imkansız hale gelecek ya da biat ederek kapı önlerine bıraktıklarıyla yetinmek zorunda kalacağız. Eğer hızlı davranamazsak yakın gelecekte bizlere dayatılacak olan tek şey “ya biat et, ya da öl” olacaktır.
Özgür Gündem Gazetesi