Nisan’da açıklanan büyüme verilerine göre Türkiye ekonomisi 2015’te % 4 büyüdü. AKP Hükümetini ve yandaş medyayı mutlu eden bu verinin detaylarında son derece rahatsız edici gerçekler saklı.
Nisan’da açıklanan büyüme verilerine göre Türkiye ekonomisi 2015’te % 4 büyüdü. AKP Hükümetini ve yandaş medyayı mutlu eden bu verinin detaylarında son derece rahatsız edici gerçekler saklı.
İlk olarak, ekonomi büyüdü, ama dolar cinsinden toplamda 80 milyar dolar küçüldü. Dahası kişi başına düş(mey)en gelir 10 bin 395 dolardan 9 bin 261 dolara geriledi. Yani ekonomi büyürken halkımız daha da yoksullaştı.
İkinci olarak, sektör bazında tarım sektörü % 7,6; hizmetler % 4,8 büyürken, sürdürülebilir bir büyümenin ana sektörü olan sanayi sektörünün büyümesi sadece % 3,3 ile sınırlı kaldı.
O halde ekonomiyi büyüten neydi? Bu, yeni sanayi yatırımları ya da ihracat artışı değil (zira ihracat binde 8 azaldı), tüketim harcamalarıdır. Sırasıyla; devletin tüketim harcaması % 6,7 ve hanelerin tüketim harcaması % 4,5 arttı.
Devletin son dönemde bütçeyi nereye harcadığını biliyoruz: İçerdeki ve dışarıdaki savaş için yapılan askeri harcamalar ve Saray’ın durdurulamayan tüketim harcamaları.
Haneler ise 1,300 TL asgari ücret ile tüketimlerini nasıl artırabildiler? Özel tüketimi artıran asıl faktör gelir artışı değil, borç artışı. Yani insanlar borçlanarak tüketimlerini sürdürdüler. Bu borçlar da dışarıdan alınan borçların, bankalar aracılığıyla insanımıza verilen, ihtiyaç kredisi gibi kredilerden oluşuyor. Bu krediler çok yüksek düzeylere erişti. Bunların kaynağı olan toplam dış borç stoku da 400 milyar doları buluyor ve bu asla azalmıyor.
Bu büyüme sadece istihdam yaratmayan (nitekim Nisan’da işsizlik oranının % 11’in üzerine çıktığı açıklandı), emeği ve doğayı tahrip eden ya da gelir ve servet bölüşümünü daha da adaletsiz bir hale getiren bir büyüme değil, aynı zamanda dışa bağımlı bir büyüme.
Yani üretimin temel girdisi olan ara malı ithalatı ile ihracatı arasındaki fark giderek artıyor. Böyle olunca, yani ara malı daha fazla ithal edildiğinde dış ticaret açığı daha da büyüyor, cari açık doğuyor, şirketler ithalat için daha fazla borçlanıyor ve dövize olan ihtiyaç artıyor. Öyle ki IMF’nin Mart ayında yayımladığı Türkiye özel raporuna göre özel sektörün 2015 Ekim itibariyle döviz açığı 176 milyar doları buldu.
Bu büyüme modelinin artık sürdürülemez olduğunu IMF de bu raporunda ortaya koydu. Türkiye’de AKP iktidarlarına kadar ortalama % 18-20 civarında seyreden özel tasarruf hacmi 2010’dan bu yana % 13’ün altında seyrediyor. Ortalama yatırım düzeyi ise % 20 civarında. Yani her yıl milli gelirinin % 7-8’i kadar dışarıdan kaynak sağlayamazsa ekonomi büyüyemiyor.
Özal’lı yıllardan bu yana zengininden, sermayedarından vergi almaktan giderek vazgeçen sistem bu politikayı AKP hükümetleri döneminde daha da derinleştirerek sürdürdü. AKP Hükümetleri vergi almadığı finans kapitalden borç alarak ona yüksek faizlerle kaynak aktardı, böylece gelir ve servet bölüşümü eşitsizliğini devlet eliyle daha da artırdı.
Şimdi bu modelin küresel ekonomik durgunluk koşullarında daha da sürdürülemeyeceğinin bilincine varan sermaye çevreleri ve AKP, BES’i zorunlu hale getirmeyi hedefleyen yeni düzenlemelerle bu tasarruf açığı azaltmaya çalışıyor. Bunu yaparken de faturayı her zaman olduğu gibi işçilere ve emekçilere kesiyor. Son dönemde ekonomiye ilişkin olarak yapılan düzenlemeler ve Komisyon’da görüşülmekte olan yeni “Gelir Vergisi Kanunu Tasarısı” bunu açıkça ortaya koyuyor. Hükümet bu tür bedellerin ağır olduğunu bilincinde olarak ülkede demokrasinin kırıntısını bile bırakmayacak bir otoriterleşmeyi sürdürürken, diğer yandan sınıf savaşının örtüsünü de kaldırarak, açığa çıkartıyor.