Nuray Ergüneş yazdı: Beslenme, yaşam alışkanlıkları da önemli unsurlar ama bu beslenme, yaşam alışkanlıklarını biz ne kadar belirleyebiliyoruz? “Tüketiyorum öyle ise varımın” bir mottoya dönüştüğü, haz almanın en temel duygu haline geldiği bu dünyada duygu dünyamızı da yaşam biçimimizi de ne kadar kontrol altında tutabiliyoruz?
Geçtiğimiz günlerde kanser üzerine bir araştırmanın sonuçları yayınlandı. Newyork Stony Brook Üniversitesinde yapılan bu araştırmaya göre çevresel etkenler kanserin oluşumunda genlere kıyasla çok daha belirleyici. Öyle ki her 10 kanserden 9’u çevresel faktörlerden ve yaşam biçiminden kaynaklanıyor. Benim için bu haber doğrusu malumun ilanından başka bir şey değildi. Öyle araştırma falan yapmadan da onkoloji servisinde gördüklerim zaten bu işte genlerin parmağının çok az olduğunu gösteriyordu. “Ailemde de kimsede yok” cümlesinin kendimde dâhil olmak üzere çok kez kurulduğuna şahit olmuştum.
Devam edelim…Araştırmada dış faktörlerin olmaması halinde kanserlerin yüzde 70'iyle yüzde 90'ının gelişmeyebileceği belirtiliyor. Kalın bağırsak kanserinin yüzde 75'inin beslenme, deri kanserinin yüzde 86'sının güneş, beyin ve boyun kanserlerinin yüzde 75'inin de sigara ve alkol sonucu geliştiği işaret ediliyordu. Ve arkasından da kanserin nasıl önlenebileceğine yönelik öneriler geliyordu. Buna göre fazla güneşe maruz kalmamak, dengeli beslenmek, egzersiz yapmak ve sigarayı bırakmakla pek çok kanser türü önlenebilirdi. En azından araştırmayı haberleştiren basınımızın aktarımları böyleydi. (http://www.radikal.com.tr/saglik/kanser-nedeni-gen-degil-cevre-1494371/, erişim tarihi 18 Aralık 2015).
Hal böyleyken hastane köşelerinde biraz doktorlaşmış kıdemli bir hasta olarak bir huylanmadır aldı beni. Öncelikle neden en fazla artış gösteren meme, prostat ve akciğer kanserlerine ilişkin tek kelam yoktu ya da aktarılmıyordu bizlere. Bundan da daha önemlisi çevre koşullarına işaret edilen bir araştırmada önlemler nasıl oluyordu da yine biz bireylerin-tüketicilerin davranışlarına kalıyordu. Üstelik çevresel etkenler derken ve hatta yine aynı araştırmada kanserin daha az görüldüğü bir bölgeden, daha fazla görüldüğü bir bölgeye göç edenlerin, orada aynı yüksek oranda kansere yakalandıklarını ortaya koyan bir vaka incelemesine yer verilirken.
İradenin gücüne inanırım. Olacakları değiştiremediği durumlarda bile olma biçimlerini değiştirir. İtirazım bu yaklaşımın -bireye yükleme hallerinin- hastalıkların kaynağının aslında bir o kadar yaşadığımız dünya ile ilgili olduğu gerçeğinin üstünü örtmesine. Yoksa kanserin 1970’lerden sonra yaşadığı artışı ve kanser hastalığının özellikle gelişmiş ülkelerde daha fazla görülmesini açıklayamazdık.
Beslenme, yaşam alışkanlıkları da önemli unsurlar ama bu beslenme, yaşam alışkanlıklarını biz ne kadar belirleyebiliyoruz? “Tüketiyorum öyle ise varımın” bir mottoya dönüştüğü, haz almanın en temel duygu haline geldiği bu dünyada duygu dünyamızı da yaşam biçimimizi de ne kadar kontrol altında tutabiliyoruz? Ekolojide yarattığımız tahribatta bu tüketim dünyasının yeri yadsınamaz. Ancak kapitalizmin yarattığı tahribat çok daha vahim. Bugün durdurulamayan karbon salınımı, fosil yakıt bağımlılığı, aşırı tüketim, plansız kentleşme vb.’nin sonucu küresel ısınma önlenemez boyutlara ulaşıyor. Çevresel kirlenme, tarımsal alanların, ormanların, akarsuların yok edilmesi, GDO’lu üretim…Bütün bunlar ekosistemi tahrip ediyor.
Tüm bunları geçtim…Sebze ve meyvenin ilaçlanmadan yetişemediği bir dünya da sirkeli suda bir yere kadar…