insanlık tarihinin en eski sanatınının icra edicileri olan oyuncuların (daha geniş bir tanımla performans sanatçılarının) özlük hakları için, güvenli ve özgür biçimde sanatını icra edebilmesi için, neo-liberalizme teslim olmamak, “onların oyuncusu” olmamak için örgütlenmeye ve bilinçlenmeye ihtiyacı var.
Öğrencilik ve Oyunculuk (hatta geniş tabiriyle performans sanatları da denebilir) neo-liberalizmin tüm hegomonya araçlarıyla yüklendiği, burjuvazinin kendi toplumunu yaratma sürecinde özel olarak ilgilendiği alanlardan sadece ikisi.
Üniversitelerin sektörelleşmesi, kampüslerin AVM’vari mekanlara dönüştürülmesi, üniversitelerin özgür bilim-sanat-bilgi üretimi yapılan yerler olmaktan çıkartılıp vasıflı eleman yetiştirilme kurumuna dönüştürüldüğü hatta öğrenim sırasında öğrenciler üretim zincirine dahil edilerek ücretsiz stajların, part-time işçilik ve work&travel gibi uygulamaların direkt uygulayıcısı olduğu bir dönemin içindeyiz.
Hakeza oyunculuk mesleği için de durum daha farklı değil. Kısaca belirtmek gerekirse; Başbakanlık araştırmalarının verilerine göre televizyonlarda yılda 80 ila 100 dizi yayına girmekte ve reyting oranlarına bakılırsa seyirciler % 86 ile ana haber bültenlerinden hemen sonra dizileri takip etmekte. Aynı zamanda sinemalarda birkaç büyük yapım şirketinin tekelinde olmak üzere her sene onlarca aynı tipte film vizyona girmekte. Buna “Sivas” ve “Kapalı Gişe – Türkiye Sinemasında Dağıtım Krizi” filminin yönetmeni Kaan Müjdeci “furya sineması” diyor ve tehlikenin boyutunu günümüz sektörünü 1970’lerin Yeşilçam sinemasıyla karşılaştırarak anlatıyor. Bağımsız sinemaların fon bulma sorunu bir yana dursun, onca fırtınalı denizi aştıktan sonra vizyona girecek salon bulamama sorunları da oyuncunun sektördeki yerini ciddi oranda belirliyor. Devlet kurumlarının elinde olan tiyatrolardaki despotluk, bağımsız tiyatroları “ehlilleştirme” çabaları, oyuncuların mesleki olarak işçi değil işveren olarak tanımlanması ve tüm sendikal haklardan yoksun olması aslında çarkların ne kadar çarpık ve üç-beş tekelden doğru döndüğünü bizlere gösteriyor.
Ayrıca bunlar, sadece durumun vehametini anlatmak için örnekleme yapılan en belirgin sorunlar. Bu liste çok daha genişletilebilir. Bu konuda üniversite örgütlerinin ve Oyuncular Sendikası’nın çalışmalarına bakılabilir.
Bu yazının yazıldığı günlerde TBMM’de tartışılmış olan “Kiralık İşçi Yasası” ile birlikte sanayi sektöründe bile uygulanmasının yollarının arandığı “enformel işçilik” bizim konumuzun can damarlarından birini oluşturuyor.
Üniversitelerin, sağlığın, aslında her türlü temel ihtiyacın “sermayenin sihirli eline” bırakıldığı bu dönemde öğrenci evinin kirasını çıkartmak, kendine harçlık biriktirmek, üniversite bursunu ödemek, ailesine yardım etmek gibi envai çeşit ihtiyaçtan ötürü para kazanması gereken öğrenciler de bu enformel işçilik canavarının ağzında buluyor kendini. Çoğunluğu günlük ortalama 30 liraya, sigortasız (veya günlük sigortalı) güvencesiz işlerde çalışıyor, “Anket çıksa da gitsek” diye günlerce üç kuruş para kazanmak için bekliyor. Bundan oyunculuk, konservatuar, sahne sanatları vb okuyan öğrenciler de azade değil elbette.
Oyunculuk mesleğinde özellikle sinema-dizi sektöründe yer alan oyuncular da aslında enformel işçiliğin tam göbeğinde bulunuyor. Çoğu kişi “E zaten mesleğin doğası bu, farklı farklı dizilerde oynaması gerekir oyuncunun” gibi bir düşünceye kapılabilir ancak maalesef bu düşünce biz oyunculuk öğrencilerinin üniversite hazırlık sürecinde çokça karşılaştığı “Oğlum sigortalı bir işin olsun” söylemiyle aynı sığlıktadır.
Bu söylemlerin gelişmesinin temel sebebi oyunculuğun ve oyuncuların verdiği emeğin bir iş değil de salt sanat olduğu algısının yaratılmasıdır. Bu algı ise sadece sermayenin ve devlet kurumunun işine yarar.
Karl Marx işçi sınıfını “belirli bir ücret karşılığı emek gücünü satan ve üretim araçlarına sahip olmayan sayıca fazla birey yığınları” olarak tanımlar. Kendi bağımsız tiyatrosuna sahip oyuncular hariç -ki bu oyuncuların büyük çoğunluğu da kendi tiyatrolarında oynamaktadır ve tekelcilik girdabına karşı işçileşmektedir- tüm oyuncular bu tanıma yüzde yüz uyar ve hakları işçilerin haklarından (sendikal haklar, iş güvencesi vs) daha farklı olmamalıdır.
İnanılmazbir film-dizi sirkülasyonunun olduğu dönemde oyunculuk öğrencileri ucuz işgücü olarak görülüyor. Her oyuncu kendi sanatını icra etmek ister. Oyuncu, oynamak-anlatmak-göstermek ister. Bu sanatımızın doğasında vardır.
Ancak maalesef günümüzde özellikle vakıf üniversiteleri patlamasıyla ve bu üniversitelerdeki eğitimin kalıp sektör oyuncusu yaratma eğiliminde olmasıyla beraber (Devlet üniversitelerindeki kadrolu hoca sorunları, vakıf üniversiteleriyle başedemememe ve devlet üniversitelerinin gelenekçi yapısı da öğrencilerin tiyatro eğitimindeki demirbaş sorunlardan bazıları, bu sorunları da yadsımamak lazım) oyunculuk öğrencileri için temel düşünce yüksek reytingli bir dizide olmak, ünlü, zengin, havalı olmak şeklinde. Oyunculuk sanatının bu eğim-bükümü de prodüktörlerin işine gelmekte. Öğrenciler çok düşük ücretlerle, sektöre göre değerlendirecek olursak değersiz-ufak rollerde (belirtmeden geçemeyeceğim “Rolün küçüğü büyüğü olmaz” lafı da sanatın özgürce yapılabildiği sınıfların ve para egemenliğinin olmadığı bir dünya dışında geçerli değildir) günübirlik sigortalı -sigorta tabiiki 4/b statüsünde- ve iş güvencesi olmadan çalıştırılmaktadır. Öğrenciler kendi mesleki haklarını bilmedikleri ve çoğu zaman taşeron bir ajans tarafından yönlendirildikleri için öğrencilerin “Hem okulumu okuyorum hem paramı kazanıyorum” düşünceleri paralarının içeride kalmasıyla sonuçlanabiliyor.
Sonuç olarak Oyunculuk bölümü öğrencileri önce vakıf ve devlet üniversitelerinin (tabii stisnalar da vardır ancak genel verili durumdan bahsediyoruz) “sanat” anlayışlarıyla, sonar prodüktörlerin “sanat” anlayışıyla kandırılıp tek tip sektör oyuncusuhaline getiriliyor. Aynı zamanda hem öğrencilik dertleriyle, hem de oyunculuk dertleriyle uğraşıyor ancak tüm bu dertleri kollarını kocaman açıp mutlulukla karşılıyor. Çünkü “Oyunculuk zor meslek, herkes oyuncu olamaz, oyuncu olan özeldir, sanat bağımsızdır, ne olursa olsun oyunculuk yapıyorum, oyuncuysan bunlara katlanacaksın.”
Tüm bu verili durumlara karşı insanlık tarihinin en eski sanatınının icra edicileri olan oyuncuların (daha geniş bir tanımla performans sanatçılarının) özlük hakları için, güvenli ve özgür biçimde sanatını icra edebilmesi için, neo-liberalizme teslim olmamak, “onların oyuncusu” olmamak için örgütlenmeye ve bilinçlenmeye ihtiyacı var. Şu zamana kadar yeterince tartışma yürütülmemiş olan bu konudaki yazım umarım öğrenci arkadaşlarım ve oyuncu meslektaşlarım için güzel bir tartışma zemini yaratır ve sanatımızın kendi anti-kapitalist mücadelesinde bir tuğla görevi görür.
İnsanı insana insanca anlatmak için insanca çalışma ve eğitim koşullarına ihtiyacımız var ve alacağız!
Kaynakça
- http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/1221138-sinema-isletmecilerine-kizdi-belgesel-film-cekti
- https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_s%C4%B1n%C4%B1f%C4%B1
- http://www.byegm.gov.tr/uploads/docs/Bir_Bakista_Turk_Medyasi_TR.pdf
- https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=4&cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwiYi9HzsMHMAhVJVywKHfsjATEQFgguMAM&url=http%3A%2F%2Fwww.isletmeiktisat.com%2Findex.php%2Fiicd%2Farticle%2Fdownload%2F12%2Fpdf_6&usg=AFQjCNFivnNOiu-BeKPEeulfnYIyoduAjQ&sig2=em0GxvP0yy70lFFdC9yC9w