“Ancak burada ikinci bir nokta var ki bu hep es geçiliyor. Aşağıdaki rakamlara bakıldığında bu ülkedeki katliamları güvenlik ve istihbarat açığına ya da zafiyetine bağlamanın ne denli yanlış olduğu da ortaya çıkıyor.”
MUSTAFA DURMUŞ
Dış basında, İstanbul’daki son IŞİD saldırısında ölenlerin sayısının 40 civarında olduğu belirtiliyor. 7 Haziran 2015 tarihinden bu yana ülke bir kan gölüne döndürüldü. Resmi ve gayri resmi ağızların haberlerine göre ölen insan sayısı iki bin ile sekiz bin arasında değişiyor. Ölenlere "şehit" demek ya da arkalarından rahmet okumak artık yetmiyor.
Bu saldırıların, ölümlerin nedenleri konusunda ortaya atılan birçok görüş var, kuşkusuz. Bazılarına göre, bu gelişmeler “7 Haziran seçim sonuçlarından ürken egemenlerin acilen bir rejim değişikliğine gitmek istemelerinin” bir sonucu. Bazılarına göre ise “iç ve dış mihrakların, özellikle de siyasal iktidarın ekonomik ve siyasal başarılarını kıskananların” yarattıkları bir sonuç. Diğer bazılarına göre, ise her ikisinin de ötesinde, bu durum bir "istihbarat ve güvenlik yetersizliğinin ya da açığının" bir sonucu.
İlk iki değerlendirmenin sırasıyla sol- muhalefetin ve iktidar partisinin düşüncelerini yansıttığını ileri sürebiliriz. Son değerlendirme ise meseleyi teknik bir biçimde güvenlik açığı ya da zafiyetine indirgiyor. Böylece, sanki “yeterince etkin bir güvenlik ve istihbarat sistemi olsaymış, iş bilen kadrolar iş başında olsalarmış bütün bunlar olmazmış” gibi bir algı yarattığı için son derece tartışmalı bir yaklaşım.
Kuşkusuz daha etkin bir güvenlik sistemi olduğunda bu tür olaylar azaltılabilir. Ancak bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi mümkün değil. Zira bu olaylara neden olan çok daha ciddi, sosyal, siyasal ve jeopolitik nedenler söz konusu. Örneğin yıllardır IŞİD’e gösterilen deyim yerindeyse en hafifinden “hoş görü”, konjonktür değişip de onunla mücadeleye dönüştüğünde bu silah geri tepiyor ve ülkenin her yanında yuvalanmış hücreler harekete geçiyor. Artık isteseniz de kontrol edemezsiniz. Paramiliter bir güç olarak kulanılmak istenen böyle bir güç bir juggernaut gibi sizi ezip geçebilir.
Ancak burada ikinci bir nokta var ki bu hep es geçiliyor. Aşağıdaki rakamlara bakıldığında bu ülkedeki katliamları güvenlik ve istihbarat açığına ya da zafiyetine bağlamanın ne denli yanlış olduğu da ortaya çıkıyor.
Şu anda Türkiye’de "güvenlik güçleri" başlığı altında ele alınabilecek sırasıyla; 700 bin ila 1 milyon arasında asker, 350 bin civarında polis, 600 bin civarında özel güvenlik görevlisi ve 90 bin civarında korucu var. Yani kabaca 2 milyonu aşkın kolluk kuvveti vs var. ABD, Rusya, Çin ve Hindistan gibi ülkeler dışında, yarım trilyon doları biraz aşan ekonomisiyle hiç bir ülke bu kadar büyük bir güvenlik gücüne ve lüksüne sahip değil.
Dahası bu gücün finansmanı devlet bütçesinden, dolayısıyla da bizlerden alınan vergilerden karşılanıyor. Öyle ki devlet bütçesinin önemli bir kısmı (% 14 ile en büyük kalem) bu işlere ayrılmış durumda: Yargı dâhil 76 milyar lira.
2016 bütçesinin güvenlik başlığı altında sıralanabilecek bazı ana kalemleri şöyle:
• Milli Savunma Bakanlığı; 26,5 milyar lira ( 2015 yılı için 22. 8 milyar lira idi).
• Milli İstihbarat Teşkilatı; 1,637milyar lira ( 2015 yılı için 1,108 milyar lira idi).
• Emniyet Genel Müdürlüğü; 21,2 milyar lira (2015 yılı için 17,6 milyar lira idi).
• Jandarma Genel Komutanlığı; 8,3 milyar lira (2015 yılı için 6,5 milyar lira idi).
• Adalet Bakanlığı; 10,6 milyar lira (2015 yılı için 8,6 milyar lira idi).
• Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu; 2,5 milyar lira (2015 yılı için 2,0 milyar lira idi).
Benzer bir durum bütçe ödeneklerinin yaklaşık % 4’ünü kullanan Emniyet Genel Müdürlüğü Bütçesi için söz konusu. 21.1 milyar lirayı aşan bütçesinin % 84’ü personel giderlerine ve % 9,3’ü piyasadan tüketim malı ve mamul madde alımına ayrılmış durumda.
Sayısı 350 bini bulan polis gücüyle yine Avrupa’nın en kalabalık polis sayısına sahip bulunan Emniyet Gn. Md.’nün son bir kaç yıldır bütçesinden SGK prim ödemeleri dâhil personele yaptığı ödemeler ciddi boyutlara ulaştı. Üstelik bu rakam giderek artış gösteriyor.
Öyle ki 2016-2018 Orta Vadeli Plan ve 2016 Bütçesine göre 2018 yılına kadar bu artış böyle devam edecek ve sırasıyla 2016 yılı için prim dâhil personel gideri 17,9 milyar lira, 2017 için 19,5 milyar lira, 2018 için 21,2 milyar lira olacak.
Bu yıllık yaklaşık ortalama 1,5-2 milyar liralık artış (polislerin ücretlerine yapılan zamlar düşüldüğünde dahi) her yıl ortalama 30 bin civarında yeni polis istihdam edileceği anlamına geliyor. Ayrıca her yıl yüzlerce yeni motorlu araç, Kirpi, Toma, Akrep, polis otosu vs alınıyor.
Tüm bu güvenlik (!) harcamalarının finansmanı ağırlıklı olarak halktan, bizlerden toplanan vergiler ile yapılıyor. Buna göre bütçe gelirlerinin % 84,8’i vergilerden, kalanı ise harçlar, elektrik, doğal gaz fiyatlarına yapılan yüksek zamlar, cezalar ve diğer devlet gelirlerinden oluşuyor. Çoğunluğu oluşturan vergilerin yükü ise emekçi sınıfların üstünde.
Vergilerin emekçilerin sırtında olduğu gerçeği vergilerin alınış biçiminden net olarak anlaşılıyor. Zira gelir, kurumlar ve servet üzerinden alınan dolaysız vergiler % 30’u bulmazken, vergiler asıl olarak KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden sağlanıyor ki bu vergileri halk, sokaktaki insan, işçi emekçi ödüyor.
Vergi gelirlerinin üçte birini oluşturan dolaysız vergilerin yükü de emekçilerin sırtında. Örneğin vergi gelirlerinin beşte birinden biraz fazlasını (%21,5), dolaysız vergilerin üçte ikisinden fazlasını oluşturan gelir vergisinin bileşenlerine bakıldığında bu verginin % 92’sinin stopaj (kaynakta kesme), % 5’i beyanname ve binde 3’ü basit usulle toplandığı görülüyor. Basit usulle küçük esnafın bir kısmından toplanan vergilerin 2017 yılından itibaren yarıya düşmesi hedefleniyor. Stopajın % 65’i ücret stopajlarından geliyor. Böylece gelir vergisinin de en az üçte ikisi emekçiler tarafından ödeniyor.
Lafı uzatmayalım. Bu kadar büyük bir güvenlik gücünün varlığı, bunlar için bütçeden ayrılan onlarca milyarlık kaynak, bu vergileri asıl ödeyenler olarak bizlere, “neden hala bombalar patlatılabiliyor, neden insanlar katledilebiliyor, neden kentler yerle bir edilebiliyor, neden Türkiye dünyanın en güvensiz ülkelerinden biri haline geliyor ya da eğer tüm bu kadar güç ve parasal kaynak güvenlik için harcanıyorsa bu kimin ya da kimlerin güvenliğidir” sorularını sormak ve yanıtlarını almak hakkını veriyor…