Kadir Akın yazdı
30 yılı aşkındır haklı talepler ekseninde süren Kürt silahlı direnişini barışçı ve demokratik bir tarzda sonlandırmayı amaçlayan “çözüm ve müzakere” sürecinin önce oyalama sürecine çevrilmesi, ardından AKP tarafından bitirilmesi ile 3 yıldır süren çatışmasızlığın sona erdiğine tanık olduk. Çözüm sürecinin AKP hükümeti tarafından “buzdolabına” kaldırıldığı ve Özgürlük Hareketi’ne şiddetli saldırıların düzenlendiği koşullarda ise birçok Kürt ilçesinde ardı ardına gelen özyönetim açıklamaları gerçekleşti.
KCK’nin 12 Ağustos’ta “Kürdistan halkı için özyönetimden başka bir seçenek kalmamıştır” mesajını vermesiyle Şırnak’ın, Silopi, Nusaybin, Cizre ilçelerinin ardından, Batman, Bitlis ile Hakkâri’nin Yüksekova, Muş’un Varto, Bulanık, Van’ın Edremit, Ağrı’nın Doğubayazıt, Diyarbakır’ın Sur, Silvan, Lice ilçelerinin dahil olduğu birçok yerde “özyönetim ilan edildiğine” dair açıklamalar yapıldı. DBP Eş Genel Başkanı Emine Ayna, bölgede kurulu olan halk meclisleri tarafından yapılan öz yönetim çağrılarının ne anlama geldiğini şu sözlerle anlattı: “Özerklik ve özyönetimle kastedilen aynıdır. Bölge halkının kendisiyle ve yaşadığı coğrafyayla ilgili kararları kendisinin vermesidir. Federasyon gibi keskin ayrımlarla değil, devletle ortak yönetime katılmak istiyor.”
HDP Mardin milletvekili Mithat Sancar ise Kürt illerinde seçimin ve çatışmasızlığın sona ermesinin ardından Kürt siyasi hareketine ve yerel yönetimlere baskının arttığını ve özyönetimin de bu baskıyla ilintili olarak gündeme geldiğini, bunu bir bağımsızlık ilanı gibi değerlendirmemek gerektiğini söyleyecekti. 21 Kasım’da HDK Mimar Mühendis ve Şehir Planlamacıları Meclisi’nin İstanbul’da düzenlediği “özyönetim” panelinde konuşmacı olan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı ise, bu ilanları “erken alınmış, üzerinde yeterince tartışma yürütülememiş ve yöntem açısından kimi yetersizlikler barındıran” bir adım olarak değerlendirecekti. Ne var ki Anlı da özyönetim ilanlarını, Kürt halkına karşı başlatılan saldırılardan ayrı ele almayacaktı. Her ne kadar Hükümet tarafından özyönetim ilanları “hendek ve siper kazılması” olarak tanımlansa da, 1 Kasım seçimlerinde özyönetim ilanının gerçekleştiği ve sokağa çıkma yasağı ile birlikte halka ciddi şiddet uygulanan yerleşim bölgelerinde HDP oylarında bir azalma olmamış, hatta kısmi artış görülmüştür.
Kuşkusuz AKP hükümeti tarafından 7 Haziran seçimlerine çok az bir zaman kala başlatılan saldırılar HDP’nin kriminalize edilerek baraj altına itilmesini amaçlıyordu. Seçim tekrarı olarak 1 Kasım seçimlerine giden süreçte ise bu saldırıların dozajının artarak devam etmesi, bir tepki ve irade beyanı olarak “özyönetim” çağrılarının ilan edilmesini de beraberinde getirdi.
Öz yönetimin ilk örneği Paris Komünü
Tarih sahnesine demokrasinin temeli olarak Paris proletaryasının öncülüğünde “Paris Komünü” olarak adım atan ve “özgür kent” fikri olarak feodaliteye karşı yeni palazlanan Fransız burjuvazisi tarafından da önce destek gören bu girişim 72 gün yaşayacak ama işgalci Almanlarla işbirliği yapan Fransız burjuvazisinin işbirliğiyle kanlı biçimde bastırılacaktı. Paris Komünü’nü Marks, “proletarya diktatörlüğünün neye benzediğini merak edenler Paris Komünü’ne baksın” diye tanımlayacaktı. Gerçekten de Paris kentinin özgür ve dayanışmacı özyönetim iradesi, Fransa’nın diğer kentlerinin benzer iradeleriyle birleşebilse ve yaşayabilseydi, Fransa’nın birleşik komünlerden oluşan devleti de doğmuş olacaktı. Paris Komünü ağır bir yenilgiye uğrasa da özyönetim ve özgür kent ideali feodal despotizme karşı bütün ezilen sınıfların başkaldırısının adı olarak tarihe geçecek, daha sonra gelen isyancıların da bayrağı olacaktı.
“Özgür kentlerin” kapitalist özel mülkiyet zemininde kalındığı müddetçe kolektivist bir toplumun kurulmasına tekabül etmeyeceği elbette biliniyor; ama burjuva demokrasisinin en gelişkin halinin yaşanması ve bundan elde edilecek tecrübe ve çıkarımların özel mülkiyetin ortadan kaldırıldığı bir düzlemde yaratacağı sonuçların neler olabileceğinin görülmesi bakımından ileri bir adım olarak değerlendirilebilir. Nasıl ki yenilgiye uğramış olsa da Paris Komünü’nün kazanımları sonraki isyancılara yol gösterdiyse, Kürt ilçelerinde ilan edilen ve hedeflediği sonuçlara bugün ulaşmada zorluklar yaşayan “özyönetim” ilanları da bir irade beyanı olarak geleceğe taşınacak ve aktüalitesini korumaya devam edecektir. Üstelik ilan edilen özyönetimler için Kürt hareketinin sözcüleri “yapmak istediğimiz işi anlamak için Rojava’ya bakın” derken, hemen yanı başlarında beliren “özgür kentler” idealiyle kurulan bir özyönetime işaret etmektedirler.
İkili iktidar
Özyönetim ilanı, merkezi iktidarın iradesini aşmak ve hatta onu reddedip yeni bir yapı kurmak çabasıdır. Bir tür ikili iktidar anlamına da gelen özyönetim ilanı, sayıları 16 civarında olan Kürt yerleşim birimlerinde başarıya ulaşması zor gibi görünse de ve merkezi irade tarafından zorla bastırılsa da, artık bu fikir ve irade beyanı isyanın temel talebi haline gelmiş bulunuyor.
Kürt ilçelerinde topyekûn savaş tehdidi ve şiddetle karşı karşıya kalan halk hareketinin öncülerinin ilan ettiği özyönetimleri, birebir ülkenin batısı içinde model olarak görüp uygulamaya kalkmak ise iki farklı coğrafyanın koşullarını, yaşananları ve aktüaliteyi de birbirine karıştırmak anlamına geleceği gibi güçler dengesindeki farklılıklar nedeniyle kimi sakıncalı sonuçlar da üretebilir.
İçinde bulunduğumuz somut koşullarda batıda yükseltilmesi gereken talep barış ve demokrasidir. Üstelik Ortadoğu’daki gelişmelerin AKP’nin maceracı politikalarıyla birlikte ciddi bir savaş tehdidini gündeme soktuğu koşullarda, AKP’nin artan siyasi gericiliğine karşı en geniş demokratik muhalefet hareketini yaratmak acil bir görev olarak önümüzde durmaktadır. HDK-HDP’ye düşen ise böyle bir görevin yerine getirilmesinde inisiyatif almak ve kapsamadığı demokrasi güçleriyle birlikte hitap alanı geniş bir zeminin yaratılması için zaman geçirmeden harekete geçmek olmalıdır.