Korkut Akın yazdı: Dokunsan Kırılan Dokunmasan Kuruyan İnsanlar
Kitap tasarımcısı Peter Mendelsund, kitabı sattıran şeyin kapağı olduğunu iddia ediyor. Bir bakıma haklı, çünkü raflardaki onca kitabın arasında birinin ilginizi çekmesi gerekir ve onu da kapakla çözümlemek en kolayıdır. Eskiden ‘kapaksız’ olarak nitelendirilen, Milli Eğitim Bakanlığının klasikleri ve Varlık Yayınlarının kitaplarını ne yapacağız o zaman?
Adı belirleyici…
Kapağının albenisi ardına gizlenmemiş kitabı ancak adıyla tanır, biliriz. Kuşkusuz yazarı da belirleyicidir, buna da bağlı olarak yazarın adının üste ve büyük yazıldığını biliyoruz. “Dokunsan Kırılan, Dokunmasan Kuruyan İnsanlar” başlığını görünce Kitap Fuarında, çekinmeksizin, kaygılanmaksızın bakmadan aldım. Adıyla başlayan bir serüven dünyasına dalıyorsunuz zaten. Üzerine ansiklopedi yazılacak denli geniş bir dünya açtı önüme, daha adıyla. Meğer ne(ler) kaçırmışım da haberim yokmuş.
Bir şiir dizesinden…
Hasan Hüseyin’in “İncecikti / gül dalıydı / dokunsan kırılacaktı / dokunmadım kurudu” dizesi ne yaman çelişki barındırıyor içerisinde değil mi? İki arada bir derede kalmak ne denli zordur, ne denli acı verir insana (ve tabii, karşısındakine), doluya koyarsınız almaz, boşa koyarsınız dolmaz. İstersiniz ki yaşasın… istersiniz ki herkes görsün, bilsin.
Şadiye Dönümcü, sosyal hizmet uzmanı ve yöneticisi olarak çalıştığı kurumlarda karşılaştığı, tanıdığı insanları anlatıyor bu kitabında. “Bu kitap; hayatın içinde kırılmama ve kurumama mücadelesi veren/verecek herkes için yazıldı” diyor, daha ilk sayfada “Bu kitap vesiledir; tanıdığım rengarenk güzellikteki insanlara teşekkür etmem için” başlıklı sunuşunda.
Selam olsun onlara…
Yaşadıkça, yaşlandıkça deneyimlerimiz artıyor, bilgimiz çoğalıyor… daha bir sabırlı oluyoruz, daha bir anlayışlı ve kuşkusuz daha bir gelişiyor empati duygumuz. Daha bir ince eleyip sık dokuyoruz kendimizce. Kimi zaman sessiz, kimi zaman atarlı ama muhakkak ölçülü oluyoruz. Kimi zaman dinleyen de bulunmuyor, ama sözümüz oluyor muhakkak. İşte, sözü olanları derlemiş Dönümcü, “Dokunsan Kırılan Dokunmasan Kuruyan İnsanlar”da. Yaşlı konuşanların hepsi. Kimi belki hüzünlü, kırgın ama küskün değil hiç. Kimi yalnız belki, umudu üzmüyor yine de.
“Önce ben gideyim öbür tarafa”
İnsanlar bilinmedik bir sırayla gidiyor, “o güzel atlara binip”. Kim, niye ve ne zaman gidecek belli değil… Eşler/sevgililer içinse çok daha farklı bir duygu bu “gidiş”. “Önce ben gideyim”in altında belki biraz çıkarcılık da var, ama o acıyı yaşamama isteği ağır basıyor. Buna da bağlı olarak yaşlandıkça daha bir dile geliyor bu dilek.
Yaşlılığın bir durum olmasından çok bir politik değişim olduğunu ifade ediyor yazar. Toplumsal inanç ve geleneklerin konumu belirlediğini, onun bilgi birikimi ve/veya deneyiminden yararlanmaktansa “çek elini eteğini, otur yerinde” şeklinde dillendirilen büyükten de büyük bu yanlışın değiştirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Kelimeler kifayetsiz…
Orhan Veli, “Bilmezdim… kelimelerin kifayetsiz olduğunu” diyor ya… şu an onu yaşıyorum. Kelimelerim yetersiz kalıyor, bu kitabı anlatmak için. Duru bir anlatım, kısa ve akıcı cümleler, yaşamın içinden insan öyküleri. Şadiye Dönümcü, yaşadığı gibi anlatmış, anlattığı gibi yazmış, hissettiği gibi aktarmış. Hepimizin yaşadığı veya en azından tanık olduğu insan öykülerini anlatıyor. Anlatılan yaşam öykülerinin hepsinde kendinizi, anne-babanızı, daha da büyüklerinizi, komşularınızı bulacaksınız. Güldüğünüz de olacak, hüzünlendiğiniz de… Göz pınarlarınıza biriken damlalar süzülecek yanaklarınızdan ister istemez. Yutkunmakta güçlük çekeceksiniz.
Yazar da aynı duyguları paylaşıyor besbelli, yazarken. Buna da bağlı olarak anlamanın, kabullenmenin, empati duygusunun yaşamınızdan hiç eksilmemesini istiyor kuşkusuz.
“Dokunsan Kırılan Dokunmasan Kuruyan İnsanlar” Şadiye Dönümcü, anlatı, Dipnot Yayınları, 197 s.