A. Haluk Ünal yazdı: Suriyeleşme…
Bu ülke çok felaket gördü.
Ermeniler, Kürtler, Yahudiler, Çerkesler, Süryaniler, Rumlar (Yunan değil Rum), mütedeyyinler, sosyalistler, liberaller.
Bir tek “ne mutlu Türküm” diyenler, felaket nedir görmedi.
Gerçek bir felaketin ne olduğunu dahi bilmiyor.
Ama felaketlere tanık oldular.
Bu topraklarda devletin felaket yaşattığı her kesimin büyük acılarına tanık oldular.
Hep sustular.
Kendilerini, bu felaketlerin “vatan için” olduğu yalanına inandırmak, hep daha kolaylarına geldi.
Felaketin ucu kendilerine dokunmadığı müddetçe neye inandıklarının önemi de yoktu.
Cari bir gerekçe yeterli oldu hep.
Şimdi de benzer bir durumla karşı karşıyalar.
Ancak bu kez durum çok farklı, bu kez felaket hepsini kuşatacak, hepimize çok ağır bedeller ödetecek.
Bu kez felaketin sel yolunda Türkler ve “ne mutlu Türküm”ler de var!
Felaketin adı Suriyeleşme!
Felaketlerin hedefi olmuş, büyük bedeller ödemiş olanların tümü, heyelan yolunda düşmeye başlamış kayaları görüyor; uzak, derin gürültüleri duyuyor.
Direnmeye mecali olanlar direniyor.
Kürt Özgürlük Hareketi kendi uslubunca direniyor.
“Türk Solu” da felaketin farkında.
Adlandırmada bir sürü fark var. Ama bir felaket olduğu konusunda mutabakat söz konusu.
Felaketin büyük bir hızla geldiğini görüyor.
Gidişatı gören kimsenin içi içine sığmıyor.
Ne yapılacağı belli!
Bu felaketi durdurmak gerek.
Felaketin örneği yanıbaşımızda 4 yılda oluverdi.
Bir ülkenin hayatında 4 yılda bütün sonuçlarına varan bir felaket depremle bile kıyaslanmaz…
Tarife gerek var mı? İşte en uzun sınır komşumuz Suriye.
Ancak tek konuşulamayan nasıl durdurulacağı?
Bu soruya KÖH bir yanıt verdi; öz savunmayla, silahlı mücadeleyle durdurabileceğini düşünüyor.
Türklerin böyle bir seçeneği yok.
Olsaydı seçilmeli miydi ayrı bir tartışmanın konusu.
Ama yok.
Sivil siyasetin, sivil ve barışçı direnişin dışında bir yol yok.
İyi de nasıl?
Burda yollar çatallanıyor.
Bir görüşe göre Devletin KÖH le yürüttüğü savaşı merkeze alan, bir Barış Bloku yaratmak.
Bir diğer görüş ise, Kürdistan merkezli çatışmayı merkeze alarak Türk solculara, demokratlara bile ulaşmanın zor olduğunu düşünüyor. Bu nedenle bir Demokrasi Bloku yaratmanın, bu sel karşısında dalgakıran olabileceğine inanıyor.
Her iki görüşün sahipleri ile yaptığım sohbetlerde gördüğüm, çok önemli bir ortak yanları var; hiç biri, “kısa vadede, mevcut koşullarda” bizim gibi düşünmeyenlere ulaşabilecek bir söz kurmanın mümkün olduğuna inanmıyor, aslında.
Dostlarım kusura bakmasın, “Türk Solu” kamu oyu araştırmalarını hala önemsemiyor, hala okumuyor.
Aslında paradoksal bir durum bu.
Siyaset yapanların, hele HDP gibi kitlesel bir deneyimi sunan partinin varlığını bilenlerin, üstünü başını paralaması gereken hedef, diğer partilerin kitlesine doğru büyümek değil midir? Bi yerlerden halk ithal edemeyeceksek.
Örnek bir veri paylaşayım.
Bu gün Kürdistan’da süren çatışmalar için AKP”ye oy verenlerin %84’ü; CHP’ye oy verenlerin %30’u; MHP’ye oy verenlerin %60’ı HDP’ye oy verenlerin de %2 si orda devlet güçlerinin teröre karşı doğal görevini yaptığını düşünüyor.
Böyle bir kitleye Kürdistan’daki çatışmayı merkeze alan– hele iletişim araçları üzerindeki yeteneklerimiz düşünüldüğünde- bir iletişim stratejisiyle ulaşmak mümkün mü? Kesinlikle hayır!
Bu strateji HDP’ye oy verenleri bile böler.
Peki buna alternatif olan Demokrasi Bloku stratejisi iş görür mü?
Yine bir veri hatırlatayım.
Yapılan onlarca kamuoyu araştırmasında toplumun demokrasi talep eden kesimi % 10’u geçmiyor.
8 Haziran’a kadar bütün araştırmalarda ilk üç sorun odağı, işsizlik, ekonomi ve terör olarak sıralanıyordu.
Artık sıralamanın başında terör, bölünme sonra ekonomi geliyor.
Yani demokrasi meselesini merkeze alan bir strateji de işe yaramaz görünüyor.
Peki ne yapacağız?
Komitacı dostlarımdan birinin dediği gibi demokrasi meselesinin toplayabildiği güce razı mı olacağız? Bu mu gerçekçi olan?
Burada zor da olsa denemeye değer tek bir yol kalıyor; bizim gibi düşünmeyen Türklere, Suriyeleşme felaketinin eşiğinde olduğumuzu anlatmak.
Bu tehlikeden uzak durmak için toplumun bütün katmanları arasında oluşacak bir diyalog zemininin, çoğulcu bir anlayışın sağlayabileceği kazanımları anlatmak.
Gemi batarsa herkesin batacağını göstermek.
Varolan devlet politikasının bizi nasıl bir ekonomik krize doğru sürüklediğini, kutuplaşmanın toplumsal katmanlar arasında ne boyuta geldiğini (%80)
Kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışmak zorunda kalmaksızın, Suriyeleşmenğn Doğu’dan başladığını, Batıya nasıl sirayet edebileceğini, Batıdaki çatışma potansiyelinin nasıl yükseldiğini, çok daha kolay anlatırız.
Elbette, Suriyeleşme Doğudan başladıysa, Kürdistan’da olanları anlatmak için de çok imkan var.
İletişim kampanyaları çok katmanlı olur. Farklı sosyal segmentlere aynı temayı farklı hikayelerle anlatmak mümkündür.
Kampanyanın çengeli güçlü olursa, yan hikayeleri anlatmak da kolaylaşır.
Üstelik, bunu anlatacağımız kitleler, araştırmalarda bu konulara ilişkin yüksek kaygı belirtiyor.
Yani AKP kitlesi homojen değil.
Bir çemberin içindeki halkalardan oluşan katmanlara sahip.
En dış halkalar en yüksek kaygıyı barındıran, 1 Kasımda şerhen oy verenler.
Onları düşündürebilen bir strateji, demokratları, ilericileri, sekülerleri çok kolay birleştirir
Evet bu yol zor.
Çünkü 35 yıldır aynı şeyleri yapıyor, aynı dili kullanıyor ve farklı sonuçlar bekliyoruz.
Zor, çünkü çok daha sabırlı, emek yoğun bir çalışma gerektiriyor.
Zor, çünkü kitle çizgisi diye bir mevhumu yeniden hatırlamak gerekiyor.
“Mülkiyetleri” küçültüp, imkanları birleştirmek, ve çok daha etkin kullanmak gerekiyor.
Yeni bir dil, yeni bir tarz aramak, geliştirmek gerekiyor.
Ve böyle bir strateji kitleleri sağırlaştırmak, bölmek konusunda en düşük riske sahip.