Tuncay Yılmaz Siyaset Gazetesi’nin 31. sayısı için yazdı: ‘Demokratik Halk Direnişi’ni örmek. Tuncay Yılmaz yazısını 4 ana başlık altında topladı; Erdoğan rejiminin temelleri, ‘Kutsal İttifak’ çatlar mı, Erdoğan’ın 3 taktiği ve Yapmamız gereken.
Erdoğan, iktidarını garantiye almak ve kalıcılaştırmak için ülkeyi adım adım faşizme sürüklüyor. Sendelerse düşeceğinin, düşerse bir daha kalkamayacağının farkında olarak etrafındaki herkesin kafasına basarak, sırtını çiğneyerek ayakta kalmaya çalışıyor. 7 Haziran’dan bu yana uyguladığı siyaset ve buna uygun olarak yaptığı açıklamalar “mutlak itaat”ı sağlayana ya da düşene kadar dur(a)mayacağının garantisi.
İktidarını garantiye almanın ve kalıcılaştırmanın yolu olarak ise başkanlık sistemine geçişi içeren bir anayasa değişikliğini hedefliyor. Ne pahasına olursa olsun, iktidara gelişinden bu yana işlediği tüm günahların üstüne çekilecek bir örtü olarak anayasayı değiştirmek ve şayet gücü yeterse bu değişikliğin içinde aslında fiili olarak uygulamakta olduğu başkanlık sistemini yasallaştırmak istiyor.
Erdoğan Rejiminin temelleri
Başlangıçta Erdoğan’ın has ortakları olan Fethullahçılar ve liberallerin bir kısmı dışında Erdoğan’ı ve AKP’yi başa getiren güçlerin neredeyse tamamı gönüllü ya da gönülsüzce hâlâ bu gidişatın destekçisi durumunda. Çünkü bu kesimler aynı zamanda işlenen suçların ortağı. Ve dahası, Erdoğan/AKP projesini devreye sokmalarının nimetlerinden faydalanmaya devam ediyorlar. Üstelik bu cenaha son süreçte eski statükonun derin güçleri de dahil olmuş durumda.
“Erdoğan Rejimi” diye adlandırılmayı hak eden ve kalıcılaştırılmaya çalışılan yeni statükonun temel özellikleri, kimlerin destekçi olduğunu da ortaya seriyor. Erdoğan Rejiminin temel özellikleri şöyle belirlenebilir;
– Ekonomide neo liberalizmin yeni salvolarının (kuralsızlaştırma, esnekleştirme, güvencesizleştirme, örgütsüzleştirme) etkin savunucusu ve uygulayıcısı,
– Siyasette ABD’nin başını çektiği Batı emperyalist bloğunun, Rusya ve Çin’in başını çektiği Doğu emperyalist bloğuna karşı müzmin (ama sorunlu) bölge temsilcisi,
– İdeolojide “ılımlı islam”, “muhafazakar demokrasi” diye yutturulmaya çalışılan İslam-Türk-Erkek sentezcisi.
Kafa karıştırıcı algı operasyonlarından ayıklandığında mevcut siyasi tablonun rengini veren ana belirleyicilerin bu unsurlar olduğu rahatça görülebilir.
Kürt halkına, kadınlara, Alevilere, doğaya, yoksul köylülüğe, kentlere, tarihe, işçi sınıfına saldırının ardında yatan siyasi aklın besleyici ana damarları bunlardır.
Kamuoyu önünde takınılan “demokrat” pozlara rağmen Erdoğan Rejiminin faşizm yürüyüşüne sessiz kalanların asıl olarak destekledikleri, destekler duruma düştükleri bu kurucu özelliklerdir.
Küresel ve yerel sermaye, eski statükonun derin güçleri, CHP’nin eski statükoya bağlı kesimi ve MHP bu temel özelliklerinin tamamının ya da çoğunun savunucusu olduklarından Erdoğan Rejiminin karşında değil, yanında ya da arkasında durmaktalar.
“Kutsal ittifak” çatlar mı?
Çeşitli mızıldanmalarına ve dönem dönem sert çıkışlarına rağmen bu kesimler hiçbir kritik/belirleyici süreçte Erdoğan Rejimini zora düşürecek tavır almadılar. Aksine, onu zor durumdan kurtaracak, rahatlatacak hamleler yaptılar.
Hiçbir iktidar bloğunda olmadığı gibi kutsal ittifak bloğunda da mutlak bütünlük yok ve bu kutsal kardeşler bir yandan da birbirlerinin kuyusunu kazacak malzemeler stoklamakta. İhtiyaç halinde kullanmak ve mevcut politikaları belirlemek/yönlendirmek üzere biriktirilen malzemeler, verilen tavizler bu desteği görünmez duruma sokmaz. Olsa olsa bu kesimlerin pragmatizmini ve ikiyüzlülüğünü ortaya serer ki onlar da bunu dert etmez.
Elbette Erdoğan da bu kirli uzlaşmadan ideolojik, siyasi ve ekonomik olarak maksimum düzeyde yararlanmak üzere “istenmeyen” hamleler yapmaktan geri durmadı. Kişisel iktidarını garantiye alacak ekonomik, siyasal, ideolojik, bürokratik konumlanmasını sonuna kadar kanırttı. Kutsal ittifakı rahatsız eden de ancak bu kanırtmalar oldu diyebiliriz.
“Kutsal ittifak”ın iç çelişkileri büyüyor, ittifaktaki farklı güç merkezlerinin süreci çekmek istediği yön çeşitlilik gösteriyor olsa da Erdoğan Rejiminin faşizm yürüyüşünü durdurmak için bu ittifak içindeki güçlerden medet ummak en hafif deyimle saflık olacaktır. Kutsal ittifakta çatlakların büyümesi ve giderek bir kırılmaya dönmesi ancak yükselen halk hareketiyle gerçekleşebilir.
Erdoğan’ın üç taktiği
Erdoğan, “kutsal ittifak” dışında kalan muarızlarını her türlü kirli yöntemi kullanarak felç edip kımıldayamaz duruma sokmak istiyor. Burjuva siyasetçilerini rüşvet ve şantajla, devrimci demokratik muhaliflerini baskı ve şiddetle susturarak faşist diktatörlüğüne giden yolu dikensiz gül bahçesine çevirmek istiyor.
Erdoğan’ın asıl muhaliflerine yönelik stratejisi ise üç taktik üzerine oturuyor. Birincisi korkutmak, sindirmek ve mücadeleden vaz geçirip pasifleştirmek. İkincisi mücadelede kararlı güçlerin yan yana gelişini engellemek. Üçüncüsü ise demokratik, fili-meşru mücadele alanını terk etmeye zorlayarak direnişçilerle kitlelerin buluşmasını engellemek.
Yapmamız gereken
Yapmamız gereken Erdoğan Rejiminin kitle destekli faşizm yürüyüşünün karşısına kitleleri mobilize edebilmiş “demokratik halk direnişini” örmektir. Faşizm yürüyüşünü durdurmak ve süreci tersine çevirmek için kahramanca direnmek şarttır ama yetmez. Bu direniş kitlelere mal edilemediği, kitlelerle birlikte mücadelenin araçları ve atmosferi yaratılamadığı sürece kahramanca direnilip kahramanca ölmekten başka kazanım elde edilemez.
Erdoğan’ın bizi kitle çizgisinde mücadeleden kadro mücadelesine hapsetme oyununa pirim vermemeli, boşa düşürmeliyiz. Yaratmaya çalıştığı “Demokratik alanda artık bir şey yapılmaz” algısını tersine çevirmek zorundayız. Sürece önderlik yapma iddiasındaki güçlerin bu tuzağı görmesi ve tuzağı bozacak taktikler geliştirerek mücadelesini kitlelerle birlikte sürdürecek yol ve yöntemlerde ısrarcı olması gerek. Bunu yapabilmenin yolu ise geniş kitlelerin gündelik sorunlarını merkezine alan bir örgütlenme seferberliği başlatmaktan geçiyor. Sadece yüksek siyaset alanından kurulmuş “Faşizme geçit vermeyeceğiz”, “Direneceğiz, teslim olmayacağız” söylemleri geniş kitleleri örgütlü mücadelenin parçası yapmak için yeterli değildir. Onları AKP Rejimine mahkum bırakan gündelik sorunlarını gerçek politik meseleler olarak ele almadan ve bu sorunlarla mücadelenin örgütsel aparatlarını yaratmadan, ilişkilerini kurmadan “suni dengeyi” bozacak “parlak” vuruşlarla sürece etki edilemez.
“Halk için, halk adına” değil, “Halk için, halkla beraber” perspektifi bu süreçteki konumlanışımızın ana düsturu olmalı, bizi kitlelerden, kitleleri mücadele alanından kopartacak bütün mücadele tarzlarını gündemimizden çıkartmalıyız. Faşizme gidiş “halk adına savaşacak” kahramanlarca değil, bizzat halkın kendi direnişiyle durdurulabilir ancak.
Kendisini devletin dahi uygulamadığı yasalarla sınırlamayan, fiili, meşru, demokratik bir halk direnişini örgütlemek devrimci güçlerin güncel ve en önemli sorumluluğudur. Bütün birikim, imkan, enerji, yetenek, kadro ve kaynaklarımızı bu direnişi örgütlemeye sevk etmek güncel devrimci görevimizdir. Kolaya kaçarak “parlak” işlerle süreci lehimize çevirebileceğimiz sanmak kazanmak şöyle dursun, ancak büyük kaybettirir.