Volkan Yaraşır yazdı: Faşizmin Yok Edici Büyüsü
Seçimler, yeni moment, yeni mücadele dönemi
1 Kasım seçimleri son derece iyi örgütlenmiş bir toplum mühendisliği ürünü oldu. Siyasi iktidarın uyguladığı savaş ve destabilizasyon stratejisi etkili sonuçlar yarattı. AKP beklenen oyların çok üzerinde bir sonuç elde etti. Siyasi polarizasyonun şiddetlendiğini gösteren bir tablo ortaya çıktı.
Faşizmin organik çekiciliği
1 Kasım seçimleri bir kez daha kitleler ve faşizm üzerine düşünmeyi gerektiren ve önümüzdeki sürecin yönelimini biraz da bu ilişki üzerinden kuran tartışmaların önünü açtı. Bir karşı devrim olan faşizmin kitleri nasıl büyülediğine bakmak, bir yanıyla bugüne bakmak anlamına geliyor. Karşı devrimin kitleselleştiği ve kolektif bir ruh haline dönüştüğü günlerden geçiyoruz.
Faşizm organik, “büyülü” ve yıkıcı bir devlet biçimidir. Her devlet ve devlet biçiminde olduğu gibi ruhu sınıfsal tahakküm, konsantre iktidar ilişkileri üzerinden şekillenir. Sermayenin, finans kapitalin sınırsız tahakküm biçimi ve sınıfa yönelik stratejik saldırısı olan faşizm, arkaik bir yapı değil, modernizmin belki de en somut dışavurumudur. Faşizmle kitleler arasında orijinal, sahici ve yaşayan bir ilişki vardır. Kitlelerle faşizm arasındaki ilişki psiko-patolojik gibi görülebilir. Bu görünüm yanıltıcıdır. Psiko-patolojik faktör son derece tali bir nedendir. Faşizm gücünü sahiciliğinden, “küçük adam ve kadınların” dünyasına, ruhuna, duygularına, heyecanlarına, korkularına, komplekslerine, hatta varoluşlarına seslenebilmesinden ve yanıt üretmesinden alır. Faşizm kitleler açısından cellada karşı duyulan hayranlıktır ve celladın aklına,ruhuna ve pratiğine dönüşme halidir. Faşizm yüksek rıza mekanizmaları üreterek, imparatorluğunu kurar. Gönüllü kullarıyla kendini var eder. Kitlelerin negatif bilincinden beslenir, kitleleri çok boyutlu ürettiği negatif bilinçle şekillendirir. Faşizm enkazlaşmış ve kadavra haline getirilmiş kitlelerle yürüyüşünü sürdürür. Kitleler gönüllü kulluğu tercih etmeleriyle ve arzularıyla faşist gürüha dönüşür. Burada din, ırk, kültür tutkal işlevi görür. Mobilize ve ajite edeci faktörlerdir.
1 Kasım sonuçları bu mana da tesadüfi ya da sadece 5 aydan beri yaratılan bir atmosferin ürünü değil, kitle sosyolojisinin, Türkiye’de faşizmin tarihinin ve karakterinin somut bir göstergesi ve aktüel bir yansımasıdır. Ve içine girilen sürecin ne kadar zor ve yıkıcı olabileceğinin (modern bir “podyumda” yani parlementoda) dışavurumudur.
Halkın yeni afyonu parlamento
Böylesi bir konjonktürde, sol komünist bir anlayış riskini bünyesinde taşısa da, parlamentonun büyüsüyle, faşizmin büyüsü iç içe geçmeye başladı. Parlamento ve seçim sonuçları gerektiğinde 7 Haziran’da olduğu gibi fiilen askıya alındı. Ya da 1 Kasım’da olduğu gibi milli iradeyi temsil ettiği ilan edildi. Bütün burjuva fraksiyonların bu yönde benzer açıklamalar yapması şaşırtıcı değildir. Ayrıca parlamentonun toplumsal muhalefetin, en genelde toplumsal tepkilerin bütün diriliğini ve canlılığını alan, sistem dışı her türlü dinamiği absorbe ederek, boğan bir yapı olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Özellikle HDP’nin yeni süreçte bu yönü bilerek hareket etmesi ve asla sokaktan kopmaması gerekiyor. HDP’yi bekleyen tehlike bir anlamda parlamentoda ehlileşmesi ve konformizmin bataklığına sürüklenmesi olacaktır. TC’nin bu doğrultuda zeminler hazırlaması olasıdır. Ayrıca HDP’nin çok sınıflı ve sınıflararası bir koalisyonu simgeleyen bir örgüt olmasından kaynaklı nedenlerden, HDP içinde de benzer eğilimler güçlenebilir.
AKP’nin tek başına iktidar olması yeni bir savaş hükümetinin kurulması anlamı taşıyor. Yeni süreç faşizmin derinleşmesi ve yeniden yapılanması yönünde seyredecektir. Bu sürecin bir yansıması başkanlık sistemi tartışmalarıdır. AKP’nin Anayasal değişiklik için yeter sayıyı elde edememesine ragmen, fiili Fujimori tarzı bir başkanlık sistemine geçiş yüksek bir olasılıktır. Son 4 aylık süreç bunun nasıl gerçekleşebileceğini ortaya koydu.
Seçimlerle yaratılan yüksek “meşruiyet”, karşı devrimci adımları hızlandıracaktır. Radikal neo-liberal politikalar ve sosyal yıkım politikalarıyla emekçi yığınların atomize edilmesi kaçınılmazdır.
Artık burjuva siyasal rejim içinde CHP ve özellikle MHP tamamıyla bir siyasal aksesuara dönüştü. Hatta parlamentonun kendisi aksesuar haline geldi. HDP bu noktada sokakta soluk alıp vermeye başlarsa, kendini üretebilir. Bir politik aktör olabilir ya da kalabilir. Fujimori rejimin en önemli özelliği parlamentoyu feshetmesi, bütünüyle işlevsizleştirmesi ya da bir darbe rejimi olmasıdır. Benzer gelişmelerin yaşanması halinde HDP’yi, ( her ne kadar oyları ciddi oranda düşmesine karşın, 1 Kasım’da kendini konsolide etti) sokak kurtaracaktır.
Yeni ve kompleks nitelikteki moment
AKP’nin seçim başarısı burjuva düzenin nizamında her şeyi yoluna koymayacak. Sınıflar mücadelesinde kompleks karakter taşıyan yeni bir momente girdik.
Önümüzde çetin ve zor günler var. Savaş rejimi tüm toplumsal muhalefeti boğmak isteyecektir. Artık Batı coğrafyası savaş coğrafyasının parçası haline geliyor. Kürdistan’da savaşın derinleştirilmesi yüksek bir olasılıktır. İşçi sınıfı sistematik karşı devrimci hamlelerle atomize edilmeye çalışılacaktır.
Ama diğer taraftan rejim krizi ve bunun çıplak dışavurumu olan (parlamentoda üstünlüğüne rağmen) yönetememe krizi şiddetlenebilir. Ekonomide çoklu kırılganlık, her an yıkıcı bir ekonomik krizi tetikleyebilir. AKP’nin özellikle 2010 sonrasındaki ekonomik tercihleri, Körfez sermayesiyle ilişki düzeyi ve bağlantılı siyasi angajmanları, nepotist bir rejim inşa etmesi, kapitalist rasyonları zorlayan hamleleri, Ortadoğu politikalarının çökmesi ve NATO’nun güney kanadını riske sokacak agresyon ve İttifak politikaları büyük gelgitlere yol açabilir.
Öte yandan Kürt özgürlük hareketi, uzun soluklu ve inisiyatifini yayan mücadele tarzıyla, etkisini güçlendirdi. Kürt hareketi, Ortadoğu’nun en önemli aktörlerinden biri haline geldi. Rojava Devrimi ve PYD’nin başarıları bunun somut göstergesi oldu. Özellikle önümüzdeki dönem Suriye’deki gelişmeler TC açısından yaşamsal önem taşıyacaktır. Kobané direnişi nasıl sarsıcı etki yarattıysa Suriye, deyim yerindeyse, TC’nin Vietnam’ına dönüşebilir. İç ve dış politikanın iç içe geçtiği bu konjonktürde Suriye eksenli, TC’nin yaşayacakları alt üst edici sonuçlara neden olabilir. Kürt hareketinin Rojava’da devrimci inşa sürecini derinleştirmesi ve Suriye’nin kaderinin belirlenmesinde etkin rol alması sarsıcı gelişmeleri beraberinde getirebilir.
Taksim ayaklanması, Kobané direnişi, Kobané serhildanı, Metal direnişi ve fiili grev dalgası, HDP’nin 7 Haziran başarısı ve 1 Kasım’da oy kaybına rağmen bir aktör olduğunu göstermesi toplumsal muhalefetin önemli eşikleri oldu. Ayrıca Kürt özgürlük hareketiyle tarihsel ve stratejik ittifakın yakıcılığını gösterdi. Yapmamız gereken ortadadır.
Bütün bu birikim sokağın ve kavganın birikimidir. Ve bizim inatla, kararlılıkla, sebatla ve her şeye rağmen nerede olmamızı göstermektedir.
Sokakta olacağız. Ve stratejik bir alan olan fabrikalarda, işyerlerinde olacağız. Sokak tüm anti- kapitalist dinamik ve güçlerin şekilleneceği yerdir. Fabrikalar ise bu dinamiklerin sınıfın sosyal anaforunda birleşeceği ve kristalize olacağı yerdir. Şovenizm ve dinsel gericiliğin gerçek anlamda bertaraf edileceği alanlardır.
Bu tutum, aynı zamanda sınıf mücadelesi içinde kitlelerin dirilişini yaratacaktır. Özellikle şovenizmin yıkıcı etkisindeki Batı yakasında bir diriliş ve direniş hareketi ancak ve sadece sokakta ve kavganın ateşinde yaratabilir.
Kürt özgürlük hareketinin yarattığı enerjiyle, ortaya çıkacak bu enerjinin rezonansı ise başka bir Anadolu ve Mezopotamya demektir.
Evet sokaklar bizi çağırıyor. Bu çağrıyı manifestoya dönüştürmeliyiz.