Korkut Akın yazdı: Sergilerin içinden…
KORKUT AKIN
“Sanat, savaşı yener” deyip duruyorum ya, gereğini yerine getirmeliyim. Kuşkusuz kitap okuyorum, film izliyorum, konuşup tartışıyorum… Bir de, bizim ülkemizde ucuz ve kolay olmasına rağmen hemen hiç yapılmayan bir şeyi yapıyorum: Sergilere gidiyorum.
Salt Galata, Pera Müzesi, Arter ve İstanbul Modern’e gittim geçen hafta. Sosyal, ekonomik, siyasal yapının -bir şekilde üstesinden gelmek zor olduğu için- giderek insanı ezen gündeminden, ortamından, baskısından sıyrılmayı başardım. Sadece zamanımı değerlendirmiş olmadım, bir ufuk açıldı önümde. Yeni şeyler öğrendim, yeni tatlar aldım; tümüyle yenilendim diyebilirim.
Her Düşenin Kanadı Yoktur
Dünya var oldu olalı, yerçekimi yasası bilinmediğinde de her şey düşer ve düşüş hep, ama hep devam eder. Kimi öyle, kimi böyle düşer. Kiminin rengi vardır ve farklı etkiler bizi, kiminin ise ne rengini görebiliriz ne sesini duyabiliriz, aslında fark bile etmeyiz.
17 sanatçıdan heykeller, filmler, ‘iş’lerle sizi düşündürmeyi sağlayan Küratör Selen Arslan, Arter’deki (İstiklal Caddesi üzerinde) “Her Düşenin Kanadı Yoktur” sergisinde bize bu çerçeveden sanatın ve sanatçının bakışını sunmasına fırsat tanıyor. Uzak durduğunuz, bir başka deyişle sizinle ilgisi yokmuş gibi olan her şey, biraz sonra içinizi sarıyor ve kendinizi görmeye başlıyorsunuz.
İnsan İnsanı Çekermiş
Karaköy rıhtımında, Galataport inşaatının arasında kalakalmış İstanbul Modern, kuşkusuz kentin yüz akı. Yeni yapılmakta olan Resim Heykel Müzesi, her ne kadar modern bir müze inşaatı olacağını gösterse de iriliğiyle eziyor tarihi dokuyu.
İstanbul Modern, birkaç sergi ve etkinlikle, her zaman size yeni bir dünyanın kapılarını aralıyor. Kalıcı sergilerin yanında uzun süreli sergiler; ikinci, hatta üçüncü kez ziyaret etmeyi de istetiyor insana. Her seferinde yeni bir şey görüyor, yeni bir tat alıyorsunuz çünkü. Bir resimden diğerine, bir videodan heykele, enstalasyondan diğerine yeniden dönüyorsunuz… her biri bir başka gözünüzü açtığı için…
Artists’ Film International’da sergilenen video, animasyon ve kısafilmler ile üzerine yapılan söyleşi ve sunumlar farklı teknolojilerin psikolojik ve sosyolojik etkilerinin yanı sıra yeni teknolojilerin üretim süreçlerini sosyopolitik açıdan ele alıyor.
İnci Eviner retrospektifi ise Güzel olanın içindeki şiddeti, bastırılmış olanın potansiyelini ve bilinçaltının eşsiz yaratıcılığını iç içe örerek güncel, güncel olduğu kadar da zamansız olduğu izlenimi veren yapıtlar kurguluyor. Serginin göçler ve mülteci olma temelli olduğunu belirtirsem, ne denli önemli olduğunu da ifade etmiş olurum.
80 yıllık fotoğraflar 80 fotoğrafçının vizöründen ulaşıyor bizlere. Değişim o denli büyük ve çarpıcı ki, şaşırmamanız elde değil. Şu geçen 80 yılı gerçekten seriyor gözler önüne, Merih Akoğul’un seçkisi…
“Türkiye Sinemasında Ustalar” projesinde “ustasız usta” Lütfi Akad var. Sinemamızın kurucu yönetmenlerinden olan Akad, “sinemacılar dönemi”nin de öncüsü olarak belirleyici… Afişleri, senaryo örnekleri, fotoğrafları ve kazandığı başarılarla (ödüller de yer alıyor) sizin de anılarınızı canlandıracak.
Veri Girişi ve Karşılaşmalar
Pera Müzesi’nde, yöntem ve mecraların sadece bir araç olduğu, Akdeniz Üniversitesi öğrenci ve mezunlarının çalışmalarında çıkıyor karşımıza. Estetik ile yüz yüze geliyorsunuz. Genç ‘dimağ’ların ne denli yaratıcı, yarattıklarının da ne denli çarpıcı olduğunu görüyorsunuz. Serginin bir güzel yanı ise kavramsal bir temasının olmaması… O bir başka heyecan katıyor gezinize…
Dijital oldu her şey. Hayatın her anında, her alanında çıkıyor karşımıza… Katherine Behar’ın, yine aynı müzenin devamlı sergisi Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonundan esinlenerek “bulut bilgi işlem” çalışması, gerçekçi bir gelecek tahmini de yapıyor.
Tek ve Çok
Güncel olduğu kadar yakıcı bir gerçeklik olan “göç” üzerinden yola çıkınca, “Göçebe Mekanlar”ın sergilenmesi bir zorunluluk oluyor kuşkusuz. Salt Galata, bu adımı, “Tek ve Çok” ile 80'lerle birlikte yaşanan sanayileşme değişimini sergileyerek daha da geliştirdi. Şu geçen 30 yıl, ithalden çalıntıya, fikir çalmadan kopyaya, kopyadan da özgün üretime yaşanan değişimin akıl almaz hızının ve gücünün dönemi oldu. Bu süreci, yaşanmışlıklarınızın da anılarıyla izlemek bir şeyleri yeniden hatırlamanın ve o sürece yeniden -kuşkusuz farklı bir bakış açısıyla- bakmanın heyecanı mutluluk verici…
Son olarak; Emirgan’da Sabancı Müzesinde, Kuzgun Acar’ın, ölümünün 40’ıncı yılında, restore edilen ve yeniden yerine takılarak hayata atılacak Kuşlar, soyut kompozisyonu yapıtını da anmadan geçmemeliyim.