Yalan Labirenti, gerçek bir öyküden uyarlanmış; arşivlerde saklanan binlerce gizli belgeyi gözler önüne serme sorumluluğunu üstlenenleri anlatıyor. Sadece izlenmesi gereken değil ibret alınması gereken bir yapıt. 29 Ocak’ta gösterime giriyor.
Resmi tarih, her ne olursa olsun, özellikle egemen erkin işine gelmeyeni aktarmaz. Bir şekilde sızmak isteyenleri engellemek birincil görevidir bürokratların. Ellerinden geleni yaparlar, engelleyebilirlerse ne âlâ, değilse kendileri de boylayacaktır tarihin çöplüğünü…
Gerçek ile doğru…
Doğru olabilir, ama gerçek değildir. Gerçek ise doğru olmasa da kabul edilmesi gerekir. İkinci Dünya Savaşı doğru bir savaş değildir, ama gerçektir hem de milyonlarca cana mal olmuş önemli bir gerçek. Hitler Almanya’sının Auschwitz’teki toplama kamplarında yaşlı genç, kadın erkek demeden hemen bütün Yahudilere yaşattıkları bilinen bir gerçekliktir. Sadece tarihsel anlamıyla değil toplumsal, siyasal ve sanatsal açıdan da belirleyicidir. Yapılanlar, yaşananlar, canlı insanlar üzerindeki deneyler kuşkusuz ki tüyler ürperticidir, dudak uçuklatıcıdır.
Labirent, yalan olabilir mi?
Yıl 1958 olmuştur, savaşın yaraları sarılmış olsa da etkileri halen sürmektedir. Auschwitz’teçocuklarını ölüme götüren cellatlardan biriyle karşılaşan ressam, öğretmenlik yapan o Nazi’yi bir gazeteci arkadaşı aracılığıyla ihbar eder. Buradaki belirleyici olan nokta, başta savcılık olmak üzere hemen tüm yetkililerin vurdumduymazlığından öte hemen hiç kimsenin Auschwitz’teki soykırıma ve ne tür bir vahşet yaşandığına dair en ufak bir fikrinin olmamasıdır. Dönemin önemli ögesi Amerikan ordusu da bu oyunun önemli aktörlerindendir ve onlar da hayatın sadece dans ve içki olduğunu anlatır, belgeleri çıkartmak yerine…
Şöyle bir baktığınızda bizde de bu bilgisizleştirme ve üzerinde düşünmeme yaşanmış, hâlâ da yaşanıyor. Sadece Kürtler ve Ermeniler değil, Aleviler için de geçerli bu, artık yok olmaya yüz tutmuş kültürler için de… “Dağda çıkan kart-kurt sesi” bunların en bilineni… Aleviler için söylenenlerin, Romanlar için anlatılanların ne aslı var ne astarı, ama o denli tekrar ediliyor ve sürekli vurgulanıyor ki -ders kitaplarına bile girmesi, bizim ülkemizin bu konuda ne denli ırkçı olduğunun tipik kanıtı aslında- insanlar inanıyor ister istemez.
Genç ve idealist savcı
Herkes savaştan, daha doğrusu Hitlerin yenilgisinden sonra karşıt olduğunu iddia etmesine rağmen Nazi yanlılarının ne denli çok ve hemen her yerde olduğu görülüyor. Doğal olarak da çalışmaları, araştırmaları engellemek istiyorlar. Genç Savcı, Eyalet Başsavcısının da desteğiyle araştırmaya başlıyor. Mağdurlar ve mazlumlar birer birer çıkarken ortaya, Naziler de belirleniyor. Bırakın sevgilisini, Savcının babası da bir Nazi’dir. Tehditler, engellemeler, rüşvetler haklı davasından döndüremez genç Savcı’yı. Uzaklaşanlar da birer birer gelirler geriye.
O hiç bilinmeyen, bilinmesi istenmeyen Auschwitz’teki toplama kampı, soykırım merkezi, insanlık dışı işkencelerin yapıldığı merkez ve tüm asker ve sivil yöneticileri teker teker yargılanırlar. Bütün göz yumulanlar arasından kaçanlar da olur, Kasap Mengele gibi. Ama bir gerçek serilir gözler önüne.
Genç ve idealist gazeteci
Geçmişin günahlarıyla yüzleşmek için “Yalan Labirenti”ndeki gazeteci ile savcının verdiği mücadele, bizim ülkemizde yaşananları canlandırdı gözümde film boyunca. HrantDink’in, Ermeni tehciri ve bağlı olarak Sabiha Gökçen açıklamaları, Dersim’de yaşananlar, Kürtlerin varlık mücadeleleri… hepsi, hepsi aynıydı aslında.
Yalan Labirenti, gerçek bir öyküden uyarlanmış; arşivlerde saklanan binlerce gizli belgeyi gözler önüne serme sorumluluğunu üstlenenleri anlatıyor. Biz, halen yaşıyoruz bu gizliliği ve bilinen gerçekliklerin “yalan labirentinde” gözlerden saklanmasını. Bugün hemen tüm iletişim araçlarında sürdürülen yalan propaganda, bir gün bitecektir muhakkak. Bugün o yalanları sıralayanlar, koşulların değişmesiyle yarın en çok dönenler olacaktır kuşkusuz. Sanat bunları ortaya çıkarmak için önemli bir araçtır. Almanya’nın Oscar adayı olan “Yalan Labirenti” sadece izlenmesi gereken değil ibret alınması gereken bir yapıt.29 Ocak’ta gösterime giriyor.