Temel Karataş yazdı: Nasıl ki bu kanlı darbe iktidarı projelerinden alıkoymuyorsa, nasıl ki şehitleri anarken araya icraatın içinden VTR’leri sıkıştırılıyorsa, gazetecileri de soru sormaktan alıkoymamalı, şüphe senaryolarını toplumun gözüne sokmaktan geri bırakmamalıdır!
İki haftayı aşkın bir zaman geçti. Halen aslında ne olduğunu anlayamıyoruz. Olmuyor, resim tam oturmuyor. Ne olduğu belli evet: kanlı bir darbe girişimi. Ancak nedeni, nasılı hiç sarih değil. Puslu resme kondurulan her boya da resmi iyice karartıyor. Binlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı. Ancak elimizdeki ifadeler bir elin parmaklarını geçmiyor! Geriye kalan binlerin ifadeleri, itirafları nerede?
15 Temmuz’un hemen ardından, itibarını hanidir yitirmiş AA (ve daim müşterisi Yeni Şafak) aracılığıyla sızdırılan ilk ifadeyi anımsayın: İtiraf etti! Bu başlıkla yayımlanan haberin öznesi Akın Öztürk’tü. Kısa süre sonra AA haberi geri çekti. Çünkü itiraf eden kişiler karışmıştı! İtiraf eden o değil ötekiydi! Nasıl mı anlıyoruz bunu? İkinci ifade bir yaverin ifadesiydi ve başlığı aynıydı: İtiraf etti! Garip bir tesadüftü. Bu gariplikler o günden bugüne sürüyor. Sürecek de. İtiraf denilen hikayeyi kime sorsanız size anlatır oysa: Çocuktum ufacıktım… Fakir ailem sokaklardan ekmek topluyordu… Klasik kötü yola düşme hikayesi. Cemaat(ler)in adam devşirme yöntemini, kırk yıldır dilden dile yayılan gerçeği itiraf diye yutturdular bize. Bir hayrı olmadı, ışık tutmadı.
Darbe oluyor çay içelim
Belki ordunun tepesinin ifadeleri ışık tutar dedik. Oradan da anladık ki, darbeye karşı tepki, alttan üste azalıyor. Üst olmanın gerektirdiği soğukkanlılık! Askeri lisede bir astsubay, subay tarafından darbeye götürülmek istenen erleri arkasına alıp, hayatını ortaya koyarak direnirken, general düzeyinde strateji savaşları, genelkurmay düzeyinde ise laf dalaşı şekline dönüyor bu direniş: Manyak mısın, ne darbesi? Darbe mi dedim ben? Çay içelim çay. Velhasıl zirvedekilerin ifadeleri de işimizi görmüyor bu anlamda.
O halde iktidara kulak verelim: Darbeyi eniştemden öğrendim. Üçte değil beşte öğrendim. Beş mi dedim ben? Şeş diyecektim. MİT istihbarat vermedi. Niye dedim ses çıkmadı. Oğlumu yolsuzluktan tutuklayacaklar. N’olmuş? Darbe diyor. Oğlan kimmiş? İtalya. Ben Marmaris’teydim. Ben düğündeydim. Ben düğüncülerin yanına helikopterle indim… Destek verdik affet allahım! Olmuyor, bu ifadeler de epey kafa karıştırıcı.
Bir parantez açıp AA’yı tebrik edelim: İfadeleri, işkence fotoğraflarıyla dünyaya duyurma yiğitliği her ajansın harcı değil! Önce devlet adına çalıştığı kanısına kapıldım, ancak bu özgür haber tarzını görünce gerçekten gurur duydum!
Bir çanak sorum vardı
Peki gerçeği nasıl bulacağız? Mizah içindeki bu kara tabloyu ortaya çıkarmanın en önemli yollarından biri şüphesiz gazetecilik yapmak! Nasıl ki bu kanlı darbe dahi iktidarı projelerinden alıkoymuyorsa, nasıl ki şehitleri anarken araya icraatın içinden VTR’leri sıkıştırılıyorsa, gazetecileri de soru sormaktan alıkoymamalı, şüphe senaryolarını toplumun gözüne sokmaktan geri bırakmamalıdır! Her devrin medyası ve havuzbaşıcılarından gazetecilik beklemek elbette safdillik. Çünkü onlar “tehlikenin farkında mısınız” denmeye bile değmez aymaz profiller. Sahibinin sesleri. Sipariş verilen konukları sipariş sorularla ağırlayıp göndermek onların görevi. Ara sıra kazara çıkan farklı sesleri -farkı fark edebilirlerse- stüdyodan dışarı şutlamak ya da hizaya çekmek, koroya katmak da ek iş tanımları.
Ama işlerinin pek zorlu olduğunu da kabul edelim bu grubun. En üst ve sorumlu makam millete ve allaha bir hesap borcumuz var derken, onu ayıla bayıla övmek, titreyerek naat dizmek de kendilerine biçtikleri görevler arasında. Bunun gazetecilik değil, en basitinden “buradan parlarız”cılık, ama en reelinden ahlaksızlık olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı? Aslında her şeyin nedeni şu reklamveren! Dün kazı başka yerde görüp o kapılara düzinelerce tavuk kesenler bugün aynı reklam aralarında kırmızı beyaz zeminden yazı akıtıp tam da o anda övülen kişiye şairane şükranlar sunmuyor mu?
Birkaç soru önerisi
“Bunlar halkın üzerine bomba atanlardır, güneydoğuda da birçok pis işleri var bunların” deyince biri şunu sor: Yani darbe yapmasalar, düzen işbirliği çerçevesinde yürütülecek miydi? Anlamadım. Yani diyorum ki, bir devlet personelinin işlediği suçlardan yargılanabilmesi için öncelikle darbe mi yapması gerekiyor? Külahını koy masaya, anlatsın zevat. “Hrant Dink cinayeti bunların ilk kurşunu” diyene de kapak yap: Size beyaz bereleri zorla mı giydirdiler peki? Soruyu tekrar eder misiniz? Diyorum ki, siz de o zaman pek şikayetçi değildiniz olan bitenden. Ki her şey ortadayken hiçbir şey yokmuş gibi yapıyordunuz. Daha doğrusu biz, sizi pek ayırt edemiyoruz uzun yıllardır… Siz, onlar… Biliyorum sizin de kafanız karışıyor. Hatta geçen gün havuzlarınızdan birinde, adamlarınızdan biri cemaatten söz ederken “biz” dedi, toparlaması on dakikayı buldu! Hal buyken, suçüstü hal dışında, kimleri nasıl teröristlikle itham edebiliyorsunuz? Afallayacaktır… “Akletmez misiniz?” diye başlayan ayetlerden kimlerin muaf olduğunu da soruver bu arada… Muhatabın serseme dönerse şöyle rahatlat:
Korkmayın. Türkiye aynı Türkiye! Hatta o kadar aynı ki, sizin tavrınız ve janrınızdan kendilerine görev çıkaran vatanseverler bile sahnede. Eline bayrak vererek bir öğrenciyi linç edenlere Emniyet’inizin yaklaşımı da iç rahatlatıcı: Sıradan bir kavga! Evet… Ha! Unutmadan: Darbeciler de mafyaya ihale edildi. “Bunların faili meçhul infazları var” tespitinin ardından millete değil, adalete bir hesap borcunuz oluyor ama, memleketse mesele bu kısmı teferruat. Her şey yolunda.