Hikmet Sarıoğlu yazdı… Onu kaybedeli bir yıl oldu. Dünya üzerinde ne varsa hiçbirine yabancı olmayan bu ulu çınarın yazdıklarıyla yolculuğa çıkmak, bu topraklar üzerinde kadim olandan evrensele yapılacak bir yolculuktur.
Hikmet Sarıoğlu
İnce Memed romanını okuduğumda ortaokul son sınıftaydım. O vakitler, çevremdeki çoğu ailenin evinde Çağlayan Yayınevi’nden çıkmış bir İnce Memed romanı olurdu. Misafirliğe gittiğimizde, kütüphane hangi odadaysa orada oturduğum için iyi biliyordum evlerin kütüphanelerini, orada duran kitapları… İnce Memed’e dair hatırladığım şey cılız boyunlu, zayıf bir çocuk olduğuydu. Zaten o çocuğun cılızlığı ve cılızlığına sığmayan isyanı, ben işte bu ironi çok etkilemişti sanırım. Yaşar Kemal’le ölümüne kadar süren yolculuğum böyle başlamıştı. Dağın Öte Yüzü üçlemesi, Ağrı Dağı Efsanesi, Akçasazın Ağaları,Deniz Küstü ile okuyucu olarak devam etti. İstanbul Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’nda çalışırken, Kuşlar da Gitti romanından uyarlanan oyunda ökse kurulan kuşlardan birini canladırmıştım.
Yaşar Kemal’le yolculuğum, işsiz kaldığım 2004 yılında başka bir mecraya döküldü. Başka dillere çevrilmiş kitaplarını arşivleyecektim. Bu işi bana sevgili eşi Ayşe Semiha Baban teklif etmişti. Tanışmaya gittiğim gün ortalık neşeli bir ışıltı içindeydi. Eve çıkan dış asansöre bindim, erguvanlarla bezenmiş boğaz usulca önümden akıyordu. Her yer mor, mavi… Heyecanlı mıydım, bilmiyorum. Eve girdim. Her zamanki gibi, elini uzatsan geçen gemileri tutacakmışsın hissini veren, salonun o geniş penceresinin önündeki koltuğunda oturuyordu. Ağrı Dağı gibi heybetliydi ve Toroslardan çağlayan pınarlar gibi neşeli kahkahaları vardı. Birlikte çalışmaya başladık. Bulgur pilavını soğansız, sadece tereyağı ile pişirmeyi ondan öğrendim.
Romanlarında büyülü gerçekçilik akımını izlediğini biliyordum gerçi, anılarını anlattığı zamanlarda ben de o büyülü gerçekliğin kapısından geçiyordum. Abidin Dino ve Nazım Hikmet’le Paris anıları, Halet Çambel’le Karatepe anıları, Orhan Kemal’le Adana ve İstanbul anıları, Sabahattin Eyüpoğlu, Mehmet Uzun anıları… Gazetecilik yaptığı yıllar… Adana’da yaptığı işler; çeltik tarlalarında kontrolörlük, arzuhalcilik, Bahçeköy’de öğretmenlik… Çocukken evlerine gelen dengbejler… Livan aşiretinin Van’dan Adana’ya Mezopotamya çölleri üzerinden uzun göçü… Adana’da 30’lu yıllarda Spartakist işçiler olduğunu ilk ondan öğrendim. Toroslarda yaşayan Türkmenlerle Kastamonuluların, aynı Türkçeyi konuştuğunu da ondan başkasından öğrenemezdim zaten.
Çalışma dönemim bitmiş, ben başka bir işe girmiştim. 2011 yılında emekliye ayrıldım. Ek iş olarak ne yaparım, diye düşünürken Yaşar Kemal’den yeni bir teklif geldi. Bir Ada Hikâyesi’nin son kitabı Çıplak Deniz Çıplak Ada’nın el yazmaları bitmek üzereydi ve biten bölümlerin bilgisayarda yazılması gerekiyordu. Kesintiye uğrayan yolculuk yeniden başladı. Haftada en az dört günü birlikte geçiriyorduk. Yaşar Kemal bütün kitaplarını kâğıt ve kalemle yazmıştı. El yazısını okumakta önce zorlandıysam da altından hemen kalktım. Daha sonra Tek kanatlı Bir Kuş’un bilgisayara geçirilmesine sıra geldi. O da yayınlandıktan sonra arşivini düzenlemeye devam ettim. Onu sonsuzluğa uğurladığımız 2015 Şubat ayına kadar sürdü Yaşar Kemal’le olan yolculuğum.
Yaşar Kemal neşesine herkesi ortak eden biriydi. Sohbet ederken sürekli kahkahalar atmadan duramazdınız. Hayatını, anılarını anlatırken romanlarında yazdıklarını birebir yaşamış, kahramanlarıyla hemhal olmuş biri olduğuna defalarca hayret ederek tanık oldum.
Yaşar Kemal romanlarında aslında mecbur insanı anlatır. Dünya mecbur insanların sırtında duruyor, der. Mecbur insan aslında yaratma cesareti olan insandır. Yaratma uğraşı içindeyken hem kendi korkularının üzerine yürür, hem de dünyanın daha iyi bir yer olması için uğraşır. Romanlarındaki büyülü gerçekçiliği yaratanın insanın bilinçli korkusu olduğunu görürüz. Korkular insana, var olanı değiştirip daha başka bir dünya, daha başka bir düş ve giderek bir mit yaratma olanağı sağlar. Bu, her insanda var olan korkuya karşı durma isteği giderek tüm insanların kolektif eylemine dönüşür. Bu kolektif eylemde korku itici bir güçse, acıyı azaltmak ve yeni olanı yaratma isteği de başka bir itici güçtür.
Yaşar Kemal romanlarında kendi dilini yaratmıştır. Ama bu dil, ağıt toplamaya başladığı gençlik yıllarından itibaren onda biriken bir dildir. Anadolu halklarının dilidir. Yaşar Kemal bu dili, romanlarında neredeyse şiirselleştirerek yeniden yaratmıştır.
Doğa, Yaşar Kemal’in romanlarında İnce Memed, Meryemce, Salih, Hürü Ana, Taşbaş gibi ayrı bir karakterdir. Doğa betimlemelerinin derinliği, genişliği insanın doğanın yok oluşuna karşı attığı bir çığlık, doğa yok olduğunda kendi de yok olacağı için doğanın talanına karşı bir isyandır. Romanlarında, insanın kaderi doğanın kaderine işte bu yüzden sıkı sıkıya bağlıdır.
Yaşar Kemal romanlarını yazmadan önce hep kafasında taşımış. Yazmaya başlamadan önce uzun uzun yürüyüşler yapmış, bir yandan da düşünmüş. Ne romanlarını ne de gazete yazılarını sağa sola kısa notlar alarak yazmamış. Konu oluştuğu anda oturup yazmaya başlamış. Biz birlikte çalışırken de öyleydi. Sağlığı bozulmadan önce “kafamda üç ayrı roman taşıyorum” derdi. Günlük hayatında yazmak okumak, her ne yapacaksa çok disiplinliydi.
Bir gün koridorda yolunu kestim. “Ben eşkıyayım, sizi bu yoldan haracımı almadan geçirmem” dedim. Güldük, ben çalışmaya geri döndüm. Biraz sonra yanıma geldi “Eşkıya, al bakalım haracını” dedi. Para uzatıyordu. Çok utandım, ben şaka yapmıştım. Ama o “Olmaz,” dedi “madem eşkıyasın, alacaksın.” Ardından bir kahkaha patlattı.
Onu kaybedeli bir yıl oldu. Dünya üzerinde ne varsa hiçbirine yabancı olmayan bu ulu çınarın yazdıklarıyla yolculuğa çıkmak, bu topraklar üzerinde kadim olandan evrensele yapılacak bir yolculuktur.
Yazımı onun sözleriyle bitireyim:
“Bir; benim kitaplarımı okuyan katil olamasın, savaş düşmanı olsun. İki; insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere hükümetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.”
Bu yazı PrangaDergisi.Org’dan alındı.