Fatoş Osmanağaoğlu yazdı: COP21 ya da iklim meselesi
“Kapitalizm kendini var etmeye devam edebilsin diye doğamızı yok ettirmeyeceğiz. Enerji ihtiyacı bizim için “halkın ihtiyacı”dır. Kapitalist endüstri kendini devam ettirsin, daha fazla kâr etsin diye bunu düşünecek değiliz.”
30 Kasım’da Paris’te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 21. Taraflar Konferansı (COP21) başladı. G20 Zirvesi’nden hemen sonra, bu kez 140 ülkenin liderleri Paris’te bir araya geldi. Niçin? Bu sözleşmenin bir parçası olarak 1998’de imzaya açılıp 2005’de yürürlüğe girebilen Kyoto Protokolü’nün yerini alacak bir yeni anlaşma metni için. Amaç nedir? Gayet basit. Küresel ısınmayı, iklim değişikliğinin geri dönülmez etkileri için eşik değer kabul edilen 20 derecenin altında tutabilmek, bunun için sera gazı salımını düşürmek gerekiyor. Peki, nedir bu sera gazı salımı ile iklim değişikliği arasındaki ilişki? Güneş dünya oluştuğundan beri ısıtıyor da niye şimdi sorun? Çünkü “sanayi devrimi”nden sonra salınan gazlar nedeniyle atmosferde bir birikim olmaya başladı. Bu sera gazlarının ısı tutucu etkisi nedeniyle güneş ışınları dünyamızı gitgide daha fazla ısıtıyor.
Şimdi bu meselenin kapitalizmle olan ilişkisini su yüzüne çıkarmadan bir düzelme beklemek olanaklı mı? Sanmıyorum. Meselenin aslında sadece bir “iklim meselesi” olmadığını kavramak bunun neden olamayacağını anlamak açısından önemli.
Sorun kapitalizmin “sürdürülebilirliği” sorunu
Bildiğiniz gibi G20 Antalya Zirvesi’nde de bu konuda yıllardır söylenegelen dilekler tekrarlandı. “Sürdürülebilirliğin desteklenmesi” başlığı altında şunlar söylendi:
“Enerji verimliliğini geliştirme, temiz enerji teknoloji yatırımlarını artırma ve bu alandaki araştırma ve geliştirme faaliyetlerini destekleme konularını da içeren enerjiye ilişkin eylemlerin, iklim değişikliği ve etkileriyle mücadelede önemli olduğunun bilicindeyiz… Gaz piyasaları da dahil olmak üzere, şeffaf, rekabetçi ve iyi işleyen enerji piyasalarını teşvik etmeye devam edeceğiz…”
Bu cümlelere bakıldığında G20’nin asıl derdinin “kapitalizmin sürdürülebilirliği” olduğu net biçimde görülüyor. Bu kavram ilk olarak 1992 yılında Rio Konferansı’nda kullanılmaya başlanmış; o günden bugüne değişen/değiştirilen bir şey yoktur. Önce “daha fazla temiz enerji kullanalım” daha sonra da “enerji piyasalarını teşvik etmeye devam edelim”. Bunun anlamı “kirleten öder” mantığıyla oluşturulmuş “enerji borsası”dır. Evet, fiilen kağıt alım satımının yapıldığı bildiğimiz borsa.
Bu grubun 8’den 20’ye çıkarılma sebebi de, ABD, Almanya benzeri emperyalist ülkelerin kendi kirletmelerine devam edebilmeleri için bizim gibi ülkelere hem siz daha az tüketin (size bunun için biraz para da veririz, ama henüz verilmiş bir para da yoktur) hem de ülkenizin her deresine 3-5 HES, olmadı RES, GES yapın biz de size para ödeyip kendi kirlettiğimizi aklayalım düşüncesidir. Bu durum sürüyor ama gelin görün ki bizim ya da Çin’in, Brezilya’nın gaz salımı hızla artmaya devam ediyor. Çünkü enerji ihtiyacı diye sera gazı salımı yapan termik santrallar, şimdi nükleer ve tabii HES’ler yapılmaya devam ediyor. Hepsi bir arada doğayı ve yaşamı yok ediyor. Çünkü kapitalizmin temel kuralı “daha fazla üretim”. Üretim-tüketim dengesi denen şey, hep daha fazla tükettirip, daha fazla üreterek daha fazla “kâr etmek” üzerine kurulu. Niye şimdi bir sanayici daha az kâr edeceğini bile bile yeni bir teknolojiye geçmek için milyarlarca dolar yatırım yapsın? Doğasına aykırı. Zaten tam da bu noktadan ABD bunu açık biçimde söyleyerek Kyoto’nun sonunda bu sözleşmeye lütfen “evet” demiştir. Ama gel gör ki halen bir adım öteye gidilememiştir, gidilemez de. Bu durum COP21, 22, 25 böyle kandırmacalarla devam edecektir.
Kapitalizmin yeşili olmaz
Şimdi biraz da bu durumun diğer tarafına bakalım, yani kapitalizmin “yeşil” olabileceğine inanıp bizi de inandırmaya çalışanlara. G20’ye bir şeyler söylemek amacıyla Boğaziçi Üniversitesi’nde bir iklim konferansı düzenlendi. “Temiz enerji” kullanalım, “sürdürülebilir” bir dünya için, gibi süslü sözler sarf edildi. Yukarıda söylediklerimizle birlikte baktığımızda tüm bunlar kime hizmet ediyor? Tabiî ki yine sistemin kendini “sürdürmesine”. “Alternatif” diye bir şey yoktur, ya “karşısındasındır” ya da “yanında”. Bu “yeşil” arkadaşlarımızın nerede durduğuna siz karar verin.
Peki bu uçuşan enerji ihtiyacı, iklim meselesi, dünya yok oluyor filan gibi sözlerin arasında biz nerede durmalıyız? Kapitalizm kendini var etmeye devam edebilsin diye doğamızı yok ettirmeyeceğiz. Enerji ihtiyacı bizim için “halkın ihtiyacı”dır. Kapitalist endüstri kendini devam ettirsin, daha fazla kâr etsin diye bunu düşünecek değiliz. Yereller kendi öz yönetimlerini sağlayabildiklerinde, halkının enerji ihtiyacını bir şekilde karşılar (kimse merak etmesin doğanın kendini yenileme döngüsüne zarar vermeden karşılar); bunun için örgütlenmeliyiz, mücadele etmeliyiz.
Değinmeden geçmeyelim, Fransız Hükümeti, Paris katliamlarından sonra 3 ay olağanüstü hal ilan ettiyse en önemli nedeni, COP21 zirvesini dünyanın dört bir yanından gelerek protesto edenlere engel olmaktır. Şimdilik 178 kişi gözaltındadır. Çünkü kapitalizmin kodlarını çözen herkes bu zirvelerin “iklim meselesi”ni çözmek için değil kendi aralarında top yuvarlayarak dünya halklarını kandırmak için yapıldığını biliyor.