Gülen Tarikatı ile AKP arasındaki çekişme; 15 Temmuz darbe girişimiyle başka bir aşamaya ulaştı. Yaşananlar her ne kadar iktidar savaşı gibi görünse de, gerçekliğin bu olup olmadığı hala meçhul: ‘‘Fethullah Gülen tarikatı ile AKP’nin arasının bozulmasında tek sebep iktidar savaşı mıydıydı? Yoksa bir vekalet savaşı mıydı?’’
AHMET SAYMADİ
Fethullah Gülen Tarikatı ile AKP arasındaki çekişme; Oslo görüşmelerinin sızdırılması, Mavi Marmara’daki görüş ayrılığı, 17-25 Aralık derken 15 Temmuz darbe girişimiyle başka bir aşamaya ulaştı. Yaşananlar her ne kadar iki güç arasındaki bir iktidar savaşı gibi görünse de, gerçekliğin bu olup olmadığı hala meçhul. Aslında bu yazının yazılmasına sebep olan soru şuydu: ‘‘Fethullah Gülen tarikatı ile AKP’nin arasının bozulmasında tek sebep iktidar savaşı mıydı? Yoksa bir vekalet savaşı mıydı?’’
Biraz geriye doğru esneyerek cevabı bulmaya çalışalım.
Teşkilat-ı Mahsusa’dan gizli devlete
Suat Parlar, ‘‘Kontrgerilla kıskacında Türkiye’’ adlı kitabında Türkiye’de görünen devlet dışında bir de gizli devlet olduğunu, bu gizli devletin ilk nüvelerinin ise Teşkilat-ı Mahsusa’dan geldiğini; Cumhuriyeti kuran kadroların Teşkilat-ı Mahsusa içerisinden geldiğini, bu yapının Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş doktrinini de yazdığını belirtiyor. Bu doktrinin ordu-devlet bütünlüğü çerçevesinde oluştuğunu; ana hattının, ‘‘Müslüman ümmeti, Türk milleti, batı medeniyeti’’ üçlüsünün senteziyle oluştuğunu da ekliyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi üzerine kurulan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının çoğunun Balkanlar kökenli olması ise gizli devlete ayrı bir renk veriyor. Doğup büyüdükleri yerlerin kaybedilmesinden sonra ‘vatansız’ kalan bu insanların, en önemli kaygılarının ‘Vatanlarını kaybetme’ korkusu olduğunu, yaşarkalabilecekleri topraklara canhıraş sahip çıktıkları, bu hassasiyetlerinin oldukça belirleyici olduğunu ve sıklıkla duyduğumuz, ‘Devletin bekası’ kavramının kökünün de buradan geldiğini söylemek mümkün. Savaştan, yıkılan imparatorluktan, kaybettikleri memleketlerinden, ihanetlerden çıkardıkları derslerle beka meselesine özel bir önem atfetmişlerdir.
Yeni kurdukları yapıyı koruma çabasıyla Teşkilat-ı Mahsusa’nın devamı niteliğindeki bir ‘gizli devlet’ yapılanmasını devam ettiren bu kadrolar için; ordu, bürokrasi ve istihbarat yapılanması adeta devletin belkemiği gibidir. TBMM ve hükümetten ziyade, Mili Güvenlik Kurulu’na bağlı çalışan bu yapıya sahip olmak devlete sahip olmak anlamına da geliyor. Bir dönem söylenen, ‘Bu devletin anayasası dışında bir de kırmızı kitabı var. Esas anayasa odur’’ lafının kaynağı da burada. Kırmızı kitap denilen ise, Milli Güvenlik Kurulu tarafından yazılan ‘Milli Güvenlik Strateji Belgesi’ Cumhuriyetin kuruluşu esnasında sentezlenen, İslamcılık, Türkçülük, batıcılık görüşleri savunan devlet kadroları arasında, bu gizli devlet yapılanmasına sahip olma noktasında, ‘Devletin bekası ve milli güvenliğinin baki kalması’ asgari koşuluyla, bir rekabet yaşanıyor. Bu gizli yapının, aynı zamanda sermayenin kendisini korumak için yüzyıllardır biriktirdiği bir deneyimin üzerine kurulduğunu da eklemek gerek.
Siyasal İslam’ın sahneye çıkışı
20 Temmuz tarihli Birgün gazetesinde yayınlanan Behlül Özkan’ın yazısı İslamcıların siyaset sahnesine çıkışına dair önemli bilgiler içeriyor. Özkan, Ant Dergisi’nde çıkan yazının ayrıntılarını verirken, dergideki bu istihbaratın ‘‘Ant dergisine; gidişattan endişe duyan sol Kemalist kadrolar tarafından verildiği’’ notunu düşüyor, yazıda bazı şemalar ve bugün de bildiğimiz birçok İslamcı siyasetçinin-işadamının ismini veriyor. Dolayısıyla İslamcıların örgütlenmesinin devletin bilgisi dahilinde ve gözetiminde yapıldığını olduğunu söyleyebiliriz. Yazıdan ufak bir alıntı yapalım; ‘‘Türkiye’de irtica, Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşler Teşkilatı ile bağlantılı olarak faaliyet göstermektedir… Uluslararası bir nitelik taşıyan Müslüman Kardeşler hareketinin ardında ise Anglo-Amerikan emperyalizmi bulunmaktadır. Özellikle Ortadoğu’daki Arap devletlerinde milliyetçi ve sosyalist akımların kuvvetlenmesi, iktidarları ele geçirmesi üzerine petrol çıkarlarını tehlikede gören Anglo-Amerikan emperyalizmi, İslamı politize etmek gereğini duymuş ve Müslüman Kardeşler hareketini CIA vasıtasıyla desteklemeye başlamıştır. Ortadoğu’daki Müslüman Kardeşler hareketini, Suudi Arabistan Kralı Faysal himaye etmektedir.’’
Behlül Özkan’ın yazısındaki Ant Dergisi referanslarından hareketle devam edersek; ABD projesi olan ve Suudi destekli Siyasal İslamcılığın iki ayrı kolu var. Birinci kolu Erbakan liderliğinde açıktan siyaset yapan Milli görüş kolu. AKP de bu milli görüş içerisinden çıktı. AKP’nin kuruluşunu, ABD’nin nasıl desteklediğini, AKP ile ters düşen ve şimdilerde tutuklu olan İslamcı yazar Ali Bulaç uzun uzun yazmıştı. Siyasal İslam’ın diğer kolunda ise Fethullah Gülen tarikatı var. 1960’larda Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde faaliyet gösteren Fethullah Gülen’in ise ana hedefi ‘gizli devleti’ ele geçirmekti. Okullarda, tarikat evlerinde, dershanelerde örgütlenen bütün insanlar gizli devleti ele geçirmek için yetiştiriliyordu. Ve tabii ki bütün bunlar devletin bilgisi ve gözetimi çerçevesinde yaşanıyordu. Devletin hem açık hem de gizli yapılanması İslamcılara açılıyordu. Bunlar emek düşmanı, sermaye ile bağları daha güçlü, muhafazakar yeni bir üstyapı kurulmasının ilk adımlarıydı.
Milli görüş MTTB ile Selamet Partisi, Refah Partisi ile açıktan siyaset yaparken, Fethullah Gülen ise devleti içten ele geçirmeye çalışıyordu. 1999 tarihinde yayınlanan Siyaset Meydanı’nda Fethullah Gülen’in bir konuşma kasetinden kesitler yer alıyor. Gülen şöyle diyor: ‘‘Arkadaşlarınızın mevcudiyeti, İslam’ın geleceği adına bu işin garantisidir yani. Bu açıdan Adliye’de, Mülkiye’de veya başka bir hayati müessese de bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mecburiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Sivrilmeden, mevcudiyetinizi hissettirmeden çok ilerilere gitme. Müslümanların belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar bu şekilde hizmete devam etmeleri şarttır. Zayiata meydan verilmemeli. Çok dikkatli ve çok tedbirli, temkinli hareket etme mecburiyeti var. Birer diplomat gibi hareket etmeli.’’ Althusser devlet kavramını ele alırken iki ayrım yapıyor: devletin ideolojik aygıtları ve devletin baskı aygıtları. Milli Görüş devletin ideolojik aygıtını ele geçirmeye, toplumda rıza üretmeye çalışırken, Siyasal İslam’ın gülen kanadı ise devletin baskı aygıtını ele geçirmekle uğraşmıştır. Devleti tamamen ele geçirme noktasındaki bu işbölümü, Gülen tarikatı ile AKP’nin birbirinden ayrılmayacak bir bütün olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ve dolayısıyla biri olmadan diğerinin ayakta kalması mümkün değil. Siyasal İslam’ın bir kolunun diğerini tasfiye ediyor olmasının da sadece bir açıklaması var: Siyasal İslam’ın çöküşü.
Soruyu burada ikiye çıkarmak gerekiyor. Siyasal İslam neden çöktü? Siyasal İslam’ın bir kanadı diğerini neden tasfiye etti?
Siyasal İslam’ın çöküşü eşittir BOP’un çöküşü!
Birincisi Siyasal İslamcılar ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Suriye’deki savaşa dahil oldu, sermaye grupları ise Suriye ve Irak’ta ortaya çıkacak yeni imkanlar için bu projeyi destekledi. Ancak BOP yenildi, BOP yenlince kendisini BOP’un eşbaşakanı ilan eden Erdoğan ve Siyasal İslam da yenilmiş oldu. İkincisi fethullah Gülen Tarikatı ve AKP arasında bir siyasi rekabet ortaya çıktı, bu rekabet esnasında birbirlerine kurdukları tuzakları ve hamleleri eski statüko güçleri kullanmayı bildi ve aralarındaki rekabeti derinleştirdi. Üçüncüsü Eski statüko güçleri Gülen Tarikatı’nı, devletin kuruluş ilkelerinden, ‘Devletin bekası ve milli güvenliği’ noktasındaki asgari müştereklerden uzaklaştığı noktasında ikna ettiler. Gülen’in, kimi noktalarda Türkiye’nin çıkarları yerine ABD’nin çıkarlarını öncelediğine, ya da Türkiye için gerekenleri yapmadığına dair kanıtlar sundular. BOP yenilgisinin ardından, 30 Ekim 2014 MGK toplantısında eski statüko güçleri ve AKP, faturayı Gülen Tarikatı’na kesti. Böylelikle Fethullah Gülen Tarikatı, ülkenin milli güvenliği için tehdit oluşturan, ‘Paralel Devlet Yapılanması’ adıyla Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne girdi.
Siyasal İslam’ın bir kolu ile diğeri arasında rekabet çıkmasının sebeplerinden birisi de şu: AKP siyasi sorumlu olduğu için sıkışma yaşamakta, hatta gülen Tarikatı üyesi devlet görevlilerinin yaptıklarının da sorumluluğu ile karşılaşmaktaydı. Gülen Tarikatı ise siyasi sorumluluğu olmadığı için, sadece hata yapan üyelerini kaybetmekteydi. AKP’nin ABD ile bağları, devletin ahdi anlaşmaları, NATO ve uluslararası dengeler üzerinden yürürken; siyasal sorumluluğu varken; Gülen tarikatının ki ise daha gizli ve derinden yürüyordu. AKP, kimi noktalarda ABD ile yürüme noktasında ayak sürüyünce ya da sürümek zorunda kalınca, ABD Gülen Tarikatı üzerinden AKP’yi sıkıştırıyordu.
AKP’nin Fethullah Gülen Tarikatı’nı tasfiye etmek zorunda kalmasının ya da tasfiye etmesinin, AKP’nin işine yaramayacağı ise açıktır. Erdoğan Gülen Tarikatı’yla ittifak halinde olduğu2013’e kadar güçlü bir iktidar sürdürmüştür. AKP ve Gülen arasında bir tartışma olmadığını, güçlerini tam manasıyla birleştirdiklerini, alnı secde gören bir devlet ve hükümet olduğunu düşündüğümüzde güçlerinin büyüklüğü ve korkunçluğu daha net açığa çıkmaktadır. Çıkarları için her şeyi yapmayı göze alan, gücün ve iktidarın tadına varan, bunun ne kadar zor elde edildiğini bilen her iki tarafın da bu güçten-iktidardan pek de gönüllü vazgeçmediği açıktır. AKP’liler Gülen tarikatını tasfiye etmek zorunda kaldıkları bu dönemde, birlikte yürüdükleri zamanlara dair sadece susmaktadırlar. Gülen Tarikatı’nın ise beli artık doğrulamayacak şekilde kırılmıştır. Ancak her ikisi de mevcut durumdan hoşnut değildir.
En güçlü müttefikini olan Gülen Tarikatı’nı tasfiye etmenin, siyasi faturası şüphesiz AKP’ye de çıkacaktır. Ancak o fatura hazırlanana dek, yaşanacak başka şeyler var. Gülen tarikatı gibi bir yapı, ancak ve ancak İslamcıların iktidarda olduğu; AKP’nin İslamcıları kontrol altında tuttuğu bir dönemde tasfiye edilebilir. O sebeple AKP’nin bir süre daha iktidarda kalmasına ihtiyaç var.
Ayrıca eski statüko güçleri ve AKP tarafından beka meselesinin, Rojava’yla da yakından ilgisi olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Türkiye’nin güneyinde 900 kilometrelik bir Kürt seddi inşa edilmesi, bunun Türkiye içerisinde yaşayan Kürtler üzerindeki etkileri de göz ardı edilmemiştir. Hatta ana sebeplerden birisidir. Sözcü gazetesinin Rojava’yı hedef alan, Gülen tarikatı ile Kürt hareketini eşitleyen manşetleri boşa değildir. Önümüzdeki günlerde Rojava’daki üç kantonun arasına; yani Kobane ile Afrin arasındaki Cerablus bölgesine müdahale edileceği, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların büyük bir bölümünün oraya yerleştirilmesinin planlandığı, böylelikle Rojava’nın bütünlüğünün parçalanmasının hedeflendiği, açıktır. Bu sebeple; Rojava’nın tehlike olarak görüldüğü bir dönemde, AKP ve eski statüko güçleri kozlarını paylaşmayı bir nebze de olsa erteleyecektir.
Müslüman mahallesi tarumar!
Siyasal İslam’ın çöküşün önemli bir ayağı ise İslamcıların toplumsal yapısının tarumar olmasıdır. Siyasal İslam’ın bir kanadı diğer kanadını, bütün mal varlığına ve diplomalarına el koymaya kadar varan bir tasfiye dalgası içirişine girmiştir. Camide yan yana saf tutanlar caminin kapısından çıkınca birbirlerini polise ispiyonlamaktadır. Trabzonsporlu bir yöneticinin, ‘‘Onların kadınları, kızları bizim için artık ganimettir’’ lafını bütün Müslüman mahallesi duymuştur. Müslüman mahallesinin sosyolojisi tamamen alt üst olmuştur. Bu ihbarcılık ve tasfiye dalgasının, bir süre sonra tersine döneceği, polise AKP’lilerin ihbar edileceği günler de yakındır. Boydak’a ulaşan tasfiye dalgasının Cengiz Holding’e ulaşması pek uzak değildir.
Emek ve demokrasi güçlerine düşen büyük görev
Ancak Erdoğan’ın ve AKP’nin mevcut gücünü paylaşması, bir denge tutturma çabası, mutabakat sağlamaya çalışması hemen gerçekleşmeyebilir. AKP, iktidarını korumak için faşizmi daha azgın kullanma yoluna gidebilir. Artık olağanlaşan; canlı bombalar, tutuklamalar, infazlar daha da yaygınlaşabilir. IŞİD ile bile ittifak yapabilen bir iktidarın elde ettiklerinden vazgeçmesi ya da daha azına razı olması kolay olmayacaktır.
AKP’nin demokrasi mitinglerine rağmen, altı boştur. Emekçiler için önemli bir fırsat açığa çıkmıştır. Burada Emek ve Demokrasi güçlerine büyük görev düşmektedir. Geçtiğimiz günlerde kurulan Emek ve Demokrasi İçin Güçbirliği Platformu, gerekli müdahaleyi yapmayı başarırsa, eski statüko güçleri ve AKP arasında süren siyasal çekişmeye emekten ve soldan yana gerçek bir müdahalede bulunulabilir. AKP’nin buradan sağlam çıkmayacağına dair oluşacak rehavet, solu atıllaştırır. Bugün yurtseverlerin sorumluluk sahibi olarak davranması, yılgınlığa düşmeden elini taşın altına koyması gerekmektedir. Gidecek başka yerimiz, başka ülkemiz yoktur. Kalacağız, 50 yıldır verdikleri zararı tanzim edeceğiz. Ve bizim tanzim çabamız soldan, yoksullardan, emekten yana olacak. (22 Ağustos 2016)