“Çok çekti Nâzım Hikmet. Sadece düşünceleri dolayısıyla çok çekti. O ve onun gibilerin açtığı yoldan geldik bu günlere. Şimdi yeniden başlıyor benzer bir süreç. Her ne kadar o zamanki denli zorlayıcı olmasa da aynı baskı sürüyor. Bilmem, örnek vermeme gerek var mı?”
KORKUT AKIN
“Oğlum, at onu, yırt at. Yırt, yok et. Tutma onu elinde oğlum, yırt at, yok et. … Oğlum, yanlış anlama, onun o fotoğrafın orada durması senin için iyi, benim için, memleket için iyi, lakin, oğlum, mahvederler insanı, süründürürler. At onu oğlum, bulundurma.” (s. 149) ile büyüdük biz de. Gerçi artık o kadar gizli tutulmuyordu, dergilerde şiirleri çıkıyor, fotoğrafları basılıyor, hatta Abidin Dino imzalı Kuvâyi Milliye şiirleri büyük boy basılıyordu.
Çok çekti Nâzım Hikmet. Sadece düşünceleri dolayısıyla çok çekti. O ve onun gibilerin açtığı yoldan geldik bu günlere. Şimdi yeniden başlıyor benzer bir süreç. Her ne kadar o zamanki denli zorlayıcı olmasa da aynı baskı sürüyor. Bilmem, örnek vermeme gerek var mı?
Böyle bir vefa; kültür bilinci…
Şiirlerinde de yer aldığı gibi, tabutunun merdivenlerden nasıl ineceğini merak eden Şair’in evi artık müze. Eşi Vera, hani şu saman sarısı saçlı Vera da öldükten sonra gerçek bir müze oldu… Mezarının yanı sıra evine de gidebilenlerin yazdıkları notları ve onların hikâyelerini toplamış Arif Keskiner ile M. Melih Güneş. Mitos/Boyut tarafından büyük boy basılmış, iyi kâğıda. Gerçek bir koleksiyon eseri. Her zaman göz gezdirilecek, her zaman bir şeyler bulunacak bir yapıt.
M. Melih Güneş, Vera’nın bir röportajından hatırladığı “Burası Türkiye’nin evidir” cümlesinden el alarak evi için, “Esas ömrü, olumsuz giden her şeye karşın ilmek ilmek umutla dokuduğu, kendisini yarattığı ömrü başlı başına bir sanat eseriydi. Yaşayıp öldüğü ev de bu büyük eserin içindeki eserlerden biriydi ve tek başına bir enstalasyondu” diyor.
Takvim yapraklarından kalıcılığa…
1977 ve 1978 yıllarının takvimlerine, ziyarete gelenlerin o anki duygularını yazdırmış Vera, o çok sevdiği kocasının o çok sevdiği halkının içinden kopup gelenleri… İlk hatırladığın doğrudur diye bir sözümüz var… O anki duygular da gerçekten gerçektir, içtendir…
Çok içten anılar var… İlk gidenler sinemacılar (o dönemde filmlerimiz ödülle dönüyordu Taşkent’ten, gider gelirken Nâzım’ın evine uğramamak olmazdı kuşkusuz) ve onların anılarıyla başlıyor yolculuk. Tabii, edebiyatçılar da var. Fatma Girik’e, Nâzım Hikmet’in bir bebeğini “Memleketim, memleketim diyerek sayıklardı. O gidemedi, size bu bebeği hediye etmek istiyorum. Lütfen bunu Türkiye’ye götürün” diye vermiş Vera’nın kızı. Nâzım Amca yerine, ah keşke “baba” demiş olsaydı Nâzım’ın isteği de yerine gelseydi. Sahi sizin de gözleriniz dolmadı mı, gerçekten tüyleriniz diken diken olmadı mı?
Araya girmek gerek…
Nazım Hikmet’in evine ilk gidenlerin arasında yönetmen Feyzi Tuna da var, zaten kitapta da geçiyor. Hazır bir bağlantı yakalayınca kendisiyle konuştum… Aynı şeyler, işte Nazım Hikmet’in sandalyesini kendisine, Vera’nınkini ise Fatma Girik’e verdiklerini… anlattı.
O anma toplantısında genç kadınların ortalıkta koşturduklarını, yardımcı olmaya çalıştıklarını gördüğünü, kim olduklarını da Ekber Babayef’e sorduğunu söyledi: “Orada beş altı kişilik, kırklı yaşlarda kadınlı erkekli bir grup var, ama onların kim olduğunu bilmiyorum. Ne yakınlıkları var, onu da bilmiyorum; merak da ediyorum. Koşturuyorlar, çay getiriyorlar, içki getiriyorlar filan… Ekber’e sordum; ‘Bunlar ilginç bir grup’ dedi. Nazım Hikmet öldüğü zaman, Vera farkına varmıyor, ama bir eskort ordusu beliriyor. Mesela, evden çıkıyor, taksiyle, üniversiteye, doçent o zaman, gidecek… Kuyruk var, taksi gelince, kuyruğun önünden biri, ‘Vera Hanım, buyurun siz’ diyor. Magazin diyor onlar, süpermarkette de kuyruk var. Biri geliyor, ‘Vera Hanım, sıramı size veriyorum’ diyor. Bunlar, Nazım Hikmet öldükten sonra, Nazım’ın geri(de) kalanının korumak üzere bir grup kurmuşlar. Dehşete düştüm.“
“Türkiye Şarkısı”
Genco Erkal, Melih Cevdet’le birlikte oyunlarını izlerken Nâzım Hikmet’in, birbirlerinden gizleyerek hüngür hüngür ağladıklarını anlatıyor. Sahi, hem gizli gizli hem de hüngür hüngür. Kim, aksini iddia edebilir?
Aziz Nesin, üzerinde yıllardır çalıştığı ve adını “Türkiye Şarkısı” koymayı düşündüğü Nazım Hikmet’in yaşam öyküsünü anlatırken, “Nâzım, durmadan dünyayı dolanan bir Türkiye şarkısıdır. Rüzgarda renkli ipekli kordelalar gibi dünyanın çevresinde çırpınarak dolanıp uçuşan bikaç Türkiye şarkımız var; bir gülen şarkımız Nasreddin Hoca’dır, biri de hep hep hep özlem şarkısı olan Nâzım Hikmet: Yurda özlem, mutluluğa özlem, yarına özlem, geleceğe özlem… Yalnız özlem değil, Nâzım hem özlem hem umut şarkısıdır” (s.36) diyor.
Çiçekler…
Şimdi de öyle midir, bilmiyorum ama Moskova’da kesme çiçeğin yaz kış çok pahalı olduğu söylenir. Buna rağmen yaz kış Nâzım Hikmet’in mezarında muhakkak kesme çiçek bulunur. Başta şiirinin, gazeteden kesilmiş bir fotoğrafının bile hapse düşme korkusuna sebep olan Nâzım Hikmet’i artık herkes ziyaret ediyor ve çiçek bırakıyor mezarına, yiyecek içecek parasına kıyıp.
Kuşkusuz ki çok şey değişti. Kuşkusuz ki bu değişimden nemalanmak isteyenler de oldu/oluyor; Türkeş bile Nâzım dizeleriyle açtı MHP kongresini, Erdoğan bile destek aldı Nâzım dizelerinden. İyidir, seviniyorum. Bir gün herkes kabul edecek onu ve şiirleriyle birlikte düşüncelerini de. Nâzım Hikmet bizimle yaşayacak sonsuza dek.
Ekber Babayev Vera Tulyakova Hikmet Abidin Dino -Moskova
Ekber Babayev Vera Tulyakova Hikmet Meral Celen Aziz Nesin
Nâzım’ın Evinde Vera’nın Sofrasında, Arif Keskiner ve M. Melih Güneş, Mitos-Boyut Yayınları, Ocak 2016, 248 s.