Korkut Akın yazdı… Sözcük eksiltme sanatı olan şiir, sözcük oyunu değil midir biraz da… Sezai Sarıoğlu, dumanı üstünde, yeni kitabı “kurutma kâğıdı”nda, alabildiğine oynuyor, mana ve muhteviyatınca…
Korkut Akın
Sözcük eksiltme sanatı olan şiir, sözcük oyunu değil midir biraz da… Sezai Sarıoğlu, dumanı üstünde, yeni kitabı “kurutma kâğıdı”nda, alabildiğine oynuyor, mana ve muhteviyatınca…
Narın çatlamaya gittiği, Burcu’ya adanmış şiirler, dizelerin kendi içindeki oyunuyla yükselirken günümüzle de harmanlanmış. Akımları vardı şiirin, o akımlar çevresinde toplanmış şairleri… O şairlerin şiirlerini sevenler, dizelerin anlamını da yakalardı. O akımın seveni, bu akımın sevenine pek yakın durmazdı. Bu akımın seveni de o akımın dizelerini tutmazdı pek. Bir ayrışma vardı, ister istemez aralarında okurların da. O, bir yere kadar gider, bir yerden sonra tutulmaz olurdu, ipin ucu kaçardı. Dolayısıyla bilemezdiniz bir diğer akımın şairini de şiirini de.
İki bedeni örten…
Meğerki sözcük oyunuydu şiir, Sezai Sarıoğlu, bunun en iyisini yapmak, daldan dala atlayan, atlarken de “mana ve ehemmiyeti”ni yanından ayırmayan, sizi, yani okuru taşıyanlarını yazmalıydı. O sözcüğü bununla, bunu buluştuğu diğeriyle, birleştiklerinde bir diğeriyle el ele halaya tutturmalıydı, horon oynatmalıydı.
“korsan bir şiirde buluşalım; peki
çevremizi sarsın aynalı aynasızlar; illâ ki”
“Aynasızlar mı aynalı”, yoksa “aynalı aynasız herkes” mi?
“ben senin şiirine açık görüşe gideyim; heves
sen benim şiirimi kapalı geçmişe say; kabul
alınlarımıza yazılamaya çıkalım
acelemiz var; haydi”
Kentin sokakları değil midir alınlarımız ve apaçık, dimdik değil miyiz sokaklarda?
“bir dahaki sefere güzel yenilelim; söz
birlikte düşelim yere; ne güzel
bizi şiirlerimiz kaldırsın; elbette
söz oynasın şiir patlasın; yakışır
alnımızda buluşsun izinsiz âşıklar;
her daim”
Aşklar da âşıklar da yenilmeye alışkındır… Her seferinde üşenmeden ve yadırgamadan bir heves bir nefes atılırlar öne. Hem aşkın izni mi olurmuş? Gönlünü düşürürsün, söz oynar, şiir patlar. Sahi, içten içe yenilmediğini, dışınızdaki herkesin yanıldığını düşünüp yeniden düşerler yollara. Sokaklar dolu değil mi izinsiz âşıklarla? Haydi çıkın sokağa da, kaynaşın onlarla…
Hakikat çarpar
Oyun dedik, şiir dedik, aşk ve heves dedik… Her biri çalışılmış, çalışıldıkça büyümüş 57 şiiri saklıyor “kurutma kâğıdı”, hepsi küçük harfli, ama mana ve muhteviyatıyla büyük. Kimi yüksek sesle “kentin alınlarında” okunacak, kimi bir köşede “kendi içinde”. Kimini çok seveceksiniz, kimininse anlattığı/aktardığı içinizi burkacak. İki dize deyip geçmeyin, aysberg gibi… büyük kısmı sizinle kalacak. Dizeyi unutsanız da mana ve ehemmiyetini unut(a)mayacaksınız. Onlar, “mehter oturup marş kalkarak tarihe ulus ısmarlar”ken siz, “tabelasına, ıslak imzasına ve mührüne zorla iskân”a isyan edeceksiniz.
“benim kızım su
benim oğlum ağaç
benim çocuğum dağ”
Cümlenin yarası…
“kâğıda düşen harflere sarılırmış”, sahi mektuplarınız (şimdilerde daha çok mesajlarınız hani sözcük eksiltmeye nazire yaparcasına harf eksilten) duygularınız değil miydi? Boğazınıza düğümlenen o kocaman yumru -yaşadıklarınıza anlam verememenizle büyüyen-, yanaklarınızdan süzülen o tuzlu gözyaşı -tutsanız da yuvarlanan, yuvarlandıkça büyüyen-, kısılan gözlerinizde nefretten çok hınç, hınçtan öte kararlılık ışıltıları taşımıyor mu? Şair, şiirce anlatıyor; bana aktarmak düştü, kuşkusuz siz, bir başka dizeyi taşıyacaksınızdır, engel olmak istemem… Ama yine de yaşananların ışığında, biraz mana ve muhteviyata ehemmiyet veriyorsak, biraz görmek istiyorsak gelecek güzel insanları, biraz sevmek istiyorsak onları, biraz da seviyorsak “nar”ı ve güneşi; -şairin de izniyle- “kurutma kâğıdı”!
“tanrının kader tabletini alnımda gördüm
belki hayat küçüktü biz büyüttük gözümüzde
içinden konuşan doğayla dışına taşan insanın arasında
yorularak gelmişti bu güne tarih, aynı kitaptan yavrulamıştı”
Hayatın her anında, her alanında… şairin diliyle “zaman ve mekânda” gördünüz/duydunuz mu böylesi içten bir kardeşlik çağrısı? Söyleyebilir misiniz?
Sözcüklerle oynayan, eğip büken, anlam yükleyen Sezai Sarıoğlu, “kelimeden merdivenleri çıkarken” her zaman olduğu gibi gündemi de taşıyor dizelerine, “imasız mektup yazarak”… Gezi de var içinde, Sur da… Hrant da var arasında Tahir de… Bombalarla yok edilen yaşamlar da var, sulara gömülen mülteci umutlar da… Tam da onun için,
“lekeydi geçti muradı okura kaldı
şart değil ya her şeyi bilmek
işaretlere bakıp tahmin edebiliriz
derdini içine atan nokta cümlenin yarasıdır”
diyor bir yerlerde… ve ekliyor: “yara sonuna konacak noktanın beyanı esastır”.
“günü geldiğinde fırtına kokar”mış bütün acılar, “günü geldiğinde rüzgâr açar”mış her yara.
Haydi, o zaman rüzgâr açalım, fırtına kokalım.
“kurutma kâğıdı”, Sezai Sarıoğlu, şiir, Yasak Meyve – Komşu Yayınları, Şubat 2016, 94 s.