A. Haluk Ünal yazdı: Aklın Kötümserliği, İradenin İyimserliği
Antonio Gramsci'ye mi, Romain Roland’a mı ait emin olamadığım bu özdeyişi her zaman önemli bir kılavuz sayarım.
Neoliberalizm ablukasında, kitle kültürünün iliklerimize kadar işlediği bir iklimde uyarıcıdır.
Çuvaldızı kendine batırmaya güçlü bir teşvik sağlar.
Elbette bu özdeyişle ilgili uyarıyı da unutmamak şartıyla; aklın kötümserliği sinizme, pasifizme; iradenin iyimserliği ütopizme (ben bunu ahmaklığa diye uyarlamayı yeğlerim) kolayca dönüşebilir.
Önümüzdeki bir kaç yılın ülke tarihinde çok hayati yeni bir dönemeç olduğu hepimizce malum.
Bu dönemeçte sol muhalefet arabamızı devirmemek için olup bitenleri anlamaya ve bir teşhis birliğine ulaşmaya çok büyük ihtiyacımız var.
BU ülkede yüz yıllık sürece damgasını vuran üç omurga var. Laikçiler, Kürtler, İslamcılar.
Başlangıç itibariyle bu üç akım da birer davanın adı.
Laisizm bir Türk milleti yaratmanın otoriter, muhafazakar omurgası.
Kürt davası ulus ve din motiflerinin birleştiği eril, ve otoriter bir davaydı.
İslamcılık ise son 15 yılda iyice tanıdığımız eril, otoriter, muhafazakar bir akım.
Unutmuş değilim elbette sosyalist hareket dördüncü büyük dava. Ama ne yazık ki, kendisini laisizm/Kemalizm’den ayıramadı.
Onun ideolojik, felsefi toprağında yeşermiş olduğu için de bu tartışmada ayrı bir kategori tanımak anlamlı değil.
Çünkü toplumsal dava ve akımlar, aynı zamanda toplumsal birer çimento yaratır.
Bunu da ortaya çıktığında, varolan toplumda kendisine bir değerler alanı açarak başarır.
Bu üç davanın da geldiği noktaya bakalım.
İslamcılık hala Dünya çapında bir çimento. Ama biz kadrajı küçültüp Ortadoğu düzlemine bakalım.
Çünkü artık Ortadoğu Makro bir siyaset alanı ve burada yer alan devletlerin hiç biri bu makro siyaset alanının dışında politika yapmıyor.
Koşullar da zaten buna izin vermiyor.
Herkesin iç siyaseti dış siyasetiyle bir ve bütün olmak zorunda.
Bu çizginin iki mihferi var. Biri Şia islamı, diğeri Selefi islamı.
Şia Şhangayla, Selefi NATO ile iş tutuyor.
Bu gün AKP de Selefi İslamı’nın hamiliğini, abiliğini yapmaya çalışıyor.
MSP den bu güne, geldikleri nokta Ortadoğu çapında bir oyun kurucu olma iddiası. Beğenin beğenmeyin ellerinde bir de proje var.
Şu anda NATO ve ABD de bu projeye destek veriyor.
Hala bu toplumun yarısının umudu, gelecek projesi AKP tarafından temsil ediliyor.
Ortadoğu’da yeniden biçimlenecek güç dengelerinde bu iki mihfer iki ana vekalet gücü olacak, bu belli.
Bunun liderliğini kimin yapacağı ise bölgesel mücadelenin diğer bir önemli konusu.
Türk tipi laisizm/Kemalizm tarihen yenildi ve çağa ayak uyduramadı.
Artık çimento görevi göremiyor.
Bu tartışmada fiilen yerini, etkisini kaybetti.
Ortadoğu çapında bir projesi olmadığı için, söyleyecek sözü de yok.
Bunu CHP’nin suskunluğu ve kekemeliğinden de anlayabilirsiniz; TSK’nın Akit yazarlarına taziye mesajlarından da…
Kurmay kafası, laisizmin yerine muhafazakarlığı geçiriverdi.
Çünkü tek ölçütü, TSK’nın özerkliğini korumak. Kapısından içeri sivil müfettişlerin girmesini engellemek.
Bunun için şeytanla bile çuvala girebilmeyi kurmay mekteplerinde öğrenmişlerdi zaten, yüksek maaşlı Nato görevlerinde de mastırını yaptılar.
“Kürtçülük” davası ise durduğu yerde durmayan, en büyük değişimi geçiren dava.
KÖH’ün öncülüğünde ulus ötesi, etnisite ötesi bir nitelik kazandı.
Bir yandan etnisitenin sunduğu güçlü çimentoyu bir temel olarak korurken, öte yandan bunun üzerine “yeni paradigma”yı (demokratik konfederalizm/radikal demokrasi) inşa etmeyi başardı.
Şu anda – beğenin beğenmeyin- Ortadoğu çapında ikinci büyük proje KÖH’e ait.
Hani HDP aracılığıyla henüz “Türkiyelileştiremediğimiz/Türkçeleştiremediğimiz” proje.
Ben, Rojava Anayasası benzeri bir Anayasanın Türkiye dahil bütün Ortadoğu’da kabul görmesini isterim.
( http://unalhaluk.com/2015/04/16/rojava-anayasasi/ )
Asgari huzur, barış, refah ve özgürlük ancak bu yoldan elde edilebilir.
Sizce AKP kurmayları bunu bilmiyor mu? TSK kurmayları bilmiyor mu? Okumadılar mı?
Çok iyi biliyorlar.
TSK her şeyi kabul edebilir, özerkliğine dokunulmasını asla kabul etmez.
Kadim davaları bir yana, AKP kurmayları da artık en az TSK kadar dokunulmazlığa muhtaç.
Bu gün yaşanan savaş bu nedenle bu kadar sert.
Bu iki siyaset, Demokratik Konfederalizm ve Yeni Osmanlıcılık uzlaşmaz. Uzlaşamaz.
Peki böyle bir çatışma içinde biz Batı solu ne yapacağız?
Çoğalamıyoruz, kitlelerle iletişim kuramıyoruz.
Elimizdeki tezler bunu sağlamıyor.
KÖH’ün realize etmeye çalıştığı “paradigmayı” da küçümsüyoruz.
“İşçi sınıfı perspektifini yitirmiş”, “asgari demokratik muhteva” vb. diyip aslında sosyalizm içi bile kabul etmiyoruz.
Alternatif bir paradigma da geliştiremiyoruz.
Gezi isyanı patlıyor, yeni bir dil, yeni bir kültür fışkırıyor, ona da nüfuz edemiyoruz.
Acaba biraz bilimsel kuşkuculuğa ihtiyacımız mı var?
Marksizmin hipotezleri doğrulanamamış olabilir mi?
Duvarın altında kalan bu hipotezler olabilir mi?
Eğer doğrulanamadıysa, hipotezleri yeniden kurmak gerekmez mi?
KÖH’ün “yeni paradigması” sosyalizm içi yeni bir hipotez olarak ele alınamaz mı?
KÖH’ün Ortadoğu çapındaki kitlesel başarısı, kendi mütedeyin kesimlerini bile aynı programın çevresinde toplamayı başarmış olması bizi hiç mi kuşkuya sevketmiyecek?
Geleneksel sosyalist teori ve pratiğin çuvalladığı üç alan, cinsiyetçilik, ekoloji ve demokrasi(ademi merkeziyetçilik) değil mi zaten?
Bunları merkez alan bir hipotezi önemsemeyeceğiz de neyi önemseyeceğiz?
Bütün bunların dışındaki senaryo, KÖH’ün kendi değerler sistemini Türkçeleştirmeyi kendi kadrolarıyla başarması.
Yeni bir dili, söylemi Türkçe içinden de üretebilmesi.
Biz tribünden izlerken, AKP ye bütün ülke sathında alternatif olması.
Bunun için emin olun HDK/HDP’ye de ihtiyaç yok. Zaten herkesin partisi, derneği var.
DBP/DTK da paradigmanın Türkiyelileşmesi için yeterli ve çok daha amaca uygun bir araç.