Kadir Akın yazdı: Güçlü gibi görünen AKP-Saray iktidarının aslında en zayıf döneminde olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Onu güçlü gibi gösteren karşısında örgütlenmiş bir toplumsal muhalefetin olmayışıdır. Gelecek yılları kazanmak, zifiri bir karanlığa teslim olmamak ancak yan yana gelmekle mümkün.
KADİR AKIN
Başkanlık talebiyle parlamenter rejime karşı fiili durum yaratarak, erkler ayrımını ortadan kaldıran, yasamayı doğrudan yürütmenin tahakkümü altına sokmaya çalışan AKP-Saray iktidarı, bu yürüyüşünü, önceden haberdar olduğu artık besbelli olan 15 Temmuz askeri darbe girişimi ile oldukça kolaylaştırmış görünüyor.
Taktikleri konusunda ayrıntılı bir bilgiye sahip olmasa da haberdar olduğu ve (belki) kışkırttığı bu darbe girişimine, AKP bilinçli olarak yol vermiş ve ortaya çıkan sonuçlarından faydalanarak, istediği totaliter rejimi artık inşa etmeye başlamıştır.
AKP iktidarı tarafından tırpanlanan demokrasi ve laisizmin son kalıntılarının da ortadan kaldırılmasına yönelik olduğu tümüyle açığa çıkan askeri darbenin bastırılması, onu da içinde büyüten sistemin değişmesi ve demokrasinin saldırıdan kurtarılması anlamına gelmiyordu. Aksine, darbenin elde etmek istediği amaçların, darbeyi bastıran güç tarafından ilan edilen OHAL vasıtasıyla gerçekleştirilmesi anlamına geliyordu. Darbe girişimi her ne elde etmek istiyorduysa şimdi AKP-Saray iktidarı “demokrasi kahramanı” olarak aynı şeyleri istemektedir.
Ustaca oynanan “demokrasicilik” oyunu, İslami Faşizm olarak tanımlanabilecek bir devlet biçiminden zarar görebilecek kimi kesimleri de paralize etti ve vatanın tehdit altında olduğu, bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalındığı propagandası ile bu kesim nötr hale getirildi. Kutuplaştırma siyaseti zaten AKP’nin temel politikasıydı. Bu siyasetten beslenerek kendisini iktidarda tutma becerisini yıllardır gösteriyordu. Darbecilere karşı sürdürülen operasyonlar kısa bir süre içinde “darbeye de teröre de” karşıyız denilerek HDP’ye yöneldi ve milliyetçi ajitasyonun dozu arttırılarak seçilmiş belediye başkanları tutuklanmaya, yerlerine kayyum atanmaya başladı. Bu uygulamanın yakın bir zamanda milletvekillerine yönelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
7 Haziran seçimleri sonrası başlatılan Kürt savaşının doğurduğu gerilim, ilan edilen OHAL ve yaratılan topyekûn savaş ortamı ile AKP-Saray, bütün amaçladıklarını sırasıyla yaşama geçirecek ortamı yaratmış oldu. OHAL’in 3. kez uzatılma tarihi, şimdi MHP’nin de desteğiyle meclisten geçirileceğe benzeyen referandum tarihiyle çakışıyor. Artık iktidar eliyle yaratılan çatışmalı ve gerilimli günlerin bizi beklediği düşünülürse gerçekten de OHAL için “12 ay bile” yetmeyecek ve kalıcı hale getirilecektir. O tarihlere gelindiğinde de toplumsal muhalefet güçleri için yapılabileceklerin oldukça sınırlı olacağı ve başka bir düzleme geçileceği de şimdiden görülmelidir.
Geç mi kaldık?
Otoriter bir sisteme doğru hızla ilerlendiği hele de bunun faşist bir diktatörlüğe evrileceği konusundaki endişelerin arttığı bir momentte, bu konudaki yaklaşım farklılıkları nedeniyle, bugüne kadar derli toplu bir mücadele hattının yaratılamamış olduğunu saptamalıyız. Bu konuda sol içinde 8-9 ay önce başlayan tartışmalara ve analizlere belli ki birileri hiç inanmadı. Tehdit algısı karşısında herkesin saati farklı zamanlara ayarlıydı. Kürt sorununa bakıştaki farklılıklar da yan yana gelişin önünü kesen temel faktörlerden birisi oldu. Genel olarak solun mecalsizliğini ise belki de ilk sıralara yazmak gerekiyor. Sanki sıradan bir gericilik sürecinden geçiliyordu! Sanki 7 Haziran’a giden ya da sonrası koşullardaydık! Olağan üstü bir sürece girdiğimizin ayırdına varmak, öncelikle ittifaklar politikasını ve toplumsal muhalefetin dizilişini doğrudan etkileyen bir durum olarak algılanmalıydı ama böyle olmadı.
Bunun böyle olmadığı 15 Temmuz darbe girişimi sonrası CHP’nin Taksim’de düzenlediği mitinge ilişkin takınılan tutumla kendini açığa vurdu.
Sonuçta herkesin kendine ait alanlarda yaşamını sürdürdüğü, faşist diktatörlük lafları karşısında da “yok canım oralara varmaz” diye kendini avutma yolları bulduğu, iktidar bloğunun kendi içindeki kapışmasının beklendiği ya da “bu kadarına da izin vermezler” diye uluslararası güçlerin konumlanışı üzerine analizlerin ortalığı kapladığı bir sürecin içine girildi. Kuşkusuz böyle düşünmeye neden olacak olguları elimizin tersiyle itemezdik ama bu düşünüş sistematiğine teslim olmak, en kötüsünü düşünüp buna hazırlanmaktan bizi alıkoydu ve kendi dinamiklerimizi açığa çıkarmakta bize zaman kaybettiren faktör haline geldi.
Elbette hemen herkesin aynı fotoğraf karesinde poz verdiği Emek ve Demokrasi için Güç Birliği, Önce Demokrasi İnisiyatifi, yerellerde kurulmuş eylem birlikleri ve Demokrasi İçin Birlik hareketini yabana atmamak gerekiyor. Ancak bütün bunlar zaman kaybetmiş olunduğu gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik bütün bu oluşumların kitleler nezdinde henüz rüştünü ispatlamamış olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Toplumsal muhalefette kafa karışıklığı
Üstümüze doğru gelen siyasi gericiliğin bugüne kadar gelenlere pek benzemediği görülmekle birlikte sosyalist solun devlet analizi konusundaki kafa karışıklığı, ittifaklar meselesine yaklaşımında kendisini gösterdi. Sonuçta bu yan yana gelişin zemini, bir protokole işaret edecekti. İçinde bulunduğumuz koşullarda faşizme karşı mücadeleyi bir devrim sorununa indirgeyen ve ittifaklar meselesine bu zaviyeden bakan anlayışla konuşulacak konuların sınırlı olduğu kanaatindeyim! Yine içinde bulunduğumuz koşullarda ve sınıflar mevzilenmesinde, sınıf hareketinin durumu ve toplumsal muhalefetin düzeyine bu prizmasından baktığımızda; devrimci-demokrasi programının bile faşizme karşı mücadelede kapsaması gereken güçleri yeterince kapsamayacağı ve “sol-sekter” kalacağı görülecektir. O zaman direniş hattını, dünyadaki anti- faşist cephelerin tecrübeleri üzerine kurmak gerekir.
Eğer faşist bir diktatörlükten bahsediyorsak, sermayenin bir kısmının böylesi bir siyasi gericiliğe itiraz edeceğini ve kendisi üzerinde kurulmaya çalışılan otoriteye razı gelmeyeceği ve rahatsızlık duyacağını da hesaplamak gerekir. Dolayısıyla bu güne kadar yan yana gelmiş ve demokrasinin sınırlarının genişletilmesini de talep etmiş platform ve inisiyatiflerden farklı bir hattın inşasını baştan öngörmek gerekir.
Bu hat, sosyalist programı hedefleyen ya da buna sahip olan Kuruçeşme ve ÖDP süreci ve devrimci –demokrasi programının cisimleştiği HDP’ye asla benzemeyen farklı bir hattır. Bu kurulacak hattın içinde sosyalistler, (sosyalist olmayanlarla) daha geniş bir zeminde yan yana gelirken, gelenek takipçiliğinin yarattığı itişmeden, rekabetten ve kendi gurubunu daha görünür kılma “huylarından” bahsedebilir, geçmişteki oluşumlara ancak ve ancak bu yanıyla referans verip çıkarılacak dersleri konuşabilirler.
Çünkü Faşizme karşı mücadeleyi ve bu amaçla yaratılacak demokrasi cephesini, solun birliği ya da bir partiyi işaret eden yeni bir oluşumla izah etmeye kalkışmak, ayağının altına muz kabuğu koymakla eşdeğerdir!
Kürtlerle birlikte olmak bu kadar zor mu!
Solun bir kesimi ısrarlı biçimde Kürtlerle yan yana görünmek istemiyor, bu bilenen bir gerçeklik. Bir demokrasi cephesinin içinde yer alması gereken bu güçlerle ortak paydanın bulunabilmesi bu kadar da güç olmamalı diye düşünülebilir. Toplumsal muhalefet için yaşamsal denebilecek bu büyük tehdit karşısında bu sorun, çözülmesi gereken bir konu olarak görülebilir. Üstelik HDP’nin Batı’da böylesi bir yan yana gelişin önünü açmak ve kendi özgün talepleri için her hangi bir dayatma içinde olmayacağını, öne çıkmayacağını söylediği koşullarda bunun mümkün olacağı iddia edilebilir. Ne var ki, bu yan yana gelişin mümkün olamadığını geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da gerçekleştirilen Demokrasi buluşmasında bir kez daha gördük! CHP ve HDP’nin kurumsal temsilcilerinin katılıp konuşma yaptıkları toplantıda olması gereken kimi dostlarımız ne yazık ki yoktu!
Bu yan yana gelişe kama sokmaya çalışan “ama orada liberaller var, yetmez ama evetçiler var” diyerek, dezenformasyon yapanlar, acaba toplumsal muhalefete kötülük ettiklerinin farkındalar mı? Bu argümanların da iddia sahiplerinin de gerçekten ciddiye alınır yanları yoktur.
Yerellerde yan yana gelmek mümkün değil mi?
Demokrasi için Birlik toplantısı, katılımcılarıyla, yayımladığı sonuç bildirgesi ile olumlu bir etki yaratmışa benziyor. Toplantıya gösterilen ilgi, DİB’in güçlü bir çıkış yapması için onay aldığına işaret ediyor. Kuşkusuz tehdidin farkında olan ve kendisini çaresiz hisseden kitleler tutunacak bir dal arayışındalar. CHP yönetiminin iktidara karşı çıkışlarının lafta kaldığı, etkili bir sokak hareketi oluşturma konusundaki tutukluğu ve yaşadığı çekince, hiç şüphesiz siyasal iktidarında işine yaramaktadır. DİB’in sonuç bildirgesinde ortaya koyduğu ve CHP’nin reddedemeyeceği çerçeve bu bakımdan önemlidir.
Demokrasi için Birlik sonuç bildirgesinin öncelikli hedefi, “OHAL ve KHK’lerle ülkeyi yönetmek, ‘tek adam yönetimi’ ni kalıcı hale getirmek için atılan adımlar karşısında, OHAL’in sona erdirilmesi ve KHK’lerle yaratılan toplumsal mağduriyetlerin giderilmesi” olarak tanımlandı. Merkezi olarak yan yana gelemeyenlerin yerellerde bu talepler için yan yana gelebilmesinin önünde aslında ne tür engeller var doğrusu anlamak zordur.
Ama yerellerdeki platformları “solculardan” kaim birliktelikler olarak kavrar ve öyle kurmaya çalışırsak şimdiden söyleyelim ki bu başarılı olmayacaktır. Sosyalistlerin büyük tehlike karşısında programlarını ve logolarını geri çekerken enerjilerini bu yan yana geliş için harcamaları ve kitle çizgisini gözeten kitlesel etkinlikler tasarlamaları onların hitap ettiği alanı da büyütecektir. Bildirgede yapı kendisini tanımlarken şöyle demektedir; “Bu yapı çoğulcu, resmi temsil ilişkisine ya da hiyerarşiye yer vermeyen, lideri olmayan, bağlayıcı kararlar almaktan çok uzlaşı arayan, demokratik bir organ olacaktır. Demokrasi için birlik hareketine katılan her kuruluş, her birey kendi ideolojik kimliğini saklı tutarak ortak bir mücadeleyi hedeflemektedir” Bu tarif yan yana gelişte kimi sorunları ortadan kaldıran bir yaklaşıma sahiptir ve ortak tehlikeye karşı son derece basit ve karmaşık olmayan bir işleyiş önermektedir
OHAL’e karşı olmakla işe başlayabiliriz
Toplumsal muhalefet güçlerinin hemen tümünün önceliği Olağanüstü Hal yasasına karşı mücadeledir. Birçok siyasi parti ve birliğin OHAL’e karşı bir mücadele kampanyası başlattığını biliyoruz. Pekâlâ, yerellerde bu amaç için yan yana gelmekle işe başlanabilir. Hatta farklı logolu afişlerimizi birlikte asmak, yaygınlaştırmak, bu amaçla yapılmış her türlü etkinlikte, toplantıda dayanışma göstermek, birleşik antifaşist bir hareketin yaratılmasının kapısını aralayabilir. Güçlü gibi görünen AKP-Saray iktidarının aslında en zayıf döneminde olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Onu güçlü gibi gösteren karşısında örgütlenmiş bir toplumsal muhalefetin olmayışıdır. Gelecek yılları kazanmak, zifiri bir karanlığa teslim olmamak ancak yan yana gelmekle mümkün.