KORKUT AKIN yazdı – Rengi farklı, cinsi, dili, dini, seçimi farklı diye ötekileştirilen insanların toplum içerisinde de dibine düşmemiş armut olduğunu baştan kabullenerek insanların gerçekten demokratik, insani ve yaşamsal eğitimden geçmeleri gerekir.
KORKUT AKIN
“XXI. Yüzyıl Kitapları” başlığıyla yayımlanan bu tuğla gibi kitap, aslında herkesin elinin altında bulunmalı, hemen her sosyal çatışmada, gelişmede ve ilişkide rehber olarak kabul edilmeli.
Sayfaların arasına, belirleyici olarak koyduğum ayraçlarla hangi konuda, neye nasıl davranacağımı bildiren, kimi zaman birbiri arasında geçişle ufkumu açan bu kitabın sadece anne babalar değil, en çok da öğretmenler tarafından okunmasını isterim.
Armut dibine düşer kuşkusuz, yamaçtaysa ağaç, düşen yuvarlanır ve başka bir ağacın dibinde durabilir. Dışarıdan bir göz o “armudu” o ağacın meyvesi olarak ele almaya kalkarsa sonuç hüsran olur. Ama armutla insanı karıştırmamak, karşılaştırmamak gerekir. Hemen baştan belirtmekte yarar var… Andew Solomon da “bir bebeği tarif etmeye koyulduğunuzda, bir bebeği ve birini tarif etme durumuna düşersiniz. Bebek tek başına var olamaz; temelde bir ilişkinin parçasıdır o” diyor… İnsan kuşaktan kuşağa, anne babasının getirdikleriyle bazı özellikler taşır. Buna dikey kimlik deniyor. Yatay kimlik ise… anlatılan onlar.
Her insan farklıdır…
Andrew Solomon, New York Times Magazine için, sağır kültürü üzerine yazma görevi aldıktan sonra orada durmamış, “dibine düşmeyen bütün armut”ları araştırmış. Emek yoğun bir çalışma sonucu gerçekten belirleyici bir kitap çıkmış ortaya. Belgelemek istediği toplulukların birçoğuna girmiş, hemen herkesle konuşmuş… Kuşkusuz adlarını değiştirmiş konuştuğu kişilerin, yerlerinin de bulunmasını istemediği çok açık.
Nedir farklılıklar? Wallace Stevensen’ın “İklimimizin Şiirleri”nden bir dörtlükle başlıyor, “farklılığı uğruna dünyadaki her türlü aynılıktan seve seve vazgeçeceğim John için” atfedilen kitap:
“Kusur dediğin bizim cennetimizdir.
Öylesine öfkeyle oturur ki içimize,
Hemen görülür o yakıcılıktaki zevk
Kusurlu sözlerde ve inatçı seslerde”
“Anne Babalar, Çocuklar ve Kimlik Arayışı” alt başlığıyla sunulan kitapta “Oğul”, “Sağırlar”, “Cüceler”, “Down Sendromu”, “Otizm”, “Şizofreni”, “Engelliler”, “Harika Çocuklar”, “Tecavüz”, “Suça Yatkınlık”, “Trans-Cinsiyet” ve “Baba” başlıklarıyla çocukların kimlik arayışları, anne babaların bakışları işleniyor.
Dünya senden ibaret
Down sendromu doğum öncesinden başlarken, otizm çocuğun yürümeye başlamasıyla anlaşılıyor. Şizofren ise ergenlikle baş gösteriyor. Benim bu bir cümleye sığdırdığım husus, -bunu yaşayan ve bilenler için- çok zorlu bir süreç… Zaten Andrew Solomon da gözlemleyip konuştuğu onlarca insanın anlatımını derlemiş. Down sendromu, otizm ve şizofreni diğerlerinden çok farklı. Zihinsel geriliği veya duyumsal bozukluğu olan kişiler için kullanılagelen malûl, sakat, özürlü gibi terimlerin yerine artık engelli denildiğini sizler de biliyorsunuzdur. Kuşkusuz engelin çoklu ve/veya ağır oluşuyla doğru orantılı farklı nitelendirilmesi de söz konusu (Bu konuyu irdelediği ailenin hekimlerin tutumuyla nasıl duvara çarpmış gibi olduğunu, içimde hissettim). Harika çocuklar ise benzer pencereden görülmesi gerekenler… Kolay değil onlarla başa çıkmak ve büyük çoğunluğunun belli takıntılar geliştirmesinin nedeni de bu armudun ağacın dibine düşüp düşmemesiyle doğrudan bağı var.
Her zaman yüz yüze olduğumuz
Bizim ülkemizde, egemen erkin titizlikle gizlemeye çalıştığı, ama artık saklanamaz bir gerçeklik olarak gündemimizden düşmeyen tecavüz de önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor. Tacizin tecavüzün kendisi bir sorun, yarattıkları da… Ama tecavüz sonrası doğan çocuklarla annelerinin (çoğunlukla baba bulunamıyor bile, bilinse de hiçbir sorumluluk almadığından anne, zorunlu olarak tek başına mücadele etmek durumunda kalıyor) aralarındaki gerginlik aşılabilir olmaktan çok uzak. Buna bir de toplumun öteleyici bakışını ekleyin, annenin nefret etmemesi için hiçbir sebep kalmaz.
Birilerinin, “tecavüzcüsüyle evlendirelim” önerisinin bırakın sorunu çözücülüğünü, insanlık dışı olduğunu, bilmem yinelemeli miyim? Bizde bir de sıraya girme gibi, farklı erkeklerin tecavüzü söz konusu ki, nasıl çözüm bulacaklar, kendilerinin de bildiğini sanmıyorum. Onlar, egemen erk olmanın rahatlığıyla esip üfürüyorlar sadece. Sorumlulukları mı var ki!
Eğitimin önemi…
Rengi farklı, cinsi, dili, dini, seçimi farklı diye ötekileştirilen insanların toplum içerisinde de dibine düşmemiş armut olduğunu baştan kabullenerek insanların gerçekten demokratik, insani ve yaşamsal eğitimden geçmeleri gerekir. Kitapta da yer alıyor, ama ahlaki değer demememin nedeni, ahlak denilen şeyin de toplumun duyarlılığıyla doğru orantılı olduğunu kabul ettiğim için. Belki “etik” diyebiliriz, ama ahlak dediğimiz şey, özellikle de bizim ülkemizde ahlaksızlığın ta kendisi.
Demirtaş Ceyhun anlatmıştı… Türkiye Yazarlar Sendikası delegesi olarak katıldığı bir uluslararası toplantıda, konuşmacı “üç üniversite bitireceksiniz” deyince, fırlıyor ayağa, “bizim ülkemizde eğitim düzeyi çok düşük, değil üniversite, lise okumak bile müşkül, bunu neyle dayatabiliyorsunuz” diyor. Konuşmacı, “Meslektaşım beni yanlış anladı galiba, ben üç üniversite derken, dedeniz bitirecek, babanız bitirecek, siz bitireceksiniz… sizden sonraki kuşak ancak belli bir bilince sahip olacak” diyor. Ben de bir ek yapmalıyım: Hemen her kentte açılan üniversitelerimiz (Nabi Avcı’nın kulakları çınlasın… halefini hiç saymıyorum bile) lise düzeyinde bile değil. Yani bizdeki üniversiteler değil kastedilen.
Bilinçlenmek…
Eğitimin en net tanımlarından biri “insan yaratmak”tır. Aslında, buradaki insanı tırnak içine almalı, bilinçli, duyarlı, tutarlı, kararlı insandan söz ediyoruz. “Armut Dibine Düşmeyince” önemli bir kitap, önemli olduğu kadar eğitici, eğitici olduğu kadar dönüştürücü… tam bir başucu/başvuru kitabı.
“Armut Dibine Düşmeyince; Anne Babalar, Çocuklar ve Kimlik Arayışı” Andrew Solomon, Yirmi Birinci Yüzyıl Kitapları, Yapı Kredi Yayıncılık, Mayıs 2016, 846 s.