A. Haluk Ünal yazdı: Neydi, Türkiyelileşecek olan?
Öcalan’ın ünlü newroz mektubu ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) ilan ettiği yeni Türkiye stratejisi, teklifi (new deal) tarihi ve çok doğru bir karardı.
Bu kararın ilanıyla başlayan süreç, an itibariyle çok kaotik bir görünüm arzetse de esas olarak bütün gelişmeler, söz konusu teklifi doğrulamayı sürdürüyor.
Ancak, teklifin HDP içinde ve dışında herkes tarafından aynı anlaşıldığı ve tanımlandığı çok kuşku götürür.
Bu algı karmaşasının kendisini en çıplak biçimde açığa çıkarttığı yer de malum “Türkiyelileşme” tartışması!
Bu nedenle başlıktaki soruya verilecek yanıt, gelecekte Anadolu ve mezopotamya demokrasi güçlerinin başarısına önemli, belki de belirleyici bir etkide bulunacak.
Yeni Teklif’in Türkiye’ye tercümesi
Bence Türkiyelileşecek olan, KÖH’nin dört parça Kürdistan coğrafyasında 35 yılda geliştirdiği, ve Rojava’da tarihi bir gerçeklik ve başarıya dönüştürdüğü strateji ve programdan başka bir şey değildi. Bu, hala geçerli olan ihtiyaç.
Peki bu ihtiyaç, HDP’yi oluşturan KÖH dışındaki kesimlerce benimsenmiş, kabul edilmiş bir ihtiyaç mı?
Benim gözlemimin, görgümün sonucu bu sorunun yanıtı, HDP bileşenlerinin büyük çoğunluğu açısından kocaman bir hayır.
Nedeni çok basit.
BDP hariç, HDP bileşeni sol partilerin tamamı büyük ölçüde geleneksel Marksist perspektife sadık. Çoğunluğu stalinizmle yüzleşmiş olsa da Leninizm ve klasik Marksismle olumlu bir ilişki içinde.
Öcalan’ın tezlerini “işçi sınıfı siyasetinden sapmış, demokratizmle malül” olarak değerlendiriyorlar.
Öte yandan 80 sonrası süreçte, yani 35 yıldır, kitleselleşmenin, politik bir güç olmanın yol ve yordamını çözemeyişin yorgunluğu, sınırlılığı içindeler.
Neden, niçin, nasıl, bu yazının konusu dışında.
Ama benim gördüğüm gerçek bu.
Bu durumda KÖH’ün projesini Batı’ya tercüme etmekte belirleyici bir güç olmak bakımından “Türk” solunun önemli bir handikapı olduğu, olacağı açık.
En başat örneklerden birine değinip geçersem, daha iyi anlaşılabilirim sanıyorum.
Klasik marksistler için temel uzlaşmaz çelişki, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişkidir.
Yolculuklarına PKK içinde gizlice örgütlenerek başlamış; yoldaşlarıyla yeri geldiğinde kıran kırana bu konunun mücadelesini vermiş, bu gün erkeklere bile PKK bir kadın partisidir dedirtmeyi başarmış kadınlar acaba kadın erkek çelişkisini yan, ikincil bir çelişki olarak algılamaları mümkün mü?
İşçi, burjuva, feodal, serf, özgür yurttaş, köle çelişkilerinden çok daha kadim, her sosyo ekonomik formasyonun içine, merkezine yerleşen ve egemenliğin çimentosu olan bir çelişkiyi nasıl konumluyorlar dersiniz?
Ya da Rojava’da inşa sürecini belirleyen programa “yeni geçiş programı”diyebilir miyiz? Rojava bir örnek olarak Türkiye’ye anlatılmalı mı? Örnek değeri taşıyor mu?
Rojavayı “Türk” solu ne kadar anladı ve biliyor?
Bu sorunun cevabı da büyük ölçüde hayır!
Peki KÖH Türkçe konuşmaya hazır mı?
Demokratik İslam Kongresini ve Demokratik İktisat Kongresini “Türkiyelileştirecek” bir hazırlığı yapıyor mu? (2. DİK’in İstanbul’da yapılmış olmasını ve sonuç metnini, bu soruya olumlu bir yanıt olarak kabul edebiliriz.)
Bir çok konuda olduğu gibi, bu konuda da bir kaç yıldır hazırlık yapmış, uygun araç ve kadro yığınağını sağlamışmıydı?
Bu sorunun cevabı da benim bilgi ve görgüm çerçevesinde, büyük ölçüde hayır!
Beyaz solculuk ve Türkiyelileşmek
Bu günlerde HDP yönetiminin ve Demirtaş’ın maruz kaldığı en ciddi suçlama “söz vermiştiniz Türkiyelileşecektiniz”
Bu da başka bir abluka.
Çünkü bu kesimlerin bu terime yüklediği anlam, terimin sahiplerinden çok farklı.
Beyaz solculuk, bu terimle HDP’nin SHP leşmesini, KÖH’ün evcilleşmesini talep ediyor.
Hepsi açık veya örtük, farklı terimlerle de olsa HDP’nin PKK ve Devletten eşit uzaklıkta, steril bir alanda konumlanmasını talep ediyor.
Bu eğilimin HDP genel merkezinde de güçlü bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Bu eğilimin etkilerini iki temel olguyla gördük.
Birincisi, Cumhurbaşkanlığı kampanyasında vaatettiğimiz “pozitif, yerele yaslanan, toplumun gündelik bütün ihtiyaçlarına alternatif perspektifimizi, somut olgusal düzeyde tercüme eden bir yol haritası” ve iktidar talebi yerine; Haziran seçiminde maxsimalist “seni başkan yaptırmayacağız” stratejisini esas almaktı.
Altını on kez çiziyorum, kampanyada taktik açıdan çok değerli olabilecek bir yan temayı, merkezi stratejik slogana dönüştürmekten, 15 yıldır hayırcı, anti-akp kesimlerin (yani büyük siyasetsizliğin) koç başına dönüşmekten sözediyorum.
İkincisi, 8 Haziran’dan itibaren, elimizdeki gündem üstünlüğünü özyönetim, ve anayasa merkezli yeni bir ulusal kampanya ile sürdüremeyip, bir aydan fazla bir süren ataletimiz karşısında, KÖH’ü topyekün tasfiye planı (2013 MGK sında kararlaştırılmış çökertme operasyonu) devreye sokulduğunda, merkezin geliştirdiği PKK ve Devlete eşit uzaklıkta, steril alan arayışı ve söylem.
Farkındaysanız, Beyaz solculuk da bizim tam da bu steril alanda durmamızı talep ediyor. Bunu sağlamaya dönük ciddi bir kampanya yürütüyor. (Bkz Fuat Keyman ve benzer yazarların son bir aydaki yazılarına)
Nihayet 100 kadar aydının Diyarbakır’da yaptıkları açıklama da söz ettiğim fikri/siyasi ablukanın çarpıcı örneklerinden en yenisi.
Açıklama metninin ilk halini bildiğim için bu yolculuğa katılmadım. Kendilerine de belirttiğimi paylaşayım.
“Türk” solu, aydınları, yani ezen ulus aydınlarının asli görevi, kendi toplumlarına dönük bir çaba içinde olmaktır.
Dayanışma ve moral için saldırı altındaki topraklara gidilir elbette, ama “ölüm ve kan üzerine iktidar kurulmaz, ey savaşın karar vericileri” diye tarafları eşitleyen cümleler kurmamaya da özen göstermeniz gerekir?
Yoksa kendinize seçtiğiniz misyon Kürt halkını KÖH ve Devlet güçlerinden kurtarmak olur ki; sıfatını siz seçin.
Ben en azından iyi bildiğiniz bir noktayı hatırlatayım, aydın olmak öncelikle bilgi üretmek, anlamak ve anlamaya aracılık etmektir.
Şu anda Kürt coğrafyasında yaşananları, eşit derecede savaş suçu işleyen iki kanadın varlığı ile açıklıyorsanız, ne Rojava’yı biliyorsunuz, ne Ortadoğu’da olup bitenleri biliyorsunuz demektir. Ama bildiğinizden de her zamanki gibi çok eminsiniz?
Geçmişte bir tarafa yıkılmış “bebek katili” sıfatını istemeden de olsa paylaştıran bir “adalet” peşindesiniz.
Elbette kimseyi düşüncelerinden ötürü suçlayacak durumumuz yok. Her barış talebi, çığlığı meşru ve saygıdeğerdir.
Benim uyarım HDP yönetimine, sempatizanlarına.
Beyaz sol ablukaya karşı da “fikri öz savunma” çok elzem.