Tüm eksiklerine ve zaaflarına rağmen HDP, Türkiye siyasetinde burjuva seçenekler dışında bir eksen yaratmanın en önemli siyasi aktörü olduğunu ortaya koydu. 2014 yerel yönetim seçimleri sonucunda AKP / CHP-MHP-Cemaat kamplaşması dışında görünür tek seçenek Kürdistan’da BDP, Batı’da HDP oldu.
Üzerinde çokça durmamız, gerçek bir yüzleşme ve özeleştirel bir atılım yapmamız gereken mevcut durumumuz, HDP’yi yaşarkılmak için yeterli olanağı sunmuştur. HDP, emekçiler ve ezilenler açısından yeni dönemin meşru ve başta gelen siyaset kurucu aktörüdür. Ancak bu “yaşarkalır” durumumuzu gerçek ve etkili bir siyasi özneye dönüştürüp dönüştüremeyeceğimiz tamamen önümüzdeki yakın süreçte kendimizi yeniden nasıl konumlandıracağımıza bağlı.
Alınan bu sonuçlar aslında tüm HDP bileşenleri ve diğer siyasi özneler tarafından da böyle okunmakta. Şimdi hep birlikte, yaptıklarımızla ve yapamadıklarımızla, başarılarımızla ve başarısızlıklarımızla gerçekçi bir şekilde yüzleşmeli, siyasi atmosferin ürettiği yeni dengeler ve gelişmeler içerisinde HDP’yi yeniden kurmalıyız.
1- HDK/HDP’yi örgütlemek
HDK/HDP, 1995 Emek-Barış-Özgürlük Bloğu, Çatı Partisi Girişimi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi, 2011 Emek-Demokrasi-Özgürlük Bloğu gibi deneyimlerin üzerinden oluşturduğumuz bir siyasi özne. Farklı programatik zeminleri olan siyasal öznelerin demokrasi mücadelesi programı etrafında yanyana geldiği bir koalisyon. Ama bu koalisyon sadece siyasal özneler arası değil aynı zamanda farklı mücadele dinamiklerinin, şu ya da bu gerekçeyle siyasal öznelerin dışında duran bireylerin de birbirleriyle ve siyasal öznelerle ilişkilendiği, etkileştiği araç işlevi de görüyor. Bu haliyle zamanında ÖDP için kullandığımız “parti olmayan parti” tanımlanması HDP’ye daha denk düşüyor aslında.
Burada devreye öncelikler, niceliksel etkiler, alışkanlıklar, güvensizlikler, olumlu-olumsuz deneyimler, yenilgilerin ve başarısızlıkların yükü, umudun heyecanı, aceleciliği giriyor. Üstelik bunlar sadece iç etkiler. Bir de dışımızda olup bitenler var. HDK/HDP’nin görece kısa hayatının yaşadığı siyasi gelişmeleri bir düşünsenize! Arap Baharı, Suriye, Rojava, Kürt Özgürlük Hareketine yönelik imha denemesi ve ardından müzakere süreci, Gezi İsyanı, iktidar bloğundaki çatlamalar… Bunca karmaşık denklemden yürüyen, yürüdükçe büyüyen, büyüdükçe kendini yenileyebilen bir özne çıkartabilmek hiç de kolay değil!
HDK/HDP dinamikleriyle buluşmalıdır
HDK/HDP’nin iddiası bu coğrafyada var olan tüm eşitsizlik, tahakküm ve sömürü yaratan çelişkilere karşı birleşik bir mücadele alanı yaratmak, farklı ve özgün sorunları olan devrimci/demokratik dinamikleri ortak bir demokrasi mücadelesi programı etrafında bir araya getirmekti. Bu yaklaşım etrafında yan yana gelen birikim böylesi bir iddiayı programlaştıracak deneyim, perspektif ve gerçekliğe sahipti, öyle de oldu. HDK/HDP programı hiçbir öncelik, sonralık, hiyerarşi gözetmeksizin “tüm demokratik muhalefet güçlerinin mücadele alanlarını, ortak mücadele alanı olarak” gördü ve kendisini“Ezilenlerin ve sömürülenlerin; işçilerin, emekçilerin, yoksulların, farklı ulus, dil, kültür ve inançlardan tüm halkların, göçmenlerin, mültecilerin, kadınların, köylülerin, gençlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT bireylerin, küçük esnafın, dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, yaşam alanları tahrip edilenlerin buluştuğu ortak mücadele partisi” olarak tanımladı.
Mücadele dinamiklerin tespiti ve bunları ortak bir demokrasi mücadelesi etrafında birleştirmenin programatik zeminini yaratmada oldukça başarılı olsak da bunun pratik karşılığın yaratmada istediğimiz noktada olmadığımız aşikar. İşte HDK/HDP’nin “yenilenme” başlığı altında esas tartışılması gereken mesele de budur. Biz onlarca, hatta yüzlerce yıllık deneyimlerden sentezlediğimiz programatik çerçeveyi hayata geçirmek için mücadele programımızın özne-nesneleriyle nasıl buluşacağız? Bugüne kadar nerede eksik/yanlış yaptık, bundan sonra nasıl davranmalıyız?
HDK/HDP şu ana kadarki mücadelesinde demokrasi mücadelesi dinamiklerini ve bunların ortak mücadele programlarını başarıyla tarif edebilmiş olsa da bu kesimleri mücadelenin esas unsuru haline getirememiştir. Şu ana kadar daha çok genel politik söylemler, büyük ölçüde dışarıdan çağrılar, en fazla dinamiklerin kendileriyle değil ama kimi temsilcileriyle derinleştirilememiş ilişkilenmeler boyutuyla var olabildik. Bu, bir başlangıç için umut verici olsa da gerçek bir kitleselleşme, mücadele ve dönüşüm için yeterli değildir.
Doğru politik söylemler en fazla bu dinamiklerin bizlere “kulak vermesini, göz ucuyla takibini” sağlayabilir, daha fazlasını değil! Bu kesimleri HDK/HDP’nin esas unsurları haline getirmek istiyorsak sorunlarının, mücadele alanlarının içerisine boylu boyunca girmek, bu dinamiklerle organik bir şekilde ilişkilenmek zorundayız. Gündemleşen meseleler üzerinden yapılan açıklamalar, alan içerisindeki temsili ilişkilerimizle dışarıdan politika taşıyan tarz bizi ancak buraya kadar getirebildi.
Olumlu bir örnekten yola çıkarak meseleyi biraz somutlayalım. Son günlerde gerçekleştirilen Demokratik İslam Kongresi tam da “alanın içine boylu boyunca girme” meselesinin başarılı başlangıçlarından biri oldu. Şayet başlatılan hamle sürdürülebilir, alanın özgünlükleriyle ortak mücadelenin kesişim/etkileşim mekanizmaları doğru kurulabilirse HDK/HDP mücadele programına dahil ettiği önemli bir mücadele dinamiğiyle (yoksul/demokrat Müslümanlar) etkili bir ilişkilenme yakalamış olacak. Bu çalışmanın benzeri diğer inanç topluluklarıyla da bu derinlik ve yoğunlaşmayla yapılmak zorundadır. Üstelik de bu yapılanın alanın içine nüfus etme anlamında sadece bir başlangıç adımı olduğunun bilinciyle!
Örneğin, CHP cenderesinden kurtulamadığından yakındığımız Aleviler için de böylesine derinlikli bir hamleye girişmek zorundayız. Anadolu Alevilerinin yüzlerce yıllık kaygılarına denk düşecek ciddiyette ilişkilenme hamleleri yap(a)madan, Alevi toplumunun ve örgütlenmelerinin içerisinde emek yoğun bir çalışmaya girişmeden, şerri ve mezhepsel katliamlara karşı bir savunma mekanizması olarak geliştirilmiş “Kemalist laikliğe sığınma” yaklaşımına karşı anlayışsız önyargılarla bu kesimlerle ilişkilenebileceğimiz düşünmek “darlık” olacaktır. Kimlik politikaları bağlamında bu coğrafyanın en kitlesel ve kadim dinamiklerinden olan Alevilerle ilişkilenmek 5-10 Alevi ileri geleniyle, dernek yöneticisiyle ilişkilenerek, Alevi mitinglerine kitlesel bile olamayan katılımlar göstererek sağlanamaz. Yine olumlu örnekten yürüyelim, Sünni din alimleriyle, şeyhleriyle, imamlarıyla, meleleriyle başarılı ilişkiler kuran, bunları demokratik bir bakış etrafında toparlamak için yoğun emek veren BDP-HDK/HDP Alevi inanç önderleriyle, baba-dedelerle, kadıncık analarla, rehberle ve tabi ki taliplerle ne kadar ilişkilenebilmiştir? Alevilerin temel taleplerinden olan Diyanet’in kapatılması, zorunlu din dersinin kaldırılması, cemevlerinin ibadethane sayılması gibi talepleri ne kadar günlük politikasının parçası yapabilmiştir? Sadece Arap Alevilerinin değil, tüm Anadolu Alevileri’nin derin bir kaygı ve tarihsel bilinçle uzaktan uzağa takip ettiği Suriye’de Alevilere dönük sürdürülen katliamları ne kadar gündemine taşımıştır? Rojava meselesinde dahi eksik kalan duyarlılığımız, Lazkiye’deki katliamlar karşısında yerlerde sürünürken biz nasıl Alevilerin sorunlarına sahip çıkan örgüt konumuna gelebiliriz ki? Üstelik başta da söylediğim gibi genel politikalar geliştirmek de yetmez, bu insanların gündelik hayatlarına girecek kanallar yaratmak, var olanlarda yer almak, geliştirmek, süreklileşmiş bir ilişki içerisinde olmak gerekir.
İşçi sınıfın güncel ve acil sorunlarını günlük mücadele ve örgütlenme konusu haline getirmeden, sınıf örgütleri içerisindeki bağlarımızı HDK/HDP bütünlüğünde hareket ettiremeden emek mücadelesiyle de sağlıklı bir ilişki kuramayız, kuramadık. En görünür örneği yakın zamanda genel kongresini gerçekleştirecek olan Kamu Emekçileri Sendikası (KESK) içerisindeki durum. KESK içerisinde HDK/HDP etkisi yaratmak şöyle dursun, HDK/HDP ittifakının gerçekleşebildiğinden kim bahsedebilir? Aylar boyunca HDK Emek Bürosu’nda geliştirilen taktikler seçim sandıkları kurulmaya yakın tuzla buz oluverdi! İşçi sendikalarında da benzerlerini rahatlıkla görebileceğimiz bu durumla yüzleşmeden, eleştirisini – özeleştirisini yapmadan işçi sınıfı içerisinde nasıl güvenilir bir odak haline gelebiliriz? Kaldı ki işin büyüğü, sendikaların dışında kalan işçilerle ilişkilenebilmenin yol ve yöntemlerini geliştirmekte. 35 milyon işçinin yalnızca 2,5 milyonu sendikalı! Reel işsizliğin yüzde yirmileri bulduğu, asgari ücretin açlık sınırının epey altında olduğu, güvencesiz, sendikasız, düşük ücretli, taşeronlu çalışmanı yaygınlaştığı emek alanıyla bir iki grev-direniş ziyareti, mecliste üç beş soru önergesiyle ancak bu kadar ilişkilenebiliyoruz. HDK/HDP işçi sınıfının örgütlenmesinin önündeki engellere ilişkin kararlı ve sürekli bir mücadele veriri hala gelmeden; sınıfın sendikalı kesimi içerisinde birleşik ve güven verici bir sendikal anlayışı savunmadan ve derhal bunun gereklerini yerine getirecek bir kararlılık göstermeden; sınıfın örgütsüz kesimine yönelik hızla yeni/eski örgütsel mekanizmaları gündeme sokmadan ve fiili meşru mücadelenin başı çeken gücü haline gelmeden emek mücadelesiyle gerçek bir ilişki yakalayamaz. Bunu yazarken sınıf mücadelesinin tüm yükünü HDK/HDP’nin omuzlarına yüklüyor değiliz. Söylemeye çalıştığımız, sınıfın temel, demokratik sorunlarını kendi sorunları haline getirmiş bir siyasi odak haline gelmemiz gerektiğidir.
Bütün bunları yapabilmek konu üzerine ciddi bir yoğunlaşma ve kararlılıkla mümkündür. Yüzeysel, sadece komisyonlara, bürolara havale edilmiş bir faaliyetle bu hedeflerin yanına dahi yaklaşamayız. HDK/HDP kendi önüne yerellerden örüle örüle geliştirilmiş ciddi bir merkezi emek kurultayı hedefi koymalı ve bu kurultayda alınan kararların tüm HDK/HDP bileşenlerini bağlayıcı sonuçları olmalı. Bunu yapabilirsek treni hareket ettirebiliriz, aksi taktirde tren sallamaya devam!
Bu yaklaşımı HDK/HDP’nin kendisine dahil etmek istediği tüm demokrasi dinamikleri için geliştirmeli ve mücadele alanlarına doğru perspektifle yüzümüzü dönmekten, müdahil olma aşamasına geçmek zorundayız. Bu da ancak ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle, işyeri işyeri, sendika sendika, örgütlenme planı çıkartıp bunu sistemli bir biçimde uygulamadan geçer. Merkezlerden üretilmiş sözlerle alınabilecek mesafe ancak budur. Sıra alanların sözünü ve gücünü açığa çıkartmakta.
2- Nasıl bir HDK/HDP?
HDK/HDP’deki yenilenme tartışmaları bizleri aynı zamanda programatik ve tüzüksel bir tartışmayla da yüz yüze getiriyor. Şayet gerçek bir yeniden konumlanmadan bahsedeceksek her iki tartışmadan da kaçınamayız. Kaçındığımız tartışma, sonradan gelip ayaklarımıza dolanacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın! Bu, tüm tartışmaları birden önümüze boca edelim ve çıkışsız bir kaosa sürüklenelim demek değil elbette. Ancak ne yapmamız gerektiği konusunda bir fikir geliştirelim ki sonrasında yapacaklarımızı sistemli bir şekilde gündeme sokabilelim.
Sadece BDP milletvekillerinin HDP’ye geçmesi ve mecliste HDP grubunun oluşmasından ortaya çıkan gereksinimden dolayı değil, aslında HDP’nin kuruluş sürecinde “seçimler öncesi girmeyelim” diyerek sonraya bıraktığımız tartışmanın bakiyesidir önümüzdeki tüzük tartışması. Bu duruma bir de Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm alanlarda kendini yeniden konumlandırışının HDK/HDP payına düşen etkisini de ekleyebiliriz. KÖH’ün yeniden konumlanışı programatik tartışma ihtiyacının da en temel tetikleyicisidir.
Her ne kadar HDK/HDP kurullarında 21-22 Haziranda yapılacak kongreler çerçevesinde bir tarihlendirme yapılmış olsa da bu tartışmaları aceleye getirmeden, hakkını verecek, güncel ihtiyaçların baskılanımı altında stratejik konumlanışlarımızı zora sokmayacak bir zamana yaymak gerekiyor. Planlanan kongreler acil ihtiyaç olan konularda düzenlemeler yapmalı ancak tartışmalı meselelere ilişkin kendimize zaman tanımalıyız. Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Bu seçimlere parti olarak girilmiyor. Her ne kadar çalışmalarını parti olarak yapacak olsak da Kasım – Aralık aylarına kadar sürecek bir yeniden yapılanma tartışması için zamanımız var gibi görünüyor. Bu süre zarfında tüm bileşenlerin ve HDK/HDP kurullarının bütünlüğümüzü korumaya ve geliştirmeye yönelik tutum alması, kestirme çözümlerden kaçınması ortak çıkarımıza olacaktır.
Tüzüksel tartışma
Tüzük tartışmalarına bir giriş yapma babından kimi başlıklara ilişkin ilk yaklaşımlarımızı paylaşalım:
HDP kendisini destekleyen yüz binlerce insanın üye olabileceği bir parti olabilmelidir. Başlangıçta sadece teknik bir seçim partisi olarak kurguladığımız HDP şimdi siyasetin esaslı araçlarından biri haline gelmiştir. Ve biz bu araca katılmak isteyen binlerce insana “kusura bakmayın sizi bu partiye üye yapamıyoruz” diyemeyiz. Elbette partiye üye olmak isteyenleri asıl olarak işlevlendireceğimiz alan HDK meclisleri olmalıdır. Ancak bu durum yine de parti üyesi olmak isteyenleri geri çevirecek imkanı tanımaz bizlere. Burada önemli olan partiye kitlesel üyeliğin olup olmayacağı değil, bu üyelerin partide nasıl bir hukukla yan yana duracağıdır. Parti klasik partiler gibi sadece birey/üye hukuku üzerinden kurgulanamaz. Kendisini oluşturan tüm dinamikleri, zeminleri geliştirmeye uygun bir hukuk (HDK hukuku) tanımlanmalıdır.
Bu durum HDP bileşeni olan siyasi parti ve hareketler için kısa vadede bir karışıklık yaratacak gibi görünse de orta ve uzun vadede ortaya çıkacak olan toplam fayda hepimizi için kazanımlar yaratacaktır. Partilerimizin, hareketlerimizin her üyesi aynı zamanda HDK/HDP’nin doğal üyesi olacak. Evet, bizler örgütlediğimiz her yeni insana iki partinin birden üyesi olmasını teklif edeceğiz. Bir yandan komünist bir program ekseninde SYKP’nin üyesi olmalarını sağlamaya çalışırken aynı zamanda bu programın başka güçlerle birlikte sürdürdüğümüz devrimci demokrasi programını da içkinleştirdiğini anlatacağız. Bu programlar birbirlerine alternatif değil, tamamlayan, iç içe programlardır. O yüzden de kısa vadede bir karmaşa ve iş yükü yaratıyor gibi görünen bu durum aslında daha derinlikli bir kazanım sağlayacaktır.
HDP, HDK’de oluşturduğumuz, hem bileşenlerin, hem bireylerin kendilerini etkin bir özne olarak var kılabildiği birey – kurum temsiliyetini, pozitif ayrımcılığı, kota uygulamalarını koruyan sürdüren bir parti olmalıdır.
HDK/HDP’nin önceki deneyimlerden en önemli farklılıklarından biri sadece kurumlar arası hukukla değil, aynı zamanda kurum-birey hukukunu da düzenleyebilmiş olmasıdır. Bu gün “ne var ki bunda” diyebileceğiniz bu mesele geçmiş denemelerde kimi önemli siyasi öznelerin çalışmanın içerisinde olup olmayacağını belirlemişti. HDK/HDP’yi siyasetler arası bir platformdan, siyasetlerin varlığını göz ardı etmeden yeni bir siyasi platform, zemin yaratmaya doğru yönlendirmek kolay olmadı. Halen bunun iki taraflı sancılarını yaşar durumdayız. Zaman zaman bir tarafta HDP’ye bireysel katılımları önemsizleştiren, kolay bypass edilebilir gören yaklaşımlarla, diğer tarafta ise HDP’ye kurumsal katılımların önemini değersizleştiren ve HDP’yi HDP yapanın aynı zamanda bu bileşen olduğunu unutan zorlamalarla karşılaşabiliyoruz.
HDK/HDP programı dışında herhangi bir programa bağlı olmayan kimi bireyler, ayrı siyasi varoluşları anlamsız hatta zarar verici görebiliyor. Her eylem öncesi yaşanan HDP bayrağı, kurum bayrağı tartışması biraz da bu bakışın sonucu. Yeri gelmişken belirtelim, HDK/HDP’nin asıl gücü alanda en kalabalık yürüyen grup olmak değil, alanın potansiyel mücadele dinamiklerinin büyük kısmını kendi bayrağı altında toplayabilmesinden gelmektedir. Yani yüzeyselce savunulanın aksine, HDP kortejinde ne kadar çeşitli bayrağı toparlayabilmişsek o kadar başarılı olmuş sayılırız. Bu noktada belki de asıl becermemiz gereken, kendi özgün bayraklarımızla birlikte HDP’nin bileşeni olduğumuzu gösterebilecek bir tasarımı ortaya çıkartabilmektir.
HDP kendisini oluşturan ve birbirlerinden farklı programatik derinlikleri/uzamları olan parti, grup, çevre, hareket, birey, toplumsal/bölgesel dinamik ve özgünlüklerin konfederal bir anlayışla birlikte hareket zeminidir. Bu zemin korunmalı, HDP tüm bileşenlerinin kendilerini ayrıca ifade ve var edebileceği, bütünden ayrı davranabilme, kendini HDP’nin herhangi bir bileşeninden ayrıştırabilme hakkına ve imkanına sahip olduğu konfederatif bir yapı olarak varlığını sürdürmelidir. Ortaklaşılan meseleler dışında birbirlerine hiç değmeyen ve etkileşmeyen federatif/özerk alanlar olarak değil, özgün alandan ortak alana, ortak alandan özgün alana etkileşim kanallarının açık olduğu bir konfederal parti olmalı.
HDP’de yan yana gelen güçlerin konjonktürel siyasi yönelimleri yer yer birbirinden farklılaşabilmektedir. Tabi ki bu farklılaşmalar aynı zamanda stratejik yönelimlerden de besleniyor. Örneğin, HDK/HDP’de referanduma “Yetmez ama evet” diyenler, “Hayır” diyenler ve “Boykot” diyenler var. Daha yakın örnekler olarak, Gezi isyanına, Arap isyanlarına, Suriye’deki gelişmelere, 17 Aralık operasyonuna birbirinden oldukça farklı bakan duruşlar mevcut. Bu duruşlar anlık siyasi tespitlerden meydana gelmiyor, programatik arka planları var. HDK/HDP’nin başarısı bu farklı duruşları bir demokratik mücadele programı etrafında yan yana tutabilmesidir. Hal böyle olunca her yeni siyasi gelişme karşısında HDP kendisini yeniden yeniden kuruyor. Bu farklılıklar bir yandan işleyişte aksamalara yol açsa da yapının dinamizmini korumaya katkı sağlıyor.
Programatik tartışma
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki demokrasi mücadelesini sosyalizm mücadelesinden önceki bir evrede verilecek bir dönemsel mücadele olarak değil, bizzat sosyalizm mücadelesinin parçası olarak görüyoruz. SYKP programına gönderme yaparak izah edecek olursak, “Türkiye’de devrimci-demokratik bir dönüşümün ve sosyalizme yönelişin ifadesi olacak demokratik ve sosyal bir cumhuriyet uğruna” verdiğimiz mücadelenin “demokratik” kısmını HDK/HDP’yle, “sosyal” kısmını SYKP’yle yapıyor değiliz. Devrimci demokrasi mücadelesi, kendi başına sınıfsal bir anlam yüklenmeyen “demokrasi” mücadelesinin sınıfsal yönelimini belirlemektedir. Biz demokrasi mücadelesini burjuva demokrasisi sınırları içerisinde değil, bizzat kapitalizmi ortadan kaldıracak ve yerine işçi sınıfının ve ezilenlerin iktidarını kuracak bir kesintisiz devrim sürecinin parçası olarak görüyoruz.
Bunu söylerken HDK/HDP içerisindeki tüm bileşenlerin ve bireylerin demokrasi mücadelesi anlayışının bizimle aynı olmadığının da farkındayız elbette. HDK/HDP programı henüz tam olarak sentezlenememiş bir radikal demokrasi/devrimci demokrasi tartışmasıdır bir nevi. Bu anlamıyla bir çeşit arayış, yoklama, etkileşim, harmanlanma ve hegemonya mücadelesi programıdır. Programda her iki anlayış da kendisini bulabilir, varlığını meşrulaştırabilir, anlayışını derinleştirecek kanallar yaratabilir. Bu programatik farklılığın yan yana duruşu, birbirini zorlaması, etkisi altına almaya çalışması meşrudur. Ancak birinin diğerini yok sayması ve varlık alanını ortadan kaldırması HDK/HDP’yi kurarken anlaştığımız uzlaşma zeminin ortadan kaldırılması anlamına gelecektir. Büyük olasılıkla mücadelenin seyri içerisinde bu tercih yapılmak zorunda kalacaktır anacak bu gerçek bir zorunluluğun, tıkanmanın, aşma ihtiyacının sonucu olmalıdır. SYKP olarak biz elbette farklı siyasal geleneklerden ve tarihlerden gelmiş diğer sosyalistlerle birlikte devrimci demokrasi anlayışının “galebe çalması” için uğraşacağız. Henüz bu uzlaşı zemini ortadan kaldırmayı gerektirecek bir gerçeklikle yüz yüze değiliz. Hal böyleyken atılacak erken adımlar objektif değil, sübjektif bir zorlama anlamına gelecektir.
Kürt Özgürlük Hareketi ve önderliği uzunca zamandır bir yandan düşmanla savaşırken, diğer yandan da yeni bir paradigma oluşturma çabası içerisinde. PKK lideri ve Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu programatik zemin geçmiş birikimlerin gölgesine sığınılarak değerlendirilebilecek yüzeysellikte değil. Sosyalizm anlayışında yenilenme arayışı bizim partimizin de ana motivasyon kaynağıdır. Sırf bu bile Öcalan’ın tezlerini daha dikkatli incelemek için gerçek bir gerekçe oluşturuyor. Reel sosyalizm deneyimlerinden dersler çıkarma, sosyalizm mücadelesini günümüzün devrimci demokratik mücadele dinamikleriyle yeniden harmanlama, emek sermaye mücadelesinin güncel karşılığını arama, diğer çelişkileri bütünsel bir paradigma etrafında birleştirecek paradigmayı yaratma, bütün bu arayışları yerel ve tarihsel bağlarıyla birlikte yorumlama çabası ortak yöntemimiz diyebiliriz. Bu arayışların önemli bir kısmında ortak sonuçlara ulaşıyor olsak da (ki bu aslında dünya genelindeki sosyalizm tartışmalarına da denk düşüyor) ortaya koyduğumuz paradigmada temel farklılıklar olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ayrıntısı başka bir yazının konusu ancak çok genel düzeyde baktığımızda dahi, kadın kurutuluş mücadelesi ve ekoloji mücadelesine verdiğimiz önem bizi bir birbirimize önemli ölçüde yaklaştırıyor olsa da kapitalizmi aşma/yıkma noktasında emek – sermaye çelişkisine biçtiğimiz anlam programatik zeminlerimizi köklü biçimde birbirinden ayırıyor.
Öcalan’ın (Kürt Özgürlük Hareketi’nin) sosyalizm anlayışıyla, SYKP’nin sosyalizm anlayışı bir ve aynı değildir. Şayet öyle olsaydı çekincesizce gereğini yapardık. Bu eşleştirmeyi Yeşil ve Sol Gelecek Partisi, EMEP ya da ESP ve diğer bileşenler için de farklı düzeylerde yapabiliriz.
Eski bir kavramlaştırmayla, minimum programa ilişkin yaptığımız bir tartışmada maksimum programlara ilişkin belirlemeleri yapmamızın sebebi önümüze gelen programatik tartışma ihtiyacının bağlamlarına işaret etmekti. KÖH, farklı düzlemlerdeki siyasi önderliklerinin ağzından HDP’ye biçtikleri “radikal demokrasi” görevini açıklıkla ortaya koyuyor. Dostlarımızın bu yaklaşımları programatik zeminleriyle tamamen tutarlı. Ancak HDP’yi “radikal demokrasi”nin kalesi olarak ilan etmekte ısrar, orada devrimci demokrasi mücadelesi anlayışıyla var olanlara ya kapıyı göstermek ya da oportünistlik yapmayı teklif etmek anlamına gelecektir.
En genel hatlarıyla radikal demokrasinin emek sermaye mücadelesiyle kimlikler mücadelesini eşitleyen yaklaşımı, demokratik dönüşümü kapitalizm sınırları içerisinde gerçekleştirme öngörüsü, siyasal devrim perspektifi yoksunluğuyla, bizim kapitalizmi aşma/yıkma mücadelesinde diğer çelişkileri devrimci dönüşümün bileşeni olarak görmekle birlikte emek sermaye çelişkisini merkeze koyan, kapitalizmi aşmanın ancak emekçiler ve ezilenleri iktidara taşıyacak bir siyasal devrimle olabileceğini öngören devrimci demokrasi anlayışımız aynıymış gibi davranamayız.
Kısacası önümüzdeki sürecin programatik zeminde ihtiyaç duyduğumuz tartışmaları da gereken ciddiyetle yapabileceğimiz bir perspektifle planlanması gerekiyor. “Yaptık oldu” anlayışı bizi kısa vadede hızlandırsa da uzun vadede tökezletecektir.
3- HDP – HDK ilişkisi
Biz HDK’yi tüm ezilen ve emekçilerin buluşma, etkileşim, kararlaşma ve organize olma zemini olarak kurduk. HDP’ye sığdıramayacağımız böylesi bir zemin halen gerekli ve elzemdir. Ancak bu zemin geriye, eski HDK yapılanmasına aynen dönerek etkili bir araca dönüştürülemez. Daha önce HDK’nin önüne HDP’yi kurma görevi koymuştuk. Şimdi ise HDP’nin önüne yeniden HDK’yi kurma görevi koymalıyız. Ve daha güçlü, kuruluş temellerine daha yakınlaşmış bir HDK’yi…
HDK’nin yeniden kuruluşunda özellikle dikkat etmemiz gereken iki husus mevcut. Birincisi yerel ve alan meclislerini mutlak olarak kurmak ve işletmek. İkincisi ise HDK’nin siyasal/politik odaklaşmadan çok, sosyal/toplumsal etkileşim, koordinasyon alanı olarak işlemesini sağlamak. Meclisleri gündelik yaşamın parçası haline getirmeyen, söz-yetki-karar organları olarak işletmeyen, faaliyetini siyasi temsiliyetler ve yürütme kurulları üzerinden işleten bir HDK asla muradına eremeyecektir. Aynı şekilde, HDK’nin kuruluş saiklerine uygun olarak, farklı öncelikleri ve politik/siyasal hassasiyetleri olan birey, çevre, grup ve siyasi yapıların HDP’den çok daha esnek bir tarzda yan yana duruşuna imkan tanıyan bir yapıya kavuşamaması, ister istemez HDP ve HDK’yi aynılaştıracaktır.
HDP elde ettiği görece başarıyla sadece HDP/HDK ilişkisi bağlamında değil dışımızdaki muhalefet zemininde de yeni bir yan yana gelişin çağrıcısı, kurucusu olma meşruluğunu kazanmıştır. Şimdi hem kendi birikimine doğru hem de kendi dışındaki devrimci, demokratik zemine doğru yeniden, yeni bir HDK kurma hamlesi yapma sorumluluğuyla yüz yüzeyiz.
Burada, daha önceki tespitlerimize, gözlemlerimize ve HDK’yi genişletmek için yaptığımız girişimlerde aldığımız cevaplardan çıkardığımız sonuçlara takılı kalmamalıyız. Bir önceki dönemin dengelerinde HDK’ye katılmayan tüm ezilen, sömürülen emekçi, demokrat ve devrimcilere, DHF’ye, ÖDP’ye, Halkevlerine, TKP’ye, EHP’ye, diğer devrimci –demokrat kurum, çevre ve bireylere, demokrat Alevilere, AKP’nin hegemonyasından kurtulmayı başaramamış yoksul, demokrat Müslümanlara, CHP’nin içerisindeki gerçek demokratlara “gelin, yeni Türkiye’yi hep birlikte kuralım” demeliyiz. Alacağımız cevabın daha öncekilerle benzer olacağını düşünüyor olsak dahi bu hamleyi yapmak siyasi sorumluluğumuz gereğidir.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu konuda oldukça önemli bir fırsat sunuyor. Şayet HDK/HDP Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, tüm kuvvetlerin, 1. turda dahi olsa, ortak bir aday etrafında birleşeceği bir hamleye çevirmeyi başarabilirse, HDK’yi çok daha geniş bir zeminde realize edebilme imkanı da yakalamış olacaktır. Şimdi hiçbir büyüklenmeye, komplekse kapılmadan “gelin, AKP’yle, CHP-MHP-Cemaat ittifakıyla değil, bizimle birlikte gerçek bir alternatif yaratın” diyebilmeliyiz. Ve burada yakalayacağımız yeni ilişki halkasını HDK meclisleri içerisinde organik ilişkiye çevirebilmemiz gerekiyor. Şayet böyle bir etkileşim söz konusu olursa o noktada isim takıntısı bile yapılmayabilir. HDK ismi bizim için bir geçiş sürecinin önemli bir aracı olarak kalabilir. Geniş bir çevreyi daha yeni ve demokratik bir Türkiye’yi birlikte kurmaya ikna edebileceksek, ismimizin HDK ya da bir başka şey olması çok da önemli değil. Önemli olan örgütlülüğümüzü geriye düşürmeyecek, ileriye taşıyacak yol ve yöntemler bulmaktır.
4- BDP’nin HDP’de eritilmesi
70’lerde bir mecburiyet ve meşrulukla yolları birbirinden ayrılan Kürt ve Türkiyeli diğer sosyalistlerin yeniden buluşma hamlesidir HDK/HDP. Kürt Özgürlük Hareketi ve önderliğinin bu bilinç ve sorumlulukla davrandığının elbette farkındayız. Ve şimdi, Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt siyasetinin tüm alan ve dinamiklerini yeniden inşa etme çabasında. Bu çabanın bir parçası da stratejik ortaklığımızı sürdürdüğümüz HDK/HDP alanıdır.
BDP, Kürdistan’da ayrı bir organizasyonla (Demokratik Bölgeler Partisi) Kürdi varlığını sürdürmekle beraber batıdaki varlığını tamamen HDP’nin içerisine kaydırma ve HDP’yi Türkiye çapında “Radikal demokrat bir kitle partisi yapma” eğilimini bizlerle ve kamuoyuyla paylaşmış durumda. Bu yaklaşımın Kürt Halk hareketiyle Batıdaki devrimci, demokratik güçleri daha da yakınlaştırma niyeti taşıdığı tartışılmaz. Ancak bu hamlenin, niyeti böyle de olsa, bu niyete hizmet edip etmeyeceğini tartışmak durumundayız.
BDP’nin varlığını sonlandırarak tüm gücüyle HDP’nin içine yerleşmesi, niyetinden bağımsız olarak, HDP’yi büyük BDP yapacak, asıl olarak da HDP’yi HDP yapan konfederatif yapısallığını bozacak, kuruluş temellerini sarsacaktır. Güçler eşitsizliğini dikkate aldığımızda, kimi önleyici düzenlemeler yapılsa da, bu hamlenin böyle sonuçlanmayacağını iddia etmek fazla iyimser kalacaktır.
Burada mesele sadece güçler eşitsizliği meselesi değildir. Hatta bu görece daha kolay halledilebilir olandır. Asıl mesele, Kürt Özgürlük Hareketinin güncel, konjonktürel, stratejik mücadelesinin kapsamı ve bağlamlarıyla batıdaki devrimci demokrasi güçleri arasındaki farklılıklardır. KÖH haklı ve meşru olarak batıda da atacağı her adımda dört parça Kürdistan’daki güçler dengesini, bir bölge/dünya siyasi aktörü olarak bölgesel/küresel güçlerle ilişkilerini hesap etmek zorundadır. Olası gelişmeler üzerinden öne çıkartacağı hassasiyetleri/taktikleri tüm parçalarda ve Batı’da hayata geçirmek zorundadır. BDP’nin ayrı bir siyasi hareket olarak kurumsal varlığı, bu özgünlüklerle birlikte varoluşumuzu, ortak yürüyüşümüz yer yer zorlayabilse de mümkün kılıyor. Kürdi öznenin Batı’da görünmezleşmesi (ortadan kalkması demiyorum, zira ortadan kalmayacağı hepimizin malumu), Kürt Hareketini tüm gerilimlerini, hassasiyetlerini, önceliklerini Batı’da HDP’ye taşımak zorunda bırakacaktır. Bu niyetlerle ya da önlemlerle ilgili bir durum değildir. Siyasetin gereğidir, zorunluluğudur.
Bugüne kadarki biçimiyle, zorunda kaldığında bağımsız siyasal kimliğiyle kendini ifade eden, müdahale eden BDP, artık bunların tamamını HDP aracıyla yapmak zorunda kalacaktır. Bunu yapmadığında ise mücadelenin bütünü dahilindeki görevlerini aksatmış olacaktır. Oysa HDK/HDP içerisindeki bağımsız varlığını koruyarak hem “Türkiye’nin demokratikleştirilmesi”, hem de “Kürdistan’ın Özerkleştirilmesi” görevlerini layığıyla yerine getirebilecektir.
Bizler açısındansa, Kürt Hareketiyle aynı yaklaşımı göstermediğimiz durumlarda HDP’deki birlikte yürüyüşümüzü sürdürürken aynı zamanda kendimizi ayrıştırabilme imkanı tanıyacaktır.
Söylediklerimizin havada kalmaması için örneklendirelim; Gezi sürecinin ilk günlerinde, AKP’nin yolsuzluklarını ortaya çıkaran 17 Aralık operasyonunda, Suriye’deki emperyalist/İslami çeteci işgale karşı takınılacak tutumda BDP’yle (KÖH’le) HDK/HDP bileşenlerin önemli bir kesiminin değerlendirmesi farklıydı. Bağımsız siyasi kimliğin varlığı, bu farklıklara rağmen ortak yürüyüşte bir kırılma yaşanmamasının garantisi oldu diyebiliriz. Önümüzdeki günlerde HDP’nin karşısına bir Avrupa Birliği (AB) tartışması gelse nasıl bir ortam oluşur dersiniz?
Şüphesiz bu hamlenin sadece olumsuzluklarından bahsedemeyiz. Kürt Hareketinin yeni konumlanışı karşılıklı olarak batı güçleriyle etkileşimi arttıracaktır. Hele ki, Öcalan’ın 1 Mayıs mesajında vurguladığı “kapitalist moderniteye karşı işçiler ve işsizlerin önderlik etme” zorunluluğu KÖH’le batıdaki devrimci demokrasi güçleri arasındaki etkileşimi daha da güçlendirecektir.
Organik partiye doğru gidişin ilk hamlesi sayılabilecek bu adımı atabilmek için teorik/politik/örgütsel olarak daha ciddi emek vermemiz gerekmektedir. Bu bir ortak mücadele, tartışma, sentezlenme ve süreç meselesidir.
Şayet önemsiz görebileceğimiz farklılıklarla ayrı siyasi örgütler olarak duruyor olsaydık, bu hızlı geçiş desteklenebilir, hatta güçlü bir organik özne yaratmanın önünde engel oluşturan sübjektif yaklaşımlardan kurtulmak için yapılmış cesur bir hamle olarak okunabilirdi. Ancak durum bugün için böyle değil. Kürt Özgürlük Hareketinin farklı düzlemleri arasında ve BDP zeminin kendi içerisinde dahi önemli sayılabilecek görüş farklılıkları varken, bizlerle aralarındaki farklılıkları –devrimci bir tarzda aşmaksızın- görmezden gelmek en hafif değimle naiflik olacaktır.
Bizce BDP varlığını konfederal bir yapı olan HDP’nin bir bileşeni olarak korumalı (illa bir parti olarak olmasa dahi grup, platform, hareket olarak), birey-kurum hukuku etrafında temsiliyetini sağlamalı ve bu ezilenler, emekçiler konfederasyonunu, stratejik mücadele ortaklığını hep birlikte büyütmeye devam etmeliyiz.
19 Mayıs 2014