“AKP/Saray’ın artan faşizan uygulamalarıyla karşıt cephesini genişlettiği aşikâr. En geniş demokrasi cephesinin oluşması için AKP karşıtı bütün dinamiklerin tasfiyesini mi bekleyeceğiz? Yoksa içimizdeki soruları/sorunları açıklıkla konuşarak, belli ilkeler etrafında bir araya gelişi mi zorlayacağız? “
TÜLAY HATİMOĞULLARI
15 Temmuz askeri darbe girişiminin ardından Türkiye faşizme giden yolda bir etap daha ilerledi. Uzun zamandır devrede olan ve 7 Haziran seçimlerinin ardından varlığını daha çok hissettiren darbe mekaniği işlemeye devam ediyor. 15 Temmuz darbe girişimini “lütuf” olarak niteleyen Erdoğan bu süreçte ipleri daha da güçlü biçimde elinde topladı. Mussolini ve Hitler’in izinde ilerliyor. Evren’in performansından da uzak değil. Şu an Türkiye’de 12 Eylül askeri cuntasının yaşattıklarının benzeri yaşanıyor. Aradaki küçük fark, batının sokaklarının tamamına tank sevkiyatı yapılmamış olması. Ama Kürt illerinin 80 döneminden bir farkı kalmadı.
12 Eylül darbecileri insanlığa karşı işlenen suçlarda sınır tanımadı. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, darbe yönetimi döneminde 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 14 kişi cezaevlerindeki açlık grevlerinde öldü, 171 kişi sorgularda ve cezaevi işkencelerinde hayatını kaybetti, 49 kişi idam edildi.
15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra sıkıyönetimin muadili olarak OHAL devreye girdi. AKP/Erdoğan iktidarı, 15 Temmuz darbe girişimi ve Gülen Cemaati ("resmi" söylemle FETÖ) ile mücadele bahanesiyle kendi sivil darbesini derinleştirdi. AKP/Erdoğan artık ülkeyi, Meclis'i ve yasaları devre dışı bırakarak Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yönetiyor. AKP/Saray’ın 2 aydan kısa bir süredeki icraatlarına şöyle bir bakalım:
60 bin civarında kamu personelinin işine son verildi. Eğitim-Sen üyelerinin çoğunluğunu oluşturduğu 11.285 öğretmen uzaklaştırma aldı. Başbakan ikinci dalganın da sinyalini verdi. Kamu personeli içinde asker, eğitimci, polis, savcı, hâkim gibi meslek mensupları var. Bu tasfiye ile bugüne kadar yeterince hakim olamadığı kolluk kuvveti, eğitim ve yargı başta olmak üzere devletin bütün alanlarında hâkimiyet kurmaktır. Askeri kurumları şehir dışına atma bahanesiyle, askeri mekânların satış kararı vee buradan yüksek gelirler elde etme, yandaş sermayeyi doyurma hedefi. Sayısız gözaltı. Gözaltında tecavüz dâhil her türlü işkence yöntemi. Bunu gizleyerek değil, yıldırma amaçlı, kontrollü biçimde medyaya servis etme de söz konusu.
AKP/Saray’a yakın durmayan bütün sendikalar, dernekler, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri, akademisyenler, yazarlar, sanatçılar, basın-yayın organları, Aleviler, Kürtler, kadınlar, solcular, sosyalistler Cemaatle aynı torbaya konularak hedef tahtasına oturtuluyor.
AKP/Saray’ın 7 Haziran seçimlerinden bu yana izlediği savaş çizgisinin ağır bilançosu da unutulamaz. Kürt illerinde savaş ilanı, batı cenahında Gezi ruhunun oluşmasını engellemek amacıyla IŞİD gibi kanlı terör örgütleri kullanılarak gerçekleştirilen ve yüzlerce sivilin ölümüne neden olan katliamlar dizisi. Adeta bir kaos senaryosu devrede.
Belediyelere kayyum atamak darbedir
Büyük çoğunluğu HDP’li olan belediyelere kayyum atanması Kürt halkının diz çöktürülmesi için atılan yeni bir adımdır. Dolmabahçe mutabakatı bozulduğundan beri savaş gladyosu devrede. Kürt illerinde şehir savaşı yürütüldü. Yüzlerce insan öldürüldü. Bodrumlar mezarlığa dönüştü. Evler yakıldı, yıkıldı. Halk göçe zorlandı. AKP/Saray için bir bir nesne/araçtan başta bir anlam taşımayan Suriyeli mültecileri bu bölgelere yerleştirerek, demografik yapının değiştirilmesi planlanıyor. “Fırat Kalkanı Harekâtı” ile Suriye’ye giriliyor. IŞİD ve YPG'nin hedeflendiği söyleniyor. Bu güne kadar “Derin Strateji”yi tutturamayan Türkiye, şu sıralar Ortadoğu oyununda rol kapmaya çalışırken hedefinin IŞİD değil, YPG olduğunu bilmeyen kalmadı. AKP/Saray’ın büyük hedefinin yanı sıra Rojava üzerinden Türkiye Kürtlerinin alanını daraltmak istediği ortadadır. Aynı anda Kürt halkı için “ölümcül darbe”lerden biri olarak kurguladığı “yerel yönetim” operasyonunun arkası gelecektir. Ardından Kürtlerin TBMM’deki temsiliyetine dönük daha yoğun hamleler gerçekleşebilir. Her taraftan sıkıştırma yöntemi izleniyor/izlenecektir.
Demokrasi cephesinin potansiyel gücüne de darbe
AKP/Saray kurmakta olduğu yeni rejime muhalif olan tüm güçleri “hizaya sokma” gayretini sürdürüyor. “Acemilik dönemi”nde demokrasinin argümanlarını kullanarak liberal ve demokrat güçlerin bir bölümünü içermeyi veya desteğini almayı başardı. ABD'den/küresel sermayeden ve içteki "geçici" müttefiklerinden aldığı güçle ve ortağı Cemaat'le birlikte Kemalist statükoyu yıktıktan sonra iç müttefiklerini teker teker dışlayıp "kendi" rejimini kurmaya girişti. Erdoğan, giderek yalnızlaşmasının yarattığı iktidar zaafını ise sürekli daha fazla şiddete başvurarak, yasal çerçeveyi bile çiğneyerek ve "tek adam"lığını derinleştirerek aşmaya çalışıyor. 7 Haziran seçimlerinin ardından yoğunlaştırdığı savaşçı ve faşizan yöntemler, bu yeni yönelimin sonucudur.
AKP/Saray iktidarı saldırılarını Kürtlere, Alevilere, kadınlara, gençlere, emekçilere, engellilere, ekolojiye/ekolojistlere, LGBTİ’lere, kısacası muhalif tüm güçlere sert bir biçimde yöneltti. En son öğretmen kıyımında yüreği barıştan, demokrasiden, özgürlükten yana atan emekçiler hedeflendi. Ve en insani duygunun dahi ifade edilmesine tahammül edemediklerini bir kez daha ortaya koydular. AKP/Saray, Hitler'in, duygularından arınmış, makineleşmiş, itaatkar bir Alman toplumu yaratmak için yaptığı insan kıyımıyla akraba bir yöntem izliyor.
Faşizm kendini kurarken mevcut siyasi partileri, sendikaları, meslek odalarını da arkasına dizmek ister. AKP/Saray da bu konuda yeterince mesai tüketiyor. Bu hamleyi yaparken hiç zorlanmadan MHP’yi yanına almayı başardı. CHP ile uğraşmaktadır. Yenikapı’da ortak poz verme ısrarları bundandır. Milli mutabakat sağlama gibi bir dertleri vardır. CHP merkezi yönetimi, bir yanda devletçi geleneği diğer yanda AKP karşıtlığı arasında git-geller yaşasa da çoğu zaman milli mutabakatta rolünü icra ediyor. Ama tabanının buna tam destek olduğu söylenemez. Çünkü tabanının AKP/Saray’ın kurmakta olduğu yeni rejimle uzlaşmaz çelişkileri vardır. Bu çelişkilerin başında laiklik gelmektedir. CHP eğer AKP/Saray rejiminin küçük ve müzmin bir ulusal-muhafazakar muhalefet partisi olarak kalmak istemiyorsa tabanının demokrasi ve özgürlük taleplerine kulak vermelidir.
En geniş demokratik direniş cephesi ama nasıl?
Hepimizin samimice sorduğu ama yanıtlamakta güçlük çektiği bir soru bu. AKP/Saray’ın artan faşizan uygulamalarıyla karşıt cephesini genişlettiği aşikâr. En geniş demokrasi cephesinin oluşması için AKP karşıtı bütün dinamiklerin tasfiyesini mi bekleyeceğiz? Yoksa içimizdeki soruları/sorunları açıklıkla konuşarak, belli ilkeler etrafında bir araya gelişi mi zorlayacağız? Bıçağın kemiğe dayandığı bir süreçte bu zalim iktidar karşısında mücadele ederek süreci lehimize çevirmek imkânsız mıdır?
Naçizane birkaç soru daha: Bu ülkedeki sosyal demokratların, Alevilerin, kadınların, sosyalistlerin, Kürt halkının siyasal iradesinin ortak taleplerini berraklaştıramaz mıyız? Türkiye’de bu cephenin oluşmasında en önemli engellerden biri olan ve bu ülkenin her anlamda kaderini belirleyen Kürt sorununa yaklaşımla ilgili bütün tarafların yüzleşme olasılığı yok mu? Bu yüzleşme gerçekleşmedikçe Türkiye’de anlamına uygun bir demokrasi mücadelesinin olasılıkları var mı? Bu cephe ilkelerini belirlerken nesnel olarak “demokrasi”nin kriterleri geçerli değil midir?
Eğer emek ve demokrasi güçleri, üzerlerine gelen ve şimdiden silindir gibi ezmeye başlayan faşizme karşı ortak mücadele cephesini yaratmak yerine kendi aralarındaki ayrımları öne çıkarırsa, en temel demokratik görevlerden kaçarsa, bunu yapanların vebali büyük olacak. Gerçi, faşizm silindiri üzerimizden geçtikten sonra bunun vebalinin kimde olduğunun da anlamı kalmayacak.
Eğer acilen faşizme karşı bir emek ve demokrasi cephesini yaratamazsak, yarın çok geç olacak. Öyleyse, bir kez daha iş başına…