Şu an dünyada yaşayan tüm akademi başkanlarından/rektörlerinden çok daha fazla üniversite rektörlüğü yapmış olduğuma bahse girerim
Chris Patten, The Closing of the Academic Mind, https://www.project-syndicate.org, FEB 22, 2016.
Chris Patten (çeviri: Mustafa Durmuş)
(Yazar, Britanya’nın Hong Kong’taki son valisi, eski AB Komiseri ve mevcut Oxford Üniversitesi Başkanı/Rektörü)
Şu an dünyada yaşayan tüm akademi başkanlarından/rektörlerinden çok daha fazla üniversite rektörlüğü yapmış olduğuma bahse girerim. Zira Hong Kong valiliğim sırasında otomatik olarak ülkedeki bütün üniversitelerin başındaydım. Bu duruma karşı çıkıp, her üniversitenin kendini yönetmesi gerektiğini savunsam da, derdimi anlatmakta başarılı olamadım. Beş yıl boyunca on binlerce öğrenciye, onların ebeveynlerine diploma törenlerinde konuşmalar yaptım ve diplomalarını verdim.
1997 yılında Britanya’ya döndüğümde New Castle Üniversitesi rektörü olmam istendi. Ardından 2013 yılında Oxford Üniversitesi mezunlarınca, dünyanın bu en itibarlı üniversitelerinden birine rektör olarak seçildim ve halen bu görevi yürütüyorum. Yani üniversite eğitim ve öğretimi, araştırma ve çalışma ne demek çok sağlam fikir ve deneyime sahip olduğuma inanıyorum.
Üniversiteler bir toplumdaki özgürlüklerden oluşan kalelerin burçları olmalıdırlar. Üniversitelerin temel amacı olan araştırma ve öğretim faaliyetlerine devletler/ hükümetler karışmamalı ve üniversiteler kendi akademik yönetimlerini kendileri denetlemelidirler. Bunun olmadığı bir üniversiteye “dünya klasmanında yer alan üniversite” demek mümkün değildir.
Üniversitenin rolü, farklı fikirleri çatıştırmayı teşvik etmek, diğer bilimsel araştırma ve çalışmaların sonuçlarını sınatmak ve öğrencilerine yeni bilgiler sunmaktır. Bu nedenle de düşünce özgürlüğü üniversiteler için vazgeçilemez niteliktedir. Bu özgürlükler, insani değerlerin korunmasını, toplumsal sağduyu, karşılıklı hoşgörü ve anlayışın ayakta kalmasını sağlayan şeylerdir.
Bu rolleri kuşkusuz üniversiteleri otoriter devlet ya da yönetimler gibi, zor sorular sorulmasını, yanıtlarının üretilmesini bastırmayı amaçlayan yapıların da hedefi haline getirmektedir.
Diğer taraftan akademik özgürlüklerin inkâr edilmesi üniversitenin anlamının yitirmesi demektir. İronik olansa akademik özgürlüklere olan saldırıların bir kısmının üniversitelerin kendi içinden geliyor olmasıdır. Zira ABD ve İngiltere’de bazı öğrenciler ve akademisyenler farklı görüş ve tartışmaları kısıtlama gayreti içindeler. Onlara göre “insanlar rahatsız olabilecekleri fikirlerin muhatabı olmamalıdırlar”. Hatta tarih, bu anlamda tarihte yer almış olan bazı kişilerin adlarının çıkartılarak, yeniden yazılmalıdır.
Üniversitelerin bazılarında, bazı insanlara aykırı görüşlere sahip bulundukları için konuşma fırsatı dahi verilmemektedir. “Güvenli alanlar” yaratılmış durumda. Öyle ki bu alanlarda öğrencilerin ahlaki olarak vs uygunsuz hakaretlerden ve fikirlerden korundukları ileri sürülüyor. Bu bir kimliğin ya da fikrin başka kimlik ya da fikirler karşısında ötekileştirerek düşman gösterilmesinin yansıması olduğu gibi, bu toplumsal ayrıştırmanın da sürekli olarak beslenmesine neden oluyor.
Bundan 50 yıl önce, öğrenci iken, okul müdürüm önde gelen bir Marksist tarihçi ve eski bir Komünist Partisi üyesiydi. İngiliz Gizli Servisi’nin de takibindeydi. Müthiş bir tarihçi ve öğretmendi. Ancak o günlerde onun “ fikirleriyle beni zehirlemekte olduğu” biçiminde yönlendirilmiş olabilirim. Ama bu öğretmen benim çok daha iyi bir biçimde bilimsel bilgi ile donatılmamda, kendi fikirlerimi bile sorgulatacak fikir tartışmalarına açık hale gelmemde, ağız dalaşı ile düzeyli müzakere arasındaki farkı görmemde ve kendimi gelecek için çok daha iyi hazırlamamda çok yardımcı oldu.
Kuşkusuz, ırkçılığı, cins ayrımcılığını, kadın düşmanlığını ve ya politik şiddeti tahrik eden bazı düşünceler tüm özgür toplumlarda aforoz edilmelidir. Zira özgürlüklerin var olabilmesi bir hukuk düzeni içinde demokratik tartışmalarla kararlaştırılmış olan bazı sınırların varlığıyla mümkündür.
Ancak üniversitelere güvenilmelidir. Bu kurumlar özdenetimleri yapabilirler. Diğer yandan, üniversitelerde, tartışma, müzakere ya da belli dallara hoşgörü ile yaklaşılmamasına izin verilmemelidir. Büyük filozof Karl Popper’in de bize öğrettiği gibi “tahammül edemeyeceğimiz tek şey tahammülsüzlüğün kendidir!”. Bu tespit özellikle de üniversiteler için geçerlidir.
Üniversitenin, “devletin sizlere neyi öğrenmenin ya da tartışmanın doğru ve güvenli olduğuna karar verdiği” bir yer ya da “birileri rahatsız olmasın diye düşünce özgürlüğünün ortadan kaldırıldığı” bir yer olmasını ister miydiniz?