Korkut Akın yazdı: Eşik Burcu
Canlılar doğar, yaşar ve ölür. İşte, tek sözcüğe indirebildiğimiz yaşam, geçmişin bilgi birikimi ve deneyimi ile geleceğin umut yüklü düşüncelerini barındırır içinde. Geçmişle geleceği buluşturan ise sanattır. “Daha genel bir çelişki var bir de, doğanın özünden gelen: Her şey zıddını içinde barındırıyor” diyor Şükrü Erbaş, tüm insan ilişkileri içinde aşk ve şiirin bütün değerleri içerdiğini vurgulayarak…
Kendisiyle yapılan söyleşileri derlemiş “Eşik Burcu”nda Şükrü Erbaş. 40 yıla varan şiir ve yazı serüveninde neler düşlemiş, neler aktarmış, neler katmışsa yaşama, sorulan soruların eşliğinde, zaman içerisinde var olan değişimleri de yansıtarak seriyor önümüze. Belki baştan taraf tutan bir yazı olacak, bağışlasın okur, ama hayatı tanımak, geçmişin bilgi birikimi ve deneyimleri ışığında geleceğin umut yüklü güzel günlerini dizeleriyle bizlere ulaştıran Şairin sözleri, hep elinizin altında olmalı. Karamsarlıktan umut süzmek için açılıp okunmalı her fırsatta.
Ölümle öç alınmaz
“Biz hepimiz, barış üzerine, savaşın yıkıcılığı, ölümün acısı üzerine kitaplar dolusu söz edebiliriz. Halkımız bunu, sözü dolaştırmadan ‘ölümle öç alınmaz’a dönüştürüvermiştir… özeti, yaratıcılık gerektiren bir alanda söz almak için bakıyorsak dünyaya, elbette kendimizden başlayacağız. Tıpkı çocukların yaptığı gibi.” Bombalarla yıkılan duvarların dibinde köşede saralandıkları battaniyenin altından “mermi battaniyeyi deler mi baba” çaresizliği delip geçiyor beynimi. Sahi, biliyoruz, görüyoruz, içimizi üşütüyor bu akan kan ve yaşanan ölümler ama yine de sürüyor çocuklara inat.
Sözcük eksiltme sanatı
Ayrı mecralarda ayrı zamanlarda yayımlanan söyleşilerin toplandığı yazılardan da görüyoruz ki Şükrü Erbaş, yaşama, insana duyarlı biri, hele de şiire… Her bir soruya, birbirinin peşi sıra gelmiş olsa bile sorular, ayrı/bambaşka/dopdolu yanıtlar veriyor. Tekrara düşmemek için çaba harcadığını seziyoruz, zaten “acımı bir harf bile hafifletmeden, insana derdini gösterebilmeli yazdıklarım” düşüncesiyle başladığı ve “içinde öykülemelerin olduğu, dili neredeyse baştan sona şiir dili” diye nitelediği gazete yazılarını tekrara düştüğünü hissettiği yerde kestiğini de sakınmadan söylüyor: “Bunu yapamazsam, sözüm bana bir hapishane olur.”
Aşk yoksa içinde şiir mi derim ben ona
Şiirleri de aynı doğrultuda, aynı dolulukta, aynı yolda… “Ölüm düşüncesi ve zaman acısı, en az devrim düşüncesi ve aşk kadar ağır bastı” sözleri de kanıtı… değil mi ki “Sevgilim, bütün sözlerimi / Mazlumların rüyasından seçtim ben”. Daha ne desin, bakın nasıl özetlemiş… “Hiçbir şeyin yalnızca kendisi olamayacağı; ‘ben’ ya da ‘biz’ dediğimizin, aslında bütün bir dünyadan yapılmış olduğu; ‘öteki’ni içine almayan bir dünya tasarımının, bir özgürlük talebinin, herkes için bir ceza olacağı; başkasını sevmeyen insanın kendisini sevmesinin kötülükten başka bir şey olamayacağı; hayatın ölümün ana rahminden doğan bir mucize olduğu; aşkın, insanın diğer bütün yaşantılarını yücelten bir varoluş hali olduğu… ancak böyle bir algı ve değerler bütünü, bizim ‘ortak kaderimizi’ onurlu bir yaşama gücüne ve sevincine dönüştürecektir.”
Müzik, harflerimin eski sesi…
Özellikle halk türkülerini severek dinlediğini, bütün şairlerin çırağı olduğunu, bütün söz ustalarının elinden tuttuğunu, onların yazdıklarıyla bir yaşam kurduğunu, onlarla bu günlere vardığını açık ve yalın, yüksünmeden vurguluyor hemen her söyleşisinde. Bu, bir kez daha kanıtı oluyor benim için: “Eşik Burcu” hep el altında tutulmalı; karamsarlıktan umut süzmek için açılıp okunmalı.
Şimdi, bu yazıyı yazmaya çabalarken, Şükrü Erbaş’ın hemen her dize için ne denli titizlendiğinin de ayırdında, hemen her sayfadaki altını çizdiğim cümleler, “beni de yaz, beni aktar” diye el sallıyor. “Toplumsal akıl, ‘toplumsal düzen’ adına kırmızı ışıkta durmayı öğretir ama şiir bize kırmızı ışıkta geçebileceğimizi duyumsatırsa şiirdir” cümlesi sıyrılıveriyor aradan işte.
Kimsenin duymadığı bir iç çekiş
Kendi sözcükleriyle aktarmak istedim ince eleyip sık dokuyarak ve içeriğini daha bir doldurmak için doğum sancısı çektiğini ve şiirinin canlanmasını dile getirişini… “Beni şiire genellikle bir küçük ayrıntı, herkesin geçip gittiği silik bir görüntü götürür. Kalabalıklar içine sıkışmış bir sessizlik, doğayı çın çın işleyen bir yalnızlık, bir gözyaşı kurusu, tedirgin parmaklar, kekeleyen bir ses, bir hançer gibi eğri alın çizgileri, düğüm düğüm kirpikler, düştüğü yeri oyan bakışlar, vazgeçişin menevişlediği bir yüz, kimsenin duymadığı bir iç çekiş… Her biri onlarca öykü anlatan bu ince ayrıntılardan giderim, gitmeye çalışırım, insanın evrensel gerçeğine; toplumun ‘hâli pür melâline’”.
Şükrü Erbaş, “Kocaman bir dünya resmi çizmeye çalışan” şiirlerini anlatmaktan çok, okurdan birazcık hüner ve emek isteyen duygular bütününü anlatıyor sorulara verdiği cevaplarda.
Tolstoy’un, “Romanımda ne demek istediğimi sözle anlatmam bekleniyorsa, aynı romanı bir daha yazarım” sözü -her ne kadar Şükrü Erbaş’ın kendisine yöneltilen bir soruya verdiği yanıtsa da- “Eşik Burcu”nu anlatmak için de geçerli gerçekten.
Kendisi anlatsın
“Geleceğimizi ufukları eşiklerinden öteye varamayan insanlar belirlesin istemiyorum” dileğiyle yaşama dair bakışını aktarıp, “Eşik Burcu”nu tanımlayan cümleleri kitabı okuyacak -ve kuşkusuz birçok cümle gibi altını çizecek- okura bırakayım, ama kendisini anlatan “Kendini binlerce insana bölmüş bir yaşama tutkunu. Başarısından da başarısızlığı kadar eziklik duyan bir mahcup. Arabasını yıldızlara bağlamış bir dinozor. Öfkesini bir saniye bile ertelemeyen bir aceleci. Bir mitingde hâlâ gözleri dolan bir solcu. Yenilgisini ayrıcalık sayan bir inanmış. Bir yerde biraz fazla kalınca sıkılan bir kararsız. Dünyadan aldığını hece hece bu dünyaya geri veren, ömrüne sahip çıkmaya çalışan bir insan işte” saptamasıyla tamamlayayım yazıyı.
Eşik Burcu, Şükrü Erbaş, söyleşiler, Kırmızı Kedi Yayınevi, Kasım 2015, 201 s.