Darbenin sebebinin, demokrasinin ve hukukun tesis edilmesi olduğu açıkken, neden antidemokratik uygulamaların ve hukuksuzluğun üst versiyonu olan olağanüstü hal rejimine geçilmektedir? Darbe karşısında parlamento dik durmuşken, neden parlamento iradesi yok sayılmaktadır. Olağanüstü hal kararı hükümsüzdür!
AHMET SAYMADİ
Erdoğan ve AKP, darbenin bastırılmasını zafer havasında kutlasa da AKP’ye yakın yazarların satır aralarında yazdıklarından durumun öyle olmadığı anlaşılıyor. OHAL uygulaması da bu korkunun sonucu. Görülen o ki bu korku AKP’yi iki şey yapmaya itiyor. Birincisi; darbeyi bastırma adı altında AKP karşıtları üzerindeki baskıyı artırma. İkincisi ise baskı uygularken hukuk sınırları içerisinde kalmama. Olağanüstü hal uygulamasına dair Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, ‘‘OHAL'in ilan edilmesinin sebebi, Bakanlar Kurulu'nun çıkardığı Kanun Hükmünde Kararname'lerin (KHK) Anayasa Mahkemesi'ne götürülememesidir.’’ dedi. İstedikleri denetimsizlik ve hukuksuzluktur. Bu açık bir sivil darbedir.
Yapılması gereken tek şey bu kararı tanımamaktır. Bizi bugüne getiren, darbenin yaşanmasına sebep olan şey; hükümetin hesap vermekten kaçması, yargıya müdahale etmesi, çoğulcu demokrasiden uzaklaşması, parlamento iradesini yok sayması, toplumun üzerinde baskı kurması değil midir?
Darbenin sebebinin, demokratikleşmenin ve barışın hayata geçirilmemesi olduğu açıkken, neden antidemokratik uygulamaların ve hukuksuzluğun üst versiyonu olan olağanüstü hal rejimine geçilmektedir?
Darbe karşısında parlamento dik durmuşken, dört parti arasında ortaklaşma sağlanmışken, parlamentonun bu tutumuna övgüler düzülmüşken, ‘‘Gazi meclis kendisine yakışanı yapmıştır’’ denilmişken şimdi neden parlamento iradesi yok sayılmaktadır. ‘‘Bu olağanüstü hal kararını tanımıyorum’’ denilmesinin meşruiyet zemini ve toplumdaki karşılığı büyüktür. Olağanüstü hal kararını dikkate almamak gerekir.
Cumhurbaşkanı’nın ve AKP’li yetkililerin, ‘‘Normal vatandaşın hayatı ve ekonomi etkilenmeyecek’’ demesinin bir anlamı var mıdır? Memleket darbe ortamından henüz çıkmamışken, toplum daha ne olduğunu anlamamışken, darbeci olduğu Cemaat üyesi olduğu için 50 bin insan açığa alınmışken, toplumda cadı avı yaşanırken, IŞİD tehlikesi hala canlıyken, ekonomi tepetaklak aşağı giderken; insanlara ‘‘üretmeye, çalışmaya, yatırım yapmaya, vergi vermeye devam edin’’ demek nasıl bir tutarsızlıktır!
Ayrıca siyasal ve psikolojik üstünlük AKP’de değil AKP karşıtlarındadır. Bu durumun altını ısrarla çizmek gerekmektedir. Açık oturumlarda AKP’lilerin cevap veremediği yegane soru şudur, ‘‘Defalarca yapılan uyarılara rağmen, uyarıları dikkate almayıp Cemaat’in örgütlenmesine göz yuman hatta önünü açan siz değil misiniz?’’ Bu nokta AKP’nin yumuşak karnıdır.
AKP, olan bitenler karşında hesap vermekten kaçınmak ve rakiplerini tasfiye etmek için hukuktan kaçınmayı tercih ediyorken, yapılması gereken en önemli şey sorularımızı daha net sormaktır.
-Fethullah Gülen Cemaati’nin çok tehlikeli olduğu, devlet kurumları içerisinde tasfiye hareketi içerisinde bulunduğu, davalar yoluyla siyasi rakiplerini tutukladığı hükümete açık açık söylenmişken; bunlar basında bile yer almışken Cemaat’e karşı neden bir şey yapılmamıştır?
-Cemaat’in faaliyetlerini ve kimlerden oluştuğunu askeri hakim albay Ahmet Zeki Üçok 2009’da yazmışken, neden işlem yapılmamıştır? Ahmet Zeki Üçok’un uyarıları dikkate alınsa bunlar olur muydu?
-Ahmet Şık Cemaat hakkında kitap yazdığı için, tutuklandı ve hapisteyken kitabı yayınladı. Neden kitaptaki bilgiler doğrultusunda işlem yapılmamıştır?
-2011 yılında ordu içerisinde Cemaat’in başlatmış olduğu tasfiye dalgasına tepki olarak Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit ve Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay’ın istifa mektuplarındaki mesaj neden dikkate alınmadı?
İstifa eden generaller şöyle diyordu, ‘‘Şu anda 173‘ü muvazzaf, 77‘si emekli olmak üzere 250 general-amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş, hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunmaktadır. Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek, bir çok hukukçunun da ifade ettiği gibi, mümkün değildir. Bu durum, bir çok defa yetkili makamlara iletilmesine, anlatılmasına ve takip edilmesine rağmen soruna yasal çerçevede bir çözüm bulunması mümkün olmamıştır. Haklarında henüz hiç bir kesin yargı kararı olmamasına rağmen tutuklu bulunan 14 general-amiral ile 58 albay, hürriyetlerinin tehdit edilmesinin yanı sıra mevcut yasalarımız gereğince bu yıl yapılacak Yüksek Askeri Şura‘da değerlendirmeye girme hakkını kaybetmiş ve peşinen cezalandırılmıştır.’’ Tasfiyeyi daha açık nasıl anlatabilirlerdi?
-Bir tarikatın, Cemaat’in toplum açısından tehlikeli olsa bile, sizinle arasını iyi tuttuğu sürece devlet içerisinde örgütlenmesi serbest midir?
-Fethullah Gülen Cemaati hakkında işlem yapılması için hükümetle arasının bozulması mı gerekmektedir?
-Fethullah Gülen Cemaati’nden boşalan yere başka bir tarikatın veya cemaatin örgütlenmediğinin garantisini kim vermektedir?
-Fethullah Gülen Cemaati’nden boşalan kadrolara kimler yerleştirilecektir? AKP iktidarını sürdürmek için sürekli olarak tarikatlarla cemaatlerle ittifak yapıp, devlet içerisine sokacak, sonra tasfiye mi edecektir?
‘‘Ne istediler de vermedik’’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan değil midir?
Bu sorular daha arttırılabilir…
Ve biz yüksek sesle söylemeliyiz: ‘‘Olağanüstü hal kararı hükümsüzdür. Bize gereken: hukuk ve demokrasidir.’’
Bu puslu havadan tek çıkış yolu, hukuku ve demokrasiyi tesis etmenin tek yolu, ‘‘Örgütlenme Seferberliği’’dir. Gezi’den sonra ortaya çıkan mahalle ve park forumlarında hepimiz yanı başımızda bizim gibi düşünen insanları bulmuş, birbirimizden haberdar olmuştuk. Benzeri bir yakınlaşmaya ve örgütlenmeye şimdi daha ok ihtiyacımız var. Herkesin, kendisine en yakın hissettiği dernek, sendika, oda, siyasi partiyle ilişkisini yoğunlaştırması olumlu sonuçlar doğurur. En azından yalnız olmadığımızı hissettirir. Üye olmaya çekinenler; dayanışma ve fikri takip içerisinde bulunabilir. AKP hiç olmadığı kadar dağınık ve güçsüz. AKP hem iç politikada hem dış politikada üst üste yanlışlar yaptı. Biz ise belki de hiç olmadığımız kadar meşru ve haklı bir zemindeyiz. Ve buradan sadece örgütlenerek çıkabiliriz.
Korku değil cesaret, yılgınlık değil umut, dağınıklık değil örgütlenme vaktidir! Başka çıkış yolu yok.
(Karikatür: Musa Kart / Cumhuriyet)
21 Temmuz 2016