İLHAN TURHAN YILDIRIM yazdı – Finans kapitalin faşizme başvurması; Almanya İtalya örneklerinde de görüldüğü gibi iç ve dış gerilimlerini ancak en üst düzeyde merkezileşerek aşabilmesinin zorunlu sonucudur. Darbe girişimi başarılı olmamış ancak faşizmi aşılamıştır.
İLHAN TURHAN YILDIRIM
Toplumun siyasetten bu denli dışlandığı ve devletin siyasal alanın üzerine çöreklendiği bu topraklarda; siyasal tarihin özetini, devlet içindeki kliklerin çatışmalarının tarihinden anlayabilmek mümkündür. Yaşanan darbe girişimi ve buna karşı ‘darbe öyle olmaz böyle olur’ diye yapılan kar��ı hamleler Türkiye halklarının geleceğini de, devlet yapılanmasını da, siyasetin gidişatını da kökten etkileyecek sonuçlar doğuracaktır. Ne darbe öncesinde, ne olası darbecilerin iktidarında, ne de darbeyi engelleyenlerin ufkunda demokrasi hiç olmamıştır. Yaşananların özeti; halktan kaçırılmış, gasp edilmiş kendi geleceğini belirleme, kendini yönetme hakkının, hangi egemen kliğin ganimeti yapacağı kapışmasıdır.
Herkesin bildiği sır; darbe
Darbenin geleceği daha aylar öncesinden uluslararası özellikle Amerikan kaynaklı yayınlarda dillendiriliyordu. Cumhurbaşkanının siyasal alanı yargı alanını ve yürütmeyi bir nevi darbeci metodlarla tümüyle tekeline alma süreci yeter düzeyde iç ve dış tepki oluşturmuştu. Ortadoğu dengelerini değiştirecek ve Atlantik hattını boşa düşürecek tarzda Rusya ile ilişkilenmenin yarattığı tepkiler… Daha somut olarak MİT son ihbarından önce 15 kez genelkurmaya darbe ihbarı yaptığını açıkladı. Tutuklanan cumhurbaşkanı yaverinin bile daha bir hafta önce NATO toplantısına giderken gazetecilere ‘yakında darbe olacak’ dediğini Akit gazetesi yazıyordu.
Darbeciler kim
Gerçekleşen darbe girişimi; başta ABD olmak üzere uluslar arası desteğe sahip, Fetoculardan, Kemalistlere, Natocu generallerden, kirli savaş paşalarına ve AKP’nin içindeki kimi unsurlara kadar, farklı kesimleri bir araya toplamayı başarmış, uzun süredir hazırlığı yapılan ve darbe sonrası tutunabileceğine inanacak kadar kendine güvenen, bir koalisyon tarafından yapıldı. Başarsalardı Sisi darbesi gerçekleşmiş olacaktı. 334 generalin 149’u gözaltına alındı. Bunların tamamının Fethullah Gülen’in ekibinden olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak Fetocuların; koordinasyon yeteneği, uluslararası bağlantıları ve örgütlülük gücü bakımından, birlikte hareket ettikleri kesimlerin en etkilisi oldukları ve darbecilerin iradesi konumunda bulundukları da açıktır.
ABD darbeyi destekliyor muydu
ABD’nin darbe girişiminin açık olarak arkasında olduğu ortaya saçılan haberlerden anlaşılmaktadır. Darbenin esas vurucu gücünün Fetoculardan oluştuğu dikkate alınırsa, darbenin startında ve yönetiminde verilen her direktifin ancak ABD süzgecinden geçerek darbecilere ulaşacağı ve 40 yıldır pusuya yatmış bu ekibin arkasında ABD’nin teşviki olmadan harekete geçmeyeceği ortadadır. ABD askerlerinin de bulunduğu İncirlik ve Akıncı üslerinin darbenin merkezleri konumunda olmaları da desteğin bir diğer göstergesidir. Coğrafyamızda alışık değiliz ama ABD’nin Latin Amerika'da başarısız darbe girişimlerinin sayısı oldukça fazladır. Bu girişim de onlardan birisi sayılacaktır. Ayrıca ABD de çeşitli egemen kliklerden oluşan bir emperyalist yapıdır. Kimi eğilimler darbeden yana iken kimi eğilimlerin çıkarları ve tutumları tam tersinedir.
Darbe kışkırtıldı mı
Darbe olacağı herkesin bildiği bir sır ise karşı darbecilerin gerekli tedbirleri almadan bekleyeceklerini düşünmek safdilliktir. Nitekim darbecilerin kendi istedikleri zamanda harekete geçmeleri için YAŞ toplantısı öncesi gözaltına alınacakların listelerinin sızdırılması ve elbette karşı darbecilerin tasfiye edilecek onbinlerce kişinin listelerini çok önceden hazırlamış olması bir hazırlık yapıldığının göstergedir. Darbe potansiyeli biliniyordu, ancak zamanı ve kimlerin dahil olacağı bilinemezdi. Her iki taraf için de belirsizlik yaratan bu durum, darbe sürecinde orduya güvensizliğe dönüştüğü için, hiçbir birlik darbecilere karşı harekete sevk edilmedi. Karşılıklı tüm hazırlıklara rağmen girişimin kendi iç diyalektiği, beceriksizlikler, belirsizlikler ve sonucun gidip gelmesi gibi özgün nitelikler taşır. Sonuçtan bakarak (ABD veya cumhurbaşkanı ya da başka biri) herhangi bir irade tarafından tüm aşamaların tayin edilebileceğini ve hayatın bu şekilde aktığını düşünmek metafizik yaklaşmaktır. Güçler ilişkisinde gelişen ve gerileyenlerin doğru tespiti ortaya çıkan sonucu doğru anlamaya hizmet edebilir.
Darbeyi engelleyen kim
Darbeyi ne Tayyip Erdoğan’ın direniş çağrısı, ne tankın üstüne çıkanlar, ne de ‘özgür medya’ engelledi. Bunlar olmaya başladığında darbenin sonucunun büyük oranda netleştiği, darbecilerin erken harekete geçecek kadar çaresizleştikleri anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı ve hükümet; darbeciler ve karşı darbeciler arasında yürüyen müzakere ve çatışma sürecinin tümüyle dışında, kaderini bekler konumda tutulmuştur. Cumhurbaşkanı eniştesinden, Başbakan köprüden geçerken, İçişleri Bakanı uçağı Ankara’ya indiğinde darbenin başladığından haberdar oluyor. Diğer yandan MİT başkanının, ordunun komuta kademesinin cumhurbaşkanının telefonuna çıkmayacak, istihbaratı bildirmeyecek kadar kararsız kalmaları darbenin arkasında beklediklerinden daha geniş kesimlerin, özellikle ABD’nin durmasıyla ilgilidir.
Darbeyi engelleyen temel unsur, darbe beklentisi ve bu yönde gerekli hazırlıkların yapılmış olmasıdır. Bu yönde Tayyip Erdoğan'ın bir haftadır ortalıkta görünmemesi, darbe girişimi günü 15 kez kendisini arayan yaverine yerini bildirmemesi gibi, tedbirler sonucu belirlemiştir. Daha somut olarak ise; taraf değiştirdiğinde sonucu da değiştirecek kadar etkili iradelerin, girişimi boşa düşüren tutumlarıdır. Yaşananların tiyatro zannedilmesine yol açan özellikle İstanbul ayağındaki pejmürdeliği de bu saf değiştirme ve/veya destek vermeme durumunun sonucudur. Ayrıca bunların Stratfor’un uçuş hattını anlık vermesine rağmen, cumhurbaşkanının uçağının vurulmasını engelleyebilecek kadar belirleyici pozisyonda olmaları gerekir.
Darbecilerin temel hedefi Erdoğan ve Ergenekon ittifakının iktidardan uzaklaştırılmasıydı. Tayyip Erdoğan 17 -25 Aralık sürecinin ardından keskin bir manevra yaparak Cemaat'e karşı Ergenekon'la ittifak geliştirdi. Balyoz vd davalardan ceza alanları serbest bıraktı, tazminat ödedi ve göreve çağırdı. Bu ittifakın; sadece Cemaat'e yapılan operasyonları değil; Suriye’ye müdahaleden, 7 Haziran sonrası savaş başlatmasına, Davutoğlu’nun gönderilmesine varan AKP içinde tasfiyelerden, MHP içine müdahaleye, CHP’nin çizgiye çekilmesinden, dokunulmazlıkların kaldırılmasına kadar etkili pratik hamleleri olmuştu. Devletin içinde Ergenekon-Erdoğan ittifakı hakim klik olarak bir nevi devleti yeniden yapılandırma işine girişmişti. Darbeyi önleyen ve karşı darbeyle devleti yeniden yapılandırma pozisyonu kazanan da bu güçtür.
İslamcıları ve Kemalistleri yeni bir konseptte bir araya getiren bu oluşumu tarihsel ittifak yapan daha köklü nedenler vardır.
Ordunun operasyonlara açılması
ABD’nin Türkiye siyaseti üzerinde etkisinin çok fazla arttığı dönemler 1990 sonrası kirli savaş sürecinin siyasal yapıyı çözdüğü dönemlerdir. 28 Şubat’ı teşvik, ardından aynı NATO'cu generalleri geri püskürtüp, Fetocu generallere yol açma operasyonlarını fazla da dirençle karşılaşmadan yapabiliyordu. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da geleneksel devlet yapılarını değiştirip, klasik diktatörlerden ılımlı İslamcı diktatörlere evirme sürecini başlattığında ABD; AKP’yi bir rol model olarak iktidara getirdi ve yükseliş sürecine soktu. Bu yöneliş ordunun siyasal alanın daha uzağında tutulmasını gerektiriyordu. Balyoz ve Ergenekon operasyonu AKP yönetiminde Fethullahçıların eliyle bu temelde gerçekleştirildi. Bir kısım tutuklama dışında, özellikle MİT ve ordudaki yapıda köklü bir değişime gidilebildiği söylenemez. Ya da bunu yapmaya niyetlenenlerin gücü ancak yargıya büyük oranda hakim olmaya ve polisi kat kat güçlendirmeye yetti. Orduyu ve özellikle Özel Harp’i yapısal bir değişime uğratamadılar. Özel harp darbelendi ancak kırılamadı.
Ordudaki değişimin yönünü belirleyen temel dinamik
Sovyetlerin çözülmesinin ardından Türk devleti; kuruluşundan bu yana sıkıştırıldığı sınırların dışına biraz da ABD emperyalizminin iteklemesiyle çıkmaya başladı. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da daha fazla rol üstlendi. Ancak dünya güç dengelerindeki hızlı değişimler, ekonomide ve askeri güçteki eşitsiz gelişim yasası, Türk devletinin kimi zaman ABD çizgisinin dışına çıkmasının alt yapısını oluşturuyordu. Diğer yandan ekonomideki genleşme; karşılığı olan siyasi ve askeri insiyatifi talep etmeyi gerektirdi. Kırk yıldır iç savaş yürüten dünyanın sayılı askeri güçlerinden birisine sahip Türk devleti, ABD gölgesi altında kendi bölgesel siyasetini geliştirme çabasına girdi. Nitekim özelde askeri sanayideki hızlı yükseliş, İslami sermayenin uluslararası piyasalarda etkili bir unsur olarak ortaya çıkışı ve elbette finans kapitalin son on yılda beş kat büyümesi ve yeni pazarlar arayışı ülke dışına yapılacak seferler bakımından tüm unsurları aynı yayılmacı hatta topladı. Azarbeycan’da yapılan darbeyle başlayan ve yüz geri edilen ilk özerk davranışlar, sınır ötesi operasyonda başına çuval geçirilmesine yol açan Barzani’nin tutuklanıp İmralı’ya koyulması planlarına ve Suriye’de IŞİD’in desteklenmesi ve bunun üzerinden bölgesel operasyonlara yönelme düzeyine yükseldi. Türk devletindeki ‘özerkleşme’ eğilimleri, Atlantik hattına körü körüne bağlı bir pozisyondan İran gibi bölgesel bir güç olma hayali kuran bir çizgiyi giderek hakim kıldı. Özelde ABD, genelde Batı güçleriyle ortaya çıkan çelişkiler esasta bu eğilimin sonucudur.
Değişen dengeler ve güç ilişkileri, yapıyı da aktörleri de değiştirdi
Türk ordusu 1950'lerden itibaren emperyalizmin marifetiyle yapısal bir dönüşüme uğratılmıştı. "Sünufu devlet" geleneğinden gelen "vatan kurtaran" Kemalistlerin yerini; lojmanlarda yaşayan, kendi ekonomisi ve egemenlik alanı olan, NATO'da yüksek kalitede eğitim gören, oradan gelen referanslarla terfi alan, Sovyetlere karşı konumlanmış, içeride anti komünizme karşı işlevlendirilmiş ABD nin ‘our boys’lar aldı. Fakat geçen kırk yılın ardından değişen dünya dengeleri neoliberalizmin yarattığı ekonomideki eşitsiz gelişimler ve ayrıca bu modele duyulan ihtiyacın giderek azalması ordunun yapısında da bir değişim yaratmadan edemezdi. Özel Harp yani devletin çelik çekirdeği sözü edilen yönde palazlanırken, ordunun da hem sözü edilen dinamikler, hem de dışsal müdahaleler nedeniyle yapısal değişimi hızlandı.
Sonuç olarak; darbeciler eskiyi diriltmeye çalışırken, karşı darbeciler değişim yönünde duruyorlardı. Geleneksel ordu yerini; Latin Amerika ülkelerinde temel olan istihbarat, polis ve askerin iç içe girdiği, sermaye ile tam olarak bütünleşmiş yeni tip bir zor aygıtı olmaya bırakıyordu. İdeolojik olarak da; Kemalizmin bir davranış tarzı (ittihat terakkicilik) – ve ideoloji (Batıcılık) olduğu düşünülürse, bugüne dek her iki açıdan devletteki kliklere hizmet etmiş olan bu ideolojik çimento artık eskisi kadar dayanıklı değildir. Kemalizm ve siyasal İslam'ın çocuğu olan Türk İslam sentezi toplumu kuşatma, militarize etme, Ortadoğu'ya açılma, iç ve dış savaşta kullanma bakımından çok daha etkilidir ve derinliğe sahiptir.
Kurumlaşmış faşizm
Darbe girişimi sonrası ortaya çıkan tablo; devletin tek kliğin hakimiyetine geçmesi, en üst düzeyde merkezileştirilmesiyle faşizmin kurumsallaşmasının en temel evrelerinden birisinin aşıldığını göstermektedir. Bu evreler kabaca; devlet içi kliklerin tekleştirilmesi, kurumlar arası çelişkinin giderilmesi ve anayasal güvencenin sağlanması, muhalefet dinamiklerinin tasfiyesi ve son olarak toplumun dönüştürülmesidir.
Finans kapitalin faşizme başvurması; Almanya İtalya örneklerinde de görüldüğü gibi iç ve dış gerilimlerini ancak en üst düzeyde merkezileşerek aşabilmesinin zorunlu sonucudur. Darbe girişimi başarılı olmamış ancak faşizmi aşılamıştır.
Böylesine bir sürece giren ülkede öncelikle devrimciler ve sosyalistler bakımından yapılacak tek şey en güçlü antifaşist cepheyi oluşturmaktır. Tarihsel süreçlere ancak tarihsel davranışlarla yanıt verilebilir. Devrimciler ve sosyalistlerin birleşik mücadelesini engelleyen her türden yaklaşım; Walter Benjaminin revaçtaki sözüyle ‘her faşizmin ardında biraz da beceriksiz sol’ bulunduğunu kanıtlayacaktır.