Gülfer Akkaya yazdı: Eşitlikçi, bilimsel, laik, özgürlükçü bir eğitim şart
“Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bizzat hükümet tarafından derinleştirildiği, kadını eve hapseden uygulamaların yasal kılıflara büründürüldüğü ve geleneksel rollerin eğitim aracılığıyla pekiştirildiği 2015-2016 eğitim öğretim yılı cinsiyetçiliğin ve ayrımcılığın arttığı bir yıl oldu. Kız öğrencilerin eğitime erişimde yaşadıkları sorunlar toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirirken, bu eşitsizliği önlemesi gereken Milli Eğitim Bakanlığı çocuk istismarını meşrulaştıran, cinsiyet ayrımcılığını derinleştiren, karma eğitimi ortadan kaldıran uygulamalarına ve müfredatta kadını aşağılayan pratiğine bu yıl da devam etti.”
Bu tespitler Eğitim-Sen’in 2016 yılı raporundan. Raporda eğitim alanı baz alınarak AKP ve onun yıllardır “istikrarla” yürüttüğü cinsiyetçi politikalarının dökümü yapılmış, bu politikaların nasıl sonuçlara mal olduğu açıklanmış.
Temel haklar arasında yer alan eğitim hakkının başta kız çocuklar olmak üzere, kızlı-erkekli olarak koparılışlarını, ucuz, güvencesiz, çocuk yaşta işçileştirilmelerini, işçi ölümlerinde çocuk işçi ölüm sayısının artışını gözler önüne sermiş.
Sermayenin çıkardığı iç ve dış savaş ve bu savaşın emek sömürüsüne dönüştürülmesi, Suriyeli göçmenlerin insanlık dışı koşullarda sömürülmesi de raporda yer almış.
4+4+4 eğitim sistemi kız çocuklarını eğitim hakkını gasp etti
AKP, 4+4+4 eğitim sistemini önerdiğinde feministlerin yanı sıra birçok alanda itirazlar gelmişti. Buna rağmen AKP bildiğini okumuş, bu sisteme geçmişti. İtirazlar; 4+4+4 sistemi başta kız çocukları olmak üzere çocukların eğitimden uzaklaştırılmasını, eğitime ulaşmanın keskin cinsiyetçi politikalarla zorlaştırılmasını, kız çocuklarını böylece eğitim, çalışma ve sosyal alanlardan kopartarak aileye, evliliğe, erkeklere mahkum edilmesini, eğitimin dincileştirilmesini, parası olanın eğitim hakkından faydalanabileceğini söylüyordu.
Rapor bu konuda yazık ki yanılmadığımızı gösteriyor: “2015-2016’da binlerce kız çocuğunu eğitim sisteminin dışına itmiştir. 2013-2014 eğitim öğretim yılında yüzde 99.61 olan kız çocuklarının okullaşma oranı geçtiğimiz yıl % 96.57’ye bu yıl ise % 95.22’ye gerilemiştir.
Türkiye’de 2015 yılında 18-24 yaş arası yaklaşık 3,2 milyon genç ekonomik yetersizlikler nedeniyle okulunu terk etmek zorunda kaldı. Eğitim her çocuğun temel hakkı ancak, ekonomik yetersizliklerden dolayı liseye ulaşamadan okulu bırakan çocukların oranı, Türk eğitim sistemindeki içler acısı durumu gözler önüne seriyor. Türkiye’de 18-24 yaş arası 9 milyonluk genç nüfusun % 36,4’ünün liseye ulaşamadan eğitimi bırakmak zorunda kalıyor. Kız öğrencilerde % 37,6, erkek öğrencilerde % 35 olan eğitimi bırakma oranıyla Türkiye açık ara Avrupa birincisi oldu.
Ayrıca, UNESCO’nun “Herkes için Eğitim 2015” hedeflerine göre ilköğretim ve ortaöğretimde toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekleştirmesi riskli görülen 24 ülkeden birisi olan Türkiye’de, yoksul ailelerden gelen kızların % 6’sı ortalama iki yıldan daha az eğitim görmektedir. Ve bu oran Doğu illerinde yaşayan ve anadili Kürtçe olan kızlar için % 43’e kadar yükselmektedir.”
Ortalama 2 yıl kız çocuklarının %6’sı ancak okur-yazar olabiliyor demek.
Okuyamayan çocuklar işe
Eğitim hakları AKP tarafından elinden alınan kız çocuklarının bir kısmı eve gönderilirken bir kısmı çocuk yaşta “işçi” oldu. 6-17 yaşları arasında (%75 oranında) tarımda çalışan kız çocukların sosyal güvenceden uzak, düşük ötesi ücretlerle çalıştırılmasının yanı sıra, tarım gibi önemli oranda aile işleri olan alanlarda bedavaya çalıştırıldıkları bilinen bir gerçek.
Yine aynı yaş grubundaki kız çocukların (6-14 yaş arasındaki) % 16’sı hizmet ve % 8’i sanayi sektöründe çalıştırılmakta. 15-17 yaş arasında ise sırasıyla % 46, % 33, % 22 olarak tarım, hizmet ve sanayi sektöründe çalıştırılmakta.
“İSİG 2016 Raporu’na göre, iş cinayetlerinde yaşamını yitiren çocukların % 16’sı kız çocuğudur. Bu oran genel olarak iş cinayetlerinde tespit ettiğimiz kadın işçi ölümünün iki katıdır.”
2016 yılının aylara göre işçi ölümleri tablosu bir katliamı işaret etmekte:
Ocak ayında en az 115 işçi,
Şubat ayında en az 143 işçi,
Mart ayında en az 160 işçi,
Nisan ayında en az 171 işçi,
Mayıs ayında en az 123 işçi,
Haziran ayında ise en az 200 işçi yaşamını yitirdi…
Haziran ayı yaşlara göre ölümler şöyle:
Haziran ayında iş cinayetlerinde 6 çocuk ve 44 yaşlı işçi yaşamını yitirdi…
14 yaş ve altında 2 işçi,
15-17 yaş aralığında 4 işçi,
18-27 yaş aralığında 33 işçi,
28-50 yaş aralığında 105 işçi;
51-64 yaş aralığında 37 işçi;
65 yaş ve üstünde 7 işçi;
Yaşını tespit edemediğimiz/bilmediğimiz 12 işçi yaşamını yitirdi…
Savaş nedeniyle mülteci olan çocuklar eğitim hakkından mahrum kalırken bir de ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor. Göçmen çocuk işçiliği, 2014’te 5, 2015’te 12, 2016’da da 2 Suriyeli çocuk olmak üzere 19 çocuğun ölümüne neden olmuş!
Eğitim-Sen raporuyla devam edelim
Raporda eğitimin dini kurumlarla ve müfredatla dincileştirilmesine de yer verilmiş haklı olarak. Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığının ortaklığı ile eğitim alanının nasıl iktidarın gelecekteki tebaası ve oy deposu haline dönüştürüldüğünü anlatmış:
“Sünni İslam’ın resmi temsilcisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve MEB işbirliğiyle ülke çapında açılan ‘kreş görünümlü’ Kuran kursları aracılığıyla 4-6 yaş grubundaki okul öncesi çağdaki çocuklara ‘dini eğitim’ verilmeye başlandı. Diyanet’e bağlı 4-6 yaş grubu Kuran kursları fiilen ‘sıbyan mektebi’ işlevi görmekte ve resmi okul öncesi eğitim kurumlarına alternatif olarak sunulmaktadır. 2015-2016 döneminde Türkiye’nin her bölgesinde 463 ilçede 2 bin 53 ‘4-6 yaş Kur’an kursu’ bulunmakta, bu kurslarda 3 bin 17 öğretici görev yapmakta, toplam 55 bin 347 öğrenci (27 bin 481’si erkek, 27 bin 866’si kız) yer almaktadır.”
Bunların yanı sıra eğitimde iktidar yanlısı kadrolaşmaya, din derslerinin zorunlu kılınması ile dinci, kinci, itaatkar nesillerin yetiştirilip her alanda dört bir yana gönderilerek çalıştırılacağını anımsamakta fayda var.
Geçtiğimiz günlerde MEB’in toplu çocuk istismarı ve kadınlara tecavüze adı karışan Ensar Vakfı ile yaptığı çalıştayda medreselerin imam hatip okullarına yardımcı unsur olarak hizmet etmesi, değerler eğitiminin 0-6 yaştan başlayıp din öğretiminin okul öncesinde, 2 yaşından itibaren verilmesi kararları alınmıştı.
Oysa MEB’in gerek Diyanet İşleri Başkanlığı, gerek başka dinci kurumlarla yan yana gelip çalıştaylar yapıp, eğitim alanı hakkında kararlar alıp yürütmesi hukuki değil, anayasaya da aykırıdır.
AKP-MEB politikaları Alevileri vuruyor
Yine özellikle Alevi inancına mensup ya da inançsız, demokrat olan toplulukların çocuklarının bu eğitim sistemi tarafından nasıl dışlandığı, hor görüldüğü, cezalandırıldığı, mobinge maruz kaldığı ve kimi öğrencilerin bu nedenle eğitimine ara verdiği, özel okullara yazılmak zorunda kaldığı, eğitimden uzaklaştığı bilinmekte.
Müfredatın her dönemkinden daha yoğun ve özellikle dincileştirilerek cinsiyetçileştirilmesi neredeyse yasalaştı diyebiliriz. Yanı sıra milliyetçi, militarist ve şovenist müfredatla beraber kadınlara yönelik şiddet, eşitsizlik algısı tavan yapmış durumda.
Tüm bunları içinde barındıran müfredata AKP döneminde bir ek de Alevilere, Alevilik inancına yönelik asimilasyon ve yok etme politikaları eklenerek kadınlara karşı devasa bir mücadele alanı açıldı.
Fıtratında kadın erkek eşitliği olmayan AKP iktidarı ve onun dinci, kinci yobazları, kadın erkek eşitliğini savunan Alevilik inancını ve Alevi toplumunun çocuklarını eğitim alanında hedefe koydular. Diyanet İşleri Başkanlığı, zorunlu din dersleri, imam hatip okullarının biat eden gençliği aracılığı ile Alevi çocuklarının eğitim haklarını gasp edip, asimile yöntemlerine başvurarak, yıldırıp “terbiye etmeyi” amaçlamakta.
4+4+4 sisteminin Alevi toplumuna etkileri üzerine yazık ki Alevi kurumlarının araştırmaları olmadığı için şimdilik duyumlarımız, gözlemlerimiz, maruz kaldıklarımız ile konuşabiliyoruz. Yeri gelmişken belirtmiş olalım, Alevileri ve Alevi kadınları derinden etkileyen AKP-MEB politikaları üzerine Alevi kurumlarının araştırma yapmaları zaruri bir görev.
Sonuç olarak, AKP’nin dinci, cinsiyetçi, bölücü, şovenist, savaş yanlısı politikalarına karşı tüm demokrasi güçlerinin daha yüksek sesle itiraz etmesi gerekiyor. Eşitlikçi, bilimsel, laik ve özgürlükçü bir eğitim sistemi kuramazsak çok ağır bedeller ödeyeceğiz. Hatta ödemeye başladık.