Günümüzde emperyalist devletler ve arkalarındaki büyük sermaye grupları arasındaki küresel çaptaki rekabet sadece sıcak çatışmalar, bölgesel savaşlar ya da dünya savaşları biçiminde değil, aynı zamanda ve giderek de artan bir biçimde uluslar arası ticaret savaşları, kur savaşları ve finans alanındaki savaşlar biçiminde yürütülüyor.
Yazımızın önceki bölümünde (Dokunulmaz statüsünde bir fon: Türkiye Varlık Fonu) devlet varlık fonlarını, Türkiye’de gündeme getirilen ve kısaca ‘T. Varlık Fonu Yasa Tasarısı’ olarak bilinen bir tasarı üzerinden ele almış ve bu Fon’un kurulmasının hangi siyasal ve ekonomik ihtiyaçtan kaynaklanabileceğini irdelemiştik. Aynı zamanda tasarının kendi içinde tutarsızlıklarına da dikkat çekmiştik. Yazımızın bu bölümünde ‘Türkiye Varlık Fonu’nun büyük resim olan küresel kapitalist sistem içinde değerlendirilebilmesi için, küresel çapta faaliyet gösteren devlet yatırım fonları ele alınıyor ve bu fonların küresel kapitalist sistem içindeki önemleri, rolleri ulus devlet- büyük sermaye grupları ve emperyalizm ilişkisi bağlamında tartışılıyor.
‘Devlet Varlık Fonu’ nedir?
İngilizce “sovereign wealth fund” sözcüklerinden dilimize “devlet varlık fonu” olarak çevrilen bu fonlar, 1990 yılların ortalarından itibaren bazı devletlerce kurulmuş olan ve devlete ait, doğrudan ya da dolaylı bir biçimde devlet tarafından yönetilen varlıklardan ve yatırım fonlarından oluşturulan büyük havuzlardır.
Bu fonların başlıca finansman kaynağını; devletin petrol ve doğal gaz satışından elde ettiği döviz rezervleri, mal ihracatı gelirleri (cari fazlalar), emeklilik fonlarının gelirleri, özelleştirme gelirleri, bütçe fazlaları ve bazı uluslar arası finansman araçlarının getirileri oluşturuyor.
Bir başka anlatımla bu fonlar, uygulamada, devletlerin petrol ve doğal gaz gibi doğal kaynak ihracatından sağladığı gelirleriyle (nitekim 2008 yılında 100 milyar dolardan daha fazla varlığa sahip olan fonlar petrol üreticisi ülkelerin ve Doğu Asya ülkelerinin fonlarıydı[1]) ve/veya yüksek düzeydeki kurumsal tasarruflar ve hane halkı tasarruflarıyla finanse ediliyorlar. Böylece bu yönüyle bu fonlar, devletler tarafından kontrol edilen ulusal tasarruf fonları özelliğini de taşıyorlar.
Nitekim aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi, 2008 yılı itibariyle en büyük 8 fon arasında ikinci sırada yer alan ve toplam 3 fona sahip bulunan Çin’deki % 38,8 düzeyindeki toplam gayrisafi tasarrufların % 25,5’i bu fonlara ait. 438 milyar dolar ile üçüncü sırada yar alan Singapur’un toplam gayrisafi tasarrufu % 47,7 ve bunun % 35,2’si bu fonlardan sağlanıyor. Dördüncü sırada yer alan Norveç Devlet Emeklilik Fonu (322 milyar dolar) bu ülkenin % 36,9’luk gayrisafi tasarrufunun % 18,5’ini karşılıyor[2].
Tablo 1: Devlet yatırım fonları ve tasarruflar
Ülke
|
Fon
|
Fon Varlıkları
|
Fon kaynakları
|
Gayri safi tasarruf/ GSYH (%, 2000)
|
Fonların tasarruf payı, (GSYH’nin % si, 2000)
|
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)
|
Abu Dhabi Investment Authority (ADIA)
|
875.0
|
Petrol
|
…..
|
……
|
Çin Halk Cumhuriyeti
|
1.China Investment Corp. Ltd.
|
500.0
|
Meta dışı (döviz rezervleri)
|
38.8
|
25.5
|
Singapur
|
1. Government of Singapore Investment Corp. (GIC)
|
438.0
|
Meta dışı (döviz rezervleri)
|
47.7
|
35.2
|
Norveç
|
Kamusal Emeklilik Fonu – Global (GPFG)
|
322.0
|
Petrol
|
36.9
|
18.5
|
S. Arabistan
|
Muhtelif Fonlar
|
300.0
|
Petrol
|
29.4
|
-26.5
|
Kuveyt
|
Kuwait Investment Authority
|
250.0
|
Petrol
|
40.0
|
-12.9
|
Hong Kong, Çin
|
HK Monetary Authority Investment Portfolio
|
140.0
|
Meta dışı (döviz rezervleri)
|
31.8
|
21.4
|
Rusya
|
Stabilisation Fund of the Russian Federation (SFRF)
|
127.0
|
Petrol
|
37.1
|
-13.4
|
(Kaynak: Deutsche Bank Research (2007); World Bank (2006)’den aktaran Reisen, agm)
Devlet varlık fonlarının sahipleri, ülkeden ülkeye çeşitlilik gösterse de, genelde bunlar merkez bankaları, devlet yatırım işletmeleri, kamusal emeklik fonları ve petrol istikrar fonu gibi devlet kuruluşları. Bu fonlar genelde uzun vadeli olarak, uluslar arası borsalara, devlet tahvili piyasalarına, alt yapı projelerine ve emlak sektörüne yatırım yapıyorlar (örneğin, 2008 yılı itibariyle Norveç Kamusal Emeklilik Fonu küresel çapta 7,000 firmaya yatırım yaptı[3]).
Bu fonlar sahip oldukları döviz varlıklarını resmi döviz rezervlerinden ayrı bir biçimde yönetirler. Bunun nedeni içerde döviz piyasalarında herhangi bir istikrarsızlığa yol açmamak. Bu nedenle de bu fonların yatırımları içinde uluslar arası finans piyasalarında yapılan yatırımlar çok önemli bir yer tutuyor (örneğin ABD fonu 800 milyar dolarını bu tür piyasalarda tutarak, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından uluslar arası piyasalarda en fazla yatırım yapan ikinci ülke. Bunu 400 milyar dolar ile Norveç ve 300’er milyar dolar ile Hollanda ve Japonya takip ediyor[4]).
Fonlar küresel finans piyasalarının önemli aktörleri
Devlet varlık fonları küresel piyasalar içinde önemli bir yer tutuyor. Öyle ki toplam varlıkları 2015 Mart’ında 7,3 trilyon doları buluyor (bunun 4,2 trilyon doları petrol ve gaz sektöründe yer alıyor[5]).
Tablo 2: 2015 yılı sonu itibariyle en büyük devlet yatırım fonları
Fon
|
Ülke
|
Varlıklarının toplam (milyar $)
|
Government Pension Fund (NIBM)
|
Norveç
|
873.0
|
Abu Dhabi Investment Authority(ADIA)
|
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)
|
773.0
|
China Investment Corporation (CIC)
|
Çin Halk Cumhuriyeti
|
747.0
|
Kuwait Investment Authority (KIA)
|
Kuveyt
|
592.0
|
State Administration of Foreign Exchange (SAFE)
|
Çin Halk Cumhuriyeti
|
547.0
|
Hong Kong Monetary Authority (HKMA)
|
Hong Kong
|
400.0
|
Government Investment Corporation (GIC)
|
Singapur
|
344.0
|
Qatar Investment Authority (QIA)
|
Katar
|
256.0
|
National Social Security Fund
|
Çin
|
236.0
|
(Kaynak: Arezki et al, agm).
Bu fonların toplam varlıkları, küresel çapta hedge fonları ve girişim sermayesi şirketlerinin fonlarının varlıklarının toplamından daha fazla[6]. Bunların içinde 890 milyar dolarlık varlık (aktif) büyüklüğü ile Norveç Fonu dünyanın en büyük fonu, Bu fon dünya borsalarında kote edilmiş olan her 100 hissenin % 1’ini elinde tutuyor[7].
Bazı fonlar ülke milli hâsılasından büyük yapılar
Aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere, Birleşik Arap Emirlikleri’nde bu fonun toplam varlıklarının GSYH içindeki payı % 630, Brezilya’da % 300, Kuveyt’te % 270, Singapur’da % 250 ve Norveç’te % 110 civarında. Yani bu fonların varlıkları ülke ekonomilerinden 6 kat büyük olabiliyor.
(Kaynak: Joshua Aizenman, Reuven Glick, “Sovereign wealth funds, governance, and reserve accumulation”, voxeu.org., 16 January 2009).
Fonların kuruluş nedenleri
Yaygın olarak kabul edilen görüş; bu fonların devletlerin bazı ekonomik ve finansal amaçlara ulaşabilmek için kullandıkları bir araç olduğu yönünde.
Bu amaçlar, ekonomik istikrarın sağlanmasından, kuşaklar arası servet ve tasarruf transferine kadar geniş bir yelpazede yer alabilen amaçlar[8]. Ya da bu fonlar büyük ölçüde, meta ihracatından sağlanan gelirleri, döviz rezervlerinin getirilerini artırmak ve çeşitlendirmenin yanı sıra ulusal ekonomiyi uluslar arası meta fiyatlarındaki dalgalanmalardan korumak için kuruluyorlar[9].
Fonların savunucularına göre, iktisadi büyüme ve kalkınmaya katkısı bağlamında bu fonların şu katkılarda bulunması bekleniyor: (i) Yönetilemeyecek kadar büyük döviz rezervlerinin ABD Hazine bonosu gibi araçlarda tutulmasını sağlayarak iç döviz dengesinin sağlanması, (ii) demografik değişimlere yanıt vermek, gelecek kuşakların tüketimlerini hafifletmek, (iii) yatay ve dikey sektör çeşitliliği sağlayarak kaynak bağımlılığını azaltmak, (iv) geleceğin iktisadi büyümesinde sürükleyici rol oynayan verimliliği, iktisadi etkinliği artırmak[10].
Bu fonların kurulmasının bir diğer nedeni, kuşkusuz, içerde toplanan devasa serveti uluslar arası piyasalarda daha da büyütmek. Nitekim daha önce de vurgulandığı gibi, başta ABD ve Çin olmak üzere büyük ülkeler, bu fonlarını ağırlıklı olarak uluslar arası finans ve türev piyasalara akıtıyorlar. Böylece hem finansal kârlar artırılıyor ve servet büyütülüyor, hem de küresel ekonomi ve küresel piyasalarda söz sahibi olunabiliyor.
Fonların son yatırımları: Yoksul ülkelerin topraklarını satın almak
Son yıllarda bu fonların kaynaklarını giderek en çok yönelttikleri alanlar başta Afrika ve Orta Doğu olmak üzere bazı bölge ve ülkelerde yapılan büyük çaplı arazi, toprak satın almaları. Asıl olarak gıda güvenliği ve kaynak, hammadde temini sorununu aşmak ve geleceğe dönük üretimde süreklilik sağlamak ön planda tutulsa da, buralarda üretilen buğday başta olmak üzere bazı gıda maddelerinin üzerinden yaratılan vadeli işlem piyasaları ve bu piyasalarda hedeflenen gelirler de önemli oluyor. Bu satın alma aynı zamanda bu ülkelerde ekonomik ve siyasal olarak etkili olmak, nüfuz oluşturmak anlamına geliyor.
Sıklıkla ‘toprak gaspları’ olarak da nitelenen ve yeni bir sömürgecilik biçimi olarak ele alınan bu toprak satın almalar günümüzde önemli boyutlara ulaştı. Toprak satın alan ülkelerin başında ABD, Çin, S. Arabistan, BAE ve bazı Avrupa ülkeleri ve bunlara ait çok uluslu şirketler (ÇUŞ) geliyor (2013 yılında Cargill şirketi sadece Kolombiya’da 52,6 hektarlık bir arazi satın aldı[11]).
Öyle ki Pearce’ye göre, geçtiğimiz 10 yıl boyunca Batılı ÇUŞ’lar, Batı Avrupa büyüklüğünde bir toprağı azgelişmiş dünyada satın alma yoluyla ele geçirdiler[12] (böylece köylüler topraksız kalarak yoksullaştırıldılar).
Aşağıdaki tabloda 2008 krizinden bu yana Batılı yatırımcı ülkelerin yaptığı en yüksek arazi/ toprak satın almaları, hem satın alan ülke hem de toprak sahibi ülke olarak gösteriliyor.
Tablo 3: En üst 10 Toprak Gaspı ve Yatırımcı ülkeler
Toprak Satan Ülkeler
|
(milyon hektar)
|
Toprak Alan Ülkeler
|
(milyon hektar)
|
Güney Sudan
|
4.1
|
ABD
|
8.0
|
Papua Yeni Gine
|
3.9
|
Malezya
|
3.5
|
Endonezya
|
3.5
|
B.Arap Emirlikleri
|
2.8
|
Demokratik Kongo Cumhuriyeti
|
2.7
|
Birleşik Krallık
|
2.1
|
Mozambik
|
2.2
|
Singapur
|
1.9
|
Sudan
|
2.0
|
Çin
|
1.6
|
Liberya
|
1.4
|
Suudi Arabistan
|
1.5
|
Arjantin
|
1.3
|
Güney Sudan
|
1.4
|
Sierra Leone
|
1.2
|
Hong Kong
|
1.3
|
Madagaskar
|
1.1
|
Hindistan
|
1.3
|
(Kaynak: Land Matrix, http://landmatrix.org’tan aktaran Fred Magdoff, agm )
Fonlar denetimsiz şeffaf olmayan dev yapılar:
Bu fonlara getirilen bir eleştiri bunların işleyişinin şeffaf olmaması ve sahip oldukları özel imtiyazlar nedeniyle denetlenmelerinin zorluğu. Aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi şeffaflık konusunda Batılı fonlar ile özellikle Arap ülkelerinin sahip bulunduğu fonlar kendi içlerinde farklılaşıyor ve şeffaflık oranı sırasıyla % 90 ile % 10 arasında değişebiliyor[13].
(Kaynak: Truman, agm)
Bu fonların, diğer yatırım ve sigorta fonlarının aksine, hissedarlarına ya da poliçe sahiplerine karşı spesifik bir sorumlulukları mevcut olmadığından şeffaf olmak için bir motivasyona sahip değiller[14].
Fonlar küresel rekabeti ve korumacılığı tetikleyen, küresel krizlerden en çok etkilenen yapılar
Bu fonlara getirilen (özellikle de Batılı ülkelerce) bir diğer eleştiri, petrol geliri elde eden ülkelerin ve Çin’in fonlarının ticari bir amaç gütmekten çok, yatırım yaptığı ülkelerde siyasal amaçlar güttüğü ve bu ülke ekonomilerini ve siyasetini kendi çıkarları doğrultusunda etkileme ve bu anlamda bir nüfuz oluşturma çabası içinde olmaları yönünde[15]. Bunun da ülkelerde korumacılık refleksini artırdığı ve bu bağlamda serbest ticareti zedelediği ileri sürülüyor.
Bu fonlar 2008 krizinden en çok etkilenen yapılar. Zira kaynaklarının önemli bir kısmını finans ve finans ile ilişkili piyasalara yatırdıklarından, 2008 küresel finansal krizi sonucunda bu piyasalarda yaşanan çöküş bu fonların büyük zararlara uğramasına neden oldu.
Son yıllardaki petrol fiyatlarındaki düşüş de, fon gelirlerinin önemli bir kısmının petrolden oluştuğu başta Arap ülkeleri ve Rusya olmak üzere bu ekonomilerde ilk kez bütçe açıklarının doğmasına ve bunun sonucunda fonların küçülmesine yol açtı[16].
Fonlar emperyalist sömürünün – tahakkümün ve rekabetin araçları
Öncelikle günümüzde, sanıldığının aksine, devletlerin hem ulusal hem de uluslar arası ekonomi alanında ağırlığının azalmadığının altının çizilmesi gerekiyor. “Serbest dolaşım”, “serbest rekabet”, “neo liberalizm” gibi kavramlar bize her ne kadar piyasaların başat bir hale geldiğini anlatsa da, devletler günümüzde, özellikle de 20yyın başlarındaki rollerinden geriye düşmediler, hatta daha kompakt bir biçimde kapitalist sistemi her türlü riskten koruma rollerini artırdılar. Yani günümüzde kapitalist ekonomilerde ‘piyasaların gizli eli’nden ziyade ‘devletin açık eli’ çok daha etkili bir hale geldi.
Bunun en somut göstergesi bugün dünya ekonomisini kontrol altında tutan ve en hızlı büyüyen her 10 çok uluslu şirketten 1’inin ulus devletlerce kurulmuş ya da mülkiyetinin bizzat bu devletlere ait olması.
“Forbes Global 2000” olarak sıralanan en büyük küresel ÇUŞ’lar ve onların 330,000 iştiraki ve şubesi içinde 204 tanesi 37 değişik ülkenin devletlerine ait (devlet şirketini sermayesinin en az % 50.1’i devlete ait olan şirket olarak tanımlıyoruz). 2011 yılında bu devlet şirketlerinin satışlarının toplamı 3,6 trilyon dolardı. Bu dünya hâsılasının % 6’sına denk düşerken, bu satışlar tikel olarak Fransa, Almanya ve İngiltere’nin milli hâsılalarından büyük. İlk 10’daki şirketler içinde en fazla kamu payına sahip bulunan ülkeler ise sırasıyla; Çin (% 96), BAE ( % 88), Rusya (% 81), Endonezya (% 69) ve Malezya (% 68). Bu devlet işletmelerinin en çok faaliyet gösterdiği sektörlerin başında % 20-40 oranlarıyla madencilik, doğal gaz, enerji ve ağır sanayiler geliyor[17].
Bu şirketler, devletten her türlü vergisel teşvik ve doğrudan sübvansiyon sağlama, imtiyazlı finansman temini, devlet garantisi alma, tercihli düzenlemelerden yararlanma, anti-tröst ve iflas kurallarından muaf tutulma gibi çok önemli imtiyazlara sahipler.
“Piyasaların bu denli ağırlıkta olduğu kapitalizmin neo liberal çağında kapitalist sistemin neden hala küresel çapta faaliyette bulunan devlet şirketlerine ihtiyaç duyduğu” sorusu yanıtlanması gerekli bir soru.
Bu sorunun yanıtlanabilmesi için küresel kapitalist sistem mekanizmasının nasıl işlediğinin, emperyalist kapitalist sistemin temelde rekabetten kaynaklı çatışmalarının nasıl tezahür ettiğinin ve bu çelişkilerin nasıl çözümlenmeye çalışıldığının iyi anlaşılması gerekiyor.
Kâr için emek sömürüsünü esas alan kapitalist sistemin özünde çatışma var. Yani temelinde sınıfsal niteliğe sahip bulunan iktisadi çıkar çatışmalarının olmadığı bir kapitalizmden söz edilemez. Bu çatışmalar ise uluslar arası gerginlikleri, nefretleri, korkuları, silahlanmayı, sıcak ve soğuk savaşları provoke eden gelişmelere yol açıyor. Bu savaşlar aracılığıyla da, emperyalist bir devlet sadece dışarıdaki yer altı zenginliklerini ya da yaptığı veya yapmayı planladığı yatırımlarını koruma altına almakla kalmıyor, aynı zamanda piyasaların serbestçe işlemesini garanti altına alıyor, küresel rekabetçi kapitalizmin yerleşik kurallarını daha da sağlamlaştırıyor. Bütün bunların, özünde, kârların maksimize edilebilmesi ve sürdürülebilir kılınması için yapıldığı biliniyor.
Bir başka anlatımla, günümüzde emperyalist devletler ve arkalarındaki büyük sermaye grupları arasındaki küresel çaptaki rekabet sadece sıcak çatışmalar, bölgesel savaşlar ya da dünya savaşları biçiminde değil, aynı zamanda ve giderek de artan bir biçimde uluslar arası ticaret savaşları, kur savaşları ve finans alanındaki savaşlar biçiminde yürütülüyor.
Finans alanındaki savaşların aktörleri de hem IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslar arası kuruluşlar, hem de son 15 yıldır oldukça önemli boyutlara ulaşan çok büyük boyutlardaki bu devlet şirketleri ve devlet varlık fonları. Bu bağlamda 2014’te Çin’in, 20 ülkeye öncülük yaparak bir centilmenlik anlaşması ile 50 milyar dolar sermayeli bir “Asya Alt Yapı Yatırım Bankası” kurma girişiminde bulunması ya da BRICS ülkelerinin benzer bir yapılanmaya gitmek istemeleri, başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere Batılı emperyalist devletler ve sermaye grupları arasında ciddi bir gerginlik yarattı.
Bugün soğuk savaş, doğrudan uluslar arası siyaset alanının ötesine geçerek, finans alanında da yaşanıyor. Yani bugün küresel finans savaşları, askeri olmayan bir savaş biçimine dönüştü. Dış krediler biçiminde borçlandırmanın, spekülatif sıcak para hareketlerinin, trilyon dolarlık özelleştirmelerin, toprak satın almaların, TPP, TIPP ve TISA gibi uluslar üstü anlaşmaların yanı sıra trilyon dolarlık varlık ve satış cirosuna erişen ulus devlet şirketleri ve varlıklarının hacmi küresel hedge fonları ve yatırım fonlarından daha büyük boyutlara erişmiş olan ulus devletlerin varlık fonları bu savaşın yeni aktörleri olarak karşımıza çıkıyorlar.
19. Yüzyılda Marks, ünlü eseri ‘Kapital’de, sermayenin önemli bir eğiliminin yoğunlaşıp merkezileşmek olduğunu vurgulamıştı. Bu süreç 20. Yüzyılın başlarında ekonomik ve jeopolitik rekabetin yoğunlaşmasına neden oldu. Büyük ölçekli ve uluslar arası hareket halindeki sermaye giderek çıkarlarını koruyabilmek için ulus devlete bağımlı hale geldi, keza ulus devletler de rakiplerine karşı kendilerini koruyabilmek için kendi sınaî kapitalist ekonomilerini geliştirmek ihtiyacı içinde oldular. Çünkü bu kesimler onlara modern savaş aygıtlarını ve savaşın alt yapısını sunabilirlerdi.
Bir başka anlatımla, devletlerin ve sermayenin birbirine giderek artan bağımlılığı, küresel rekabet çağında, bir yandan jeopolitik gerilimlerin ve çatışmaların da yoğunlaşmasına neden olurken, aynı zamanda ulus devletlerin, kendi ulus ötesi şirketlerinin çıkarlarını korumak için, onların arkalarında hem devasa bir askeri güçle durma, hem de kendi kurduğu şirketler ve büyük fonlarla bu sermaye gruplarına uluslar arası alanda destek sağlama, yeni kaynaklar yaratma, yeni finansman imkânları sunma ihtiyacını ortaya çıkarttı.
20. Yüzyılın başında yazdığı “Emperyalizm” adlı kitabıyla da bilinen Lenin ise, bu çalışmasında emperyalizmi, kapitalizmin en ileri, en gelişmiş, aynı zamanda da en saldırgan biçimi olarak tanımlarken, onun temel özelliğinin; tekelci mülkiyet ve üretimin tekelci kontrolü, finans kapitalin baskınlığı, aşırı sermaye birikiminden kaynaklı sermaye ihracı, kartel ve tröstlerin yükselişi ve dünyanın en büyük kapitalist güçler arasında paylaşılması olduğunun altını çizmişti.
Özcesi, büyük devlet şirketleri ve büyük devlet varlık fonları, küresel borsaların, devlet tahvili piyasalarının, küresel yatırım fonlarının, küresel ticari bankaların ve dünya hâsılasının yüzlerce katı boyutlarına erişmiş olan küresel türev piyasalarının yanı sıra, emperyalist çatışmaların, sömürü ve bu paylaşımın ulus devletler tarafından yönlendirilen çağdaş iktisadi araçları olarak işlev görüyorlar.
[1] Helmut Reisen, “How to spend it: Sovereign wealth funds and the wealth of nations, voxeu.org,” 05 June 2008.
[3] Kavaljit Singh,”Norwegian Medicine for Vedanta”,http://mrzine.monthlyreview.org/2008.
[4] Edwin Truman, “Four myths about sovereign wealth funds”, voxeu.org, 14 August 2008.
[5] Rabah Arezki, Adnan Mazarei, Ananthakrishnan Prasad, “IMF, Sovereign wealth funds in the new era of oil”, voxeu.org, 29 November 2015.
[6] Philipp Hildebrand, “The challenge of sovereign wealth funds”, voxeu.org, 21 January 2008.
[7] Samuel Wills, Rick van der Ploeg, Ton van den Bremer, “Norway is right to reassess its sovereign wealth fund”, voxeu.org., 10 October 2014.
[8] Truman,agm.
[9] Singh, agm.
[11] Fred Magdoff, “Twenty-First-Century Land Grabs, Accumulation by Agricultural Dispossession”, http://monthlyreview.org/2013/11/01.
[12] Jason Hickel, “Aid in Reverse: How Poor Countries Develop Rich Countries”, http://www.newleftproject.org, 18 December, 2013.
[14] Aizenman ve Glick, agm.
[16] Arezki, et al. Agm.
[17] Max Büge, Matias Egeland, Przemyslaw Kowalski, Monika Sztajerowska, “State-owned enterprises in the global economy: Reason for concern? “, http://www.voxeu.org, 2 May 2013.