BAHATTİN DEMİR yazdı: “Ankara Havagazı Fabrikası yıkımında asbest söküm prosedürüne aykırılık ve dolayısıyla çevre sağlığının riske atılması söz konusudur.”
BAHATTİN DEMİR
Asbest, bir diğer adıyla amyant, ama dünyada bilinen başka bir adıyla “gizli ve sinsi kanserojen”. “Gizli ve sinsidir”, çünkü hep bir şeylerin yapısına karıştırılmış/bağlanmış veya yüzeyine bulaştırılmış olarak karşımıza çıkar. Evimizin içinde, sokağımızda, işe ya da okula giderken hep yanından geçtiğimiz bir binada olsa bile tanıyamayız. “Gizli ve sinsidir”, çünkü asbest liflerine maruz kalıp solursanız kanser (akciğer kanseri) etkisi 20-30 yıl gibi uzun bir zaman dilimi sonrasında ortaya çıkar. “Gizli ve sinsidir”, çünkü hayatımızda yeri yokmuş gibi düşünsek de aslında bize tahmin edemeyeceğimiz kadar yakındır.
Asbestin jeolojik, tıbbi jeolojik, endüstriyel vb açılardan ne anlama geldiğini anlatan birçok kaynak mevcut. Ben bunları tekrarlamayayım; daha önce dinlediğim bir öğretmenin yaşam öyküsünden bahsederek yazıya başlayayım: Bir öğretmen, meslek hayatına bir köyde başlıyor. Köy yerleşim alanı asbestin doğal olarak bulunduğu bir bölgede kurulmuş ve asbest köylünün gündelik hayatına girmiş; asbest bir yapı malzemesi olarak kullanılmış, köydeki evlerin badanası, çatısı, duvar taşları hep asbestli malzemeden. Yaklaşık 5 yıl bu köyde görev yapan öğretmen yıllar sonra mesleğinin 20 yılında Adana’da görev yaparken gittiği sağlık kontrolünde “akciğer kanseri” olduğunu ve ciğerinde asbest olduğunu öğreniyor. Bu kanser öyküsünü araştıran doktorlar ciğerlerdeki asbestin köydeki asbest maruziyetinden kaynaklandığını belirliyorlar.[1]
Doğal ve insan eliyle asbest maruziyeti
“Asbest maruziyeti” konusunda ülkemizi dünyadaki birçok ülkeden farklı kılan bir durum söz konusudur. Bizde asbeste maruz kalma birçok ülke gibi sadece inşaat işkolunun bir işçi sağlığı sorunu değildir; ülkemizde “mesleki maruziyetin” yanında önemli derecede çevresel asbest riski mevcuttur. Bu türden “jeojenik (jeolojik kökenli) asbest maruziyeti”nin ülkemizdeki etki boyutları ortaya çıkartılmış hatta, bugüne kadar bir türlü tam olarak hayata geçirilmemiş olsa da, “Türkiye Asbest Kontrolü Stratejik Planı”[2] bile hazırlanmıştır.
Ülkemizde yeterince bilinmeyen veya “üzerine gidilemeyen” ise literatürde “antropojenik (yani endüstriyel) asbest maruziyeti” olarak tanımlanan risklerdir ki, Ankara Havagazı Fabrikası yıkımı tam da bu konunun en güncel örneğidir.
2011’de asbest ithali yasaklandı
2011 yılında asbest yasağı gelene kadar ülkemize binlerce ton asbest ithalatı yapılmış ve bu asbest değişik sanayi sektörlerinde kullanılmıştır. Ancak bugün ülkemizde asbestin yasak olması çevre ve işçi sağlığı açısından asbest güvenliğinin sağlandığı anlamına gelmiyor; çünkü değişik endüstriyel ürünlerin imalatında kullanılmış olan asbest hala hayattaki dolaşımını ve varlığını devam ettirmektedir.
İthal edilen bu asbestin varlığını sürdürdüğü noktalardan biri de binalardır. İster endüstriyel (fabrika vb), isterse konut, işyeri vb türünden olsun ülkemizdeki yapıların yapımında asbestli malzeme kullanıldığı bilinmektedir. Asbestli malzemelerin kullanıldığı bu tür binaların yıkımı kontrolsüz bir şekilde yapılır ise çatıda, kazan ve sıcak su borusu yalıtımı bölümlerinde vb “bağlı halde” bulunan asbest lifleri açığa çıkar, tozuma yoluyla maruziyet yaratır.
Önce asbestten arındırma sonra yıkım
Asbestli bina yıkımları asbestsiz bina yıkımlarına göre farklı olup, bir ön işlem gerektirir. Öncelikle asbestin binadan usulüne uygun olarak sökülerek uzaklaştırılması bu aşamadan sonra “ana yıkıma” geçilmesi gerekir.
Bir diğer nokta da, eğer bir binada asbest var ise önce envanterini (asbestin türü, bulunduğu yerler vb) çıkartmak ve bu envantere dayalı olarak söküm prosedürünü (işçi eğitimi, sökme yöntemi, karantina koşulları, iç ortam ölçümleri vb) uygulamak gerektiğidir. Bir “asbest söküm uzmanı nezaretinde” (01.11.2016 itibariyle ülkemizdeki asbest söküm uzman sayısı 305 kişidir) yapılan bu işlemler sonrasında “bir iş planı hazırlanmak ve işyerinin (yıkım şantiyesinin) bağlı bulunduğu Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü’ne bildirimde bulunulmak” zorunluluğu vardır.
Son bir şey daha, asbesti tekniğine uygun sökmek de yetmez, sökülen asbestli malzeme sızdırmaz özel paketler içine alınıp lisanslı tehlikeli atık taşıyıcısı özel araçlarla özel depolama tesislerine (yanılmıyorsam ülkemizde 4 veya 5 tanedir) taşınması ve depolanması gerekir.
Asbestli bina yıkım prosedürlerine ilişkin başka teknik ayrıntılardan da bahsetmek mümkün olsa da meri mevzuatta[3] birer yasal hüküm haline gelmiş bu genel çerçeveye uygun bir yıkım yapılmamasının çevre ve işçi sağlığı açısından tek anlamı, yıkımın riskli ve mevzuata aykırı olduğudur.
Ankara Havagazı Fabrikası yıkımındaki kural ihlalleri
Bir mühendis gözüyle bakınca, Havagazı Fabrikasındaki yıkımın Ankaralıya yarattığı riski modelleyebilmeniz için asbest söküm prosedürlerine hakim olmak kadar olay özelinde de “somut asbest verilerine” hakim olmanız gerektiğini bilirsiniz. Bu yıkım özelinde işveren tarafının (Ankara Büyükşehir Belediyesi) yaptığı açıklamalara göre elimizdeki tek somut bilgi “yıkılacak binada 350 ton asbestli malzeme olduğudur”. Ancak bu asbestli malzemenin nerelerde bulunduğu, hangi yöntemle söküldüğü ve bu söküm işlemleri sırasında gerçekleştirilen ölçüm sonuçları ve söküm işlemi sonucunda “asbest free” olarak adlandırılan ortamda asbest maruziyeti olmadığına dair alınması gereken nihai raporun alınıp alınmadığı konularında hiçbir açıklamada bulunulmamıştır.
Yıkım alanına gidenler görecektir, sahada yıkım işlemi tamamlanma noktasına gelmiştir. Molozlar taşınmış ve sahada sadece mavi branda ile örtülü tek bir bina kalmıştır. Gelinen bu noktada artık asıl tartışma konusu olan, yıkım anında tozuma ile asbest liflerinin çevreye dağılıp dağılmadığı sorusuna somut ölçüm verileriyle yanıt verme imkânınız azalmış demektir. Yıkımın üzerinden geçen zaman (yağmur, rüzgar vb etkiler) düşünülünce bugünkü havadaki asbest lif konsantrasyonu değerleri yıkım anındaki koşulları yansıtmayacağı için bugün ölçüm yapsanız ve ortamda olmadığını belirleseniz bile bu, asbest riskinin gerçekleşmediği anlamına gelmez.
Ama “her etki bir iz yaratır”; bu yıkım da çevrede izler bırakacaktır. Orada olmaması gereken bir asbest mineralinin orada olduğunun gösterilmesi, bu izin yakalandığı anlamına gelir. Şimdi sıra diğer izlere ulaşmakta. İş planı, “asbest free”, atık taşıma formu vb belgelere ulaştıkça yıkımın çevrede bir asbest riski yaratıp yaratmadığı açıklığa kavuşacaktır.
Ama bu açıklık şimdilik yaratılmamış olsa da basında yer alan fotoğraf gibi yıkım şantiyesinden yansıyan görüntüleri görünce, insan gerçekleştirilen yıkım konusunda kuşkuya kapılmadan edemiyor. Bu fotoğraftaki kişiler asbest sökümü yapan işçiler ise bu görüntü ancak iki anlama gelebilir:
Ya, dış ortamda, yani yıkım mahalline ve çevresine o derece yoğun asbest lifi dağılmıştır ki, yıkım şantiyesinde bile bu tür koruyucu elbise ve donanımla dolaşmak zorunda kalmışlardır.
Ya da, bina içinde asbest sökümü gerçekleştirdikten sonra binadan ayrılmaktadırlar ki, söküm sırasında kullandıkları elbise ve donanımı özel bir kabinde çıkartmaları gerekirken bunu yapmadıklarından dolayı söküm sırasında elbiselerine bulaşan asbest liflerinin dışarıya taşınmasına neden olmaktadırlar.
Her iki durum da bizi tek bir sonuca götürür: Bu yıkımda asbest söküm prosedürüne aykırılık ve dolaysıyla çevre sağlığının riske atılması söz konusudur.
Asbest lobisine ve sermayeye karşı mücadele
Asbest güvenliğinin başka bir boyutunun daha olduğunu belirtmeden yazıyı sonlandırmayalım. Bildiğiniz gibi Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı yukarıdaki sorulara yanıt verecek bir açıklama yapmak yerine başta Mimarlar Odası Ankara Şubesi olmak üzere bu konuda duyarlılık gösterenleri “ideolojik davranmakla” eleştirmiştir ki, bu süreçte belki de söylenen en doğru söz budur.
Eğer bugün ülkemizde ve dünyada bir asbest duyarlılığının varlığından, asbeste karşı uluslararası bir dayanışmadan söz ediyorsak, biliniz ki bu, emekçilerin uluslararası asbest lobisine ve sermayesine karşı yıllarca yürüttüğü mücadelenin bir sonucudur. Bugün ABD, Çin, Rusya, Hindistan gibi bazı ülkeler dışında “asbest yasaklanmış” ise bu durum binlerce emekçinin canı pahasına verilen mücadelenin başarısıdır ve adı geçen ülkelerde emekçiler hala asbeste karşı mücadelesini sürdürüyorlar.
Bu nedenle “asbest güvenliği” sadece teknik bir konu olarak görülmemelidir; asbest siyasal ve Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı’nın söylediği gibi ideolojik bir konudur. Çünkü sadece Havagazı Fabrikasının yıkımından dolayı Ankaralının değil, asbestli topraklar üzerinde yaşayanların da, kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılan binaların yanından geçenlerin de, asbestli alt yapıyı kullananların da, sendikasız yıkım işçisi olarak çalıştığı şantiyede soluduğu havada asbest olup olmadığını merak etmeyen işçinin de, söktüğü kombinin yanma odasında “asbest olabilir” diye uyardığımda “hayır abi o asbest değil amyant” diyen “eğitimli işçinin” de asbest güvenliğinin sağlanmasını talep etmek; güvenli yapıların olduğu bir çevrede yaşama hakkını savunmak bugünün neo-liberal dünyasında siyasal bir taleptir.
Ankara Havagazı Fabrikası yıkımıyla gündeme gelen asbest güvenliği sorunu, Türkiye asbest güvenliği sorununun sadece bir parçasıdır; buzdağının deniz yüzeyinin üzerinde görünen kısmıdır. Bu soruna kalıcı bir çözümün üretilebilmesi başta inşaat sektöründeki emekçiler olmak üzere işçi sınıfı ve sendikal örgütlerinin, asbestli topraklarda yaşayanların, kentsel dönüşümde asbest riskine karşı farkındalık için çabalayanların ortak mücadelesi ile sağlanabilir. Aksi takdirde bugünlerde merkezi ve yerel yönetimlerde egemenlik kazanan “benim kurallarım dışında kural tanımam” ve “ben yaptım oldu” sistemi toplumu risklerle karşı karşıya bırakmaya devam edecektir.
[1] Bu istisnai bir durum değil. Ülkemizin jeolojik yapısı gereği asbest ve asbestli topraklar geniş bölgelere yayılmıştır. Bu bölgelerdeki yerleşim birimlerinde asbestli toprağın çocukları kundaklamada (Anadolu'da asbest toprağına höllük, çelpek toprağı, geren toprağı, gök toprak, ak toprak gibi adlar verilmektedir), evlerin çatılarında (su geçirmez malzeme olarak) veya badana malzemesi olarak uzun yıllardır kullanıldığı ve bu maruziyeti yaşayan köylerde yüksek oranda kanser vakaları meydana geldiği bilinmektedir.
[2] Türkiye Asbest Kontrolü Stratejik Planı: http://kanser.gov.tr/Dosya/ar-ge/asbest.pdf
[3] Asbest güvenliği üzerine hükümler içeren düzenlemelerden bazıları aşağıda sunulmuştur:
25.01.2013 tarihli ve 28539 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik”,
29/06/2013 tarihli ve 28692 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan “Asbest Sökümü İle İlgili Eğitim Programlarına İlişkin Tebliğ”,
05.10.2013 tarih ve 28786 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Yapı İşlerinde İş Sağlığı Ve Güvenliği Yönetmeliği”,
18.03.2004 tarih ve 25406 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Hafriyat Toprağı, İnşaat Ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği”,
“TS 13633 Yapıların Tam ve Kısmi Yıkımı İçin Uygulama Kuralları” başlıklı TSE Standardı,
İLO’nun “167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”.