AKP’ye karşı yürütülecek mücadele için araçları Sorbonne, Berkeley, daha nice üniversitenin öğrencileri ve ülkeyi savaşa gidemez hale getiren işçiler yarattılar. Gerçekten de ‘mücadele bir halka gibi bir yerinden başlıyor ve asla bitmiyor’.
GÖKCAN AYDOĞAN
Türkiye’de bir heyula dolaşıyor, 68 hareketinin heyulası
Amerika, Meksika ve Avrupa’da tarihin en büyük öğrenci hareketini, en yaratıcı sloganlarını ve mücadele şekillerini, büyük üniversite işgal ve boykotlarını yaratan hava bugün Türkiye’de hiç olmadığı kadar hissediliyor. 68 öğrenci hareketini yaratan bir çok etmen sayılabilir. Fakat bunlar arasında fitili yakan Vietnam savaşı karşıtı mücadele oldu. Soğuk savaş döneminde Vietnam’daki işgali kaybeden Fransa’nın geri çekilişini bir mağlubiyet olarak göstermemek ve sola bir moral üstünlüğü vermemek için Amerika’nın kendini Vietnam savaşı batağına sapladığı bir dönemde en yakıcı muhalefet öğrenci hareketinden geldi. O zamana kadar etki alanı büyük olmayan gençlik örgütleri ve sendikaları devletle karşı karşıya gelecek mücadeleler yerine kültür, yaşam tarzı, özgürük alanları ve daha çok söz hakkı için mücadele yürütüyordu. Geleceksizlik, üniversitelerde artan devletin ‘savaşa katılım’ propagandaları –öğrenciler Türkiye’deki gibi askere alınmıyorlardı, buna gönüllü olmalıydılar-, Vietnam’da ölen, sakatlanan, derin psikolojik sorunlarla dönen gençler, öğrenci mücadelesini daha radikal bir noktaya sıçrattı. Savaş karşıtlığı ve emperyalist müdahalenin haksızlığı gençlikte bir karşılık buldu ve 68 hareketi meşhur kitleselliğine ulaştı.
50 yıl sonra Türkiye’deki öğrenci hareketi için ‘Paris 68’i ihtimâli
68 döneminde artan toplumsal muhalefetin geliştiği koşullar Türkiye, Avrupa ve Amerika için oldukça farklıydı. Amerika ve Avrupa emperyalist politikaların sahibi ve uygulayıcısı, Türkiye ise ‘kapıkulu’ydu. Devlet geleneklerinin, burjuva demokrasisinin gelişkinliğinin farkı ve emperyalizmle sahip-kapıkulu ilişkisi Amerika ve Avrupa’da emperyalizmi zayıflatmaya ve durdurmaya çalışan, buna göre söylem ve eylem örgütleyen geniş yelpazede içeriden büyük muhalefet yaratırken, Türkiye için ülkeyi emperyalizmin kapıkulluğundan koparmayı ve bağımsızlığını hedefleyen devrimci örgütleri, THKC ve THKO’yu yarattı. Türkiye öğrenci hareketi Amerika ve Avrupa’nın öğrenci hareketi duraklarına neredeyse hiç uğramadan başka dinamikler ile şekillendi ve gelişti.
Fakat bugün gelinen noktada Türkiye’de öğrenci hareketi için alacağı başka bir pozisyon var. Vietnam’ın, Suriye ile yer değiştirdiği, Suriye’yi işgale vardıracak kadar Ortadoğu’ya dair yayılmacı planları olan bir AKP ve aralarından su sızmaz ortağı IŞİD’in bombalarının sokaklarımızda ve mitinglerimizde patladığı bir Türkiye’deyiz. AKP’yle Türkiye Ortadoğu’da kapıkulluğunu bırakıp başrole soyunuyor.
Tarih kuşku duyulacak şekilde tekerrür ediyor, ikincisinin trajedi olmaması muhalefet dinamiklerinin meseleyi kavramasında gizli: Gezi’yi yaşamış öğrenci mücadelesi yaşam tarzı, özgürlük alanları ve daha çok söz hakkı mücadelesi eşiğinden radikal bir Ortadoğu’da emperyalizm ve savaş karşıtı mücadeleye sıçramayı bekliyor. Sorbonne öğrencileri gibi arkadaşları, tanıdıkları ve yaşıtları kendilerinin olmayan bir savaşa gönderiliyorlar. Suriye Türkiye için bir bataklık olmaya adım adım yaklaşırken AKP’lilerin dahil savaşa onayını almak için üstün bir çaba ve yalan haber-propaganda çalışması yürütülüyor. Bu planlara karşı verilebilecek en iyi cevap Amerika ve Avrupa’nın 68 kuşağı mücadelesinde doğruları ve hatalarıyla önümüzde duruyor. Savaş planları yapan AKP’ye karşı yürütülecek mücadele için araçları Sorbonne, Berkeley, daha nice üniversitenin öğrencileri ve ülkeyi savaşa gidemez hale getiren işçiler yarattılar. Gerçekten de ‘mücadele bir halka gibi bir yerinden başlıyor ve asla bitmiyor’.
Savaş karşıtı mücadelenin ikinci ayağı: ‘iki, üç daha fazla Rojava!’
AKP’nin Suriye’de savaş planları sadece Ortadoğu’da daha fazla güç ve etki sahibi olmayı değil Rojava’da bir alternatifin ve başka bir dünyanın umudunu bitirmekten de besleniyor. Bu umudu kırmak için açıkça IŞİD’i besleyip büyüten, elinden geldiğince her türlü desteği sunan AKP, IŞİD’in YPG/YPJ karşısında tutunamamasının ardından ‘kendi işini kendin yap’ diyerek Türkiye’yi Suriye’de savaşa çekiyor. Sadece IŞİD’e kalkan olan Fırat Kalkanı işgali, Musul operasyonu ve Rakka kuşatması planları nasıl bir belaya çekildiğimizi açıkça gösteriyor. Durum böyleyken, Rojava’yı yalnız bırakmamak için AKP hükümetini savaşa gidemez hale getirecek bir mücadele örmek zorunluluk halini alıyor. Savaşa zorla gönderilenler, çocukları savaşa gönderilenler, savaştan sakat ve psikolojik sorunlarla dönenler, olası asker pozisyonundaki öğrenciler ve hayatı durdurmanın önderliğini yapacak olan işçileri bir araya getirecek bağ geliştirmeliyiz.
Peki ya o zaman, ‘ne yapmalı’?
AKP’nin IŞİD ortaklığı, sınır ötesi operasyon hayalleri, üniversitelerdeki selefi hareketin cesaretlenmesi ve büyümesi, faşizmin günbegün kurumsallaşması, öğrenci hareketinin bugünkü talepleriyle ulaşamadığı geniş bir gençlikle yeni bağlar kurmasının imkanını yaratıyor. Fakat bugün varolan örgütsüz hal bir çok pratiğinde önünü tıkıyor, polis tarafından bastırılmasını kolaylaştırıyor. Savaş dönemi boyunca sürecek olduğunun sinyalleri verilen OHAL; nasıl örgütlenmek, nasıl eylemler örmek gerektiğini düşünmeye zorluyor.
Meydanlar, en basit demokratik eylemler ve basın açıklamalarına dahil kapatılmış durumda. Üniversitelerde afiş asmak dahi üstüne düşünülmesi gereken halde. Aynı zamanda, yukarda bahsedilen huzursuz ve iktidara tepki hali büyük bir örgütlenme olanağı olarak ortada duruyor. Bu nedenle, öğrenciler ile ilişkiyi kopartacak, onları sokaktan uzak tutacak değil sokağa doğru yüreklendirecek metotların bulunması bir zorunluluk: Türkiye’nin şartlarında daha örgütlemeye çalışılan öğrenciden cesaret bekleyip alışılagelmiş eylemliliklerde kendilerini var etmelerini ve öne atmalarını beklemek çok akıl kârı değildir. Meydanları tekrar ele geçirebilecek güce erişene kadar, sınıflar, kampüsler, üniversite duvarları geri kazanılmalıdır. Örgütlenecek eylemler, polisin saldırısıyla dağıtıldığında katılacak öğrencilerde bir bilinç sıçraması yaratacak şekilde meşru ve haklı örülmelidir. Bu meşru zemin iktidarın saldırmayacağı sloganlar ve kampanyalar çevresinde toparlanmak değil, söylenmek isteneni eğip bükmeden öğrencilere hitap edecek şekilde ve onların katılımı kolaylaştıracak formda slogan ve eylemler örmektir. Sivil itaatsizlikle başlayan süreçlerin, ‘parlemento-dışı muhalefeti’ grubuna, RAF’a, daha nice köklü öğrenci örgütleri ve sendikalarına evrilmesi tecrübesi ortadadır. Söylem ve eylem kalıbını doldurup taşana kadar doğru kabın seçilmesi, öğrencileri dönüştürmek isteyenlerin kendilerini dönüştürmekten korkmaması, ‘küçükten başlamaktan’ çekinmemesi, örgütlenmeyi bütünlüklü kavraması elzemdir. Gülmenin dahi devrimci bir eylem olduğu Türkiye’de, sokaklarda hep beraber gülebilmenin yolunu aramanın, çevik kuvvetin boğazında patlayacak güzel bir taştan daha değersiz olmadığı bir süreçte olduğumuzu kavramak elzemdir.