“Kan dolu, vahşet yüklü bir seçim atmosferinde, adalet, barış ve kardeşlik arzusunun savunuculuğu tek başına HDP’nin üzerine kalmış, “Saray düzeni”nin her türden diz çöktürme ve ezme uygulamaları, HDP’yi “şeytanlaştırma”, “itibarsızlaştırma”, “fiziksel olarak tüketme” girişimlerine rağmen, “çevrilen dolap” tam başarıya ulaşamamıştır.”
Kırmızı pazartesi geldi
“Güzel havalar demokratlığı” biterken içine girilen güç dönem.
“Yeniden seçim” sonuçlandı.
Yüksek beklentiler gerçekleşmedi.
Bütün sonuçlar bir yana, hatta zemin yitireceği varsayılan AKP'nin umut edilenin tersine oy oranını yükseltmesinden bile önemli olan, asıl “kritik” durum: HDP'nin başarı grafiğini yukarı çekememesi idi.
Naifçe soralım: HDP, “tekrar seçimlerin” kaybedeni midir?
Kazan(a)madığı kesin.
Bu sonuç, ancak kelimenin tam anlamı ile bir “başarısızlık” da değildir.
Bir tür alaca karanlık kuşağında kalma durumudur söz konusu olan.
HDP, araf'ta kalmıştır.
Bu bir seçim yenilgisi değil.
Yenilgi sayılamaz, ama seçim sonuçları ile, siyaseten HDP'nin sakalı kesilmiştir. Sokullu'nun dediği gibi: kesilen sakal yeniden ve gür büyüyecektir.
Seçim sonuçları ardından oluşan “duygu” ise, olumsuzdur.
Bunun bir sebebi: başarı grafiğini sürekli, istikrarlı yükselten HDP'nin “herşeye rağmen”, yine de bir kaç puan oranında fazla oy kazanacağı şeklindeki yüksek beklenti idi.
Bu bir güzel umuttu.
Bir bir istekti, bir arzu edilendi. Gönülden geçirilendi. Bütün kalbi ile istenendi.
Ama bunun zemini yoktu.
Bu beklentiye başından itibaren net karşı durulmamış olması, belki de zaten bilinen, “gerçeği saklama”, “beklenen durumu” gizleme niyeti, gerekçesi ile değil, onun yerine “seçim havası”nı bozmama, “coşkuyu kırmama” niyetine bağlanabilir.
HDP'nin mevcut oylarını arttıramayacağı, sonucun umut edildiği ve gönüllerden geçtiği gibi değil de başka bir sonucun doğabileceği, “iyi hava”nın duraksayacağı hatta gerileyebileceği aslında bir “kırmızı pazartesi”lik durum idi.
Hani, Marquez'in aynı adlı eserinde anlatıldığı gibi, bütün köyün bildiği ve beklediği “olay”ın hasıl olması hali.
Sonuçta, kan dolu, vahşet yüklü bir seçim atmosferinde, adalet, barış ve kardeşlik arzusunun savunuculuğu tek başına HDP'nin üzerine kalmış, “Saray düzeni”nin her türden diz çöktürme ve ezme uygulamaları, HDP'yi “şeytanlaştırma”, “itibarsızlaştırma”, “fiziksel olarak tüketme” girişimlerine rağmen, “çevrilen dolap” tam başarıya ulaşamamıştır.
% 10 Barajı yine de aşılmıştır.
HDP'nin, binalarına, kadrolarına, taraftarlarına yönelik olan acımasız saldırılar ve bilhassa Ankara katliamı sonrasında, “insanlarımızın güvenliği” nedeni ile miting bile yapılamadan, seçmen ile doğrudan temasının sınırlandırıldığı, HDP'nin sesinin tamamen susturulmaya çalışıldığı, seçim kampanyasının “rölanti”de sürdürüldüğü, “olağanüstü koşullar” altında seçim faaliyeti yürütmek durumunda kalınmıştır.
AKP hükümeti ile task force hareket ve uygulama merkezi olarak Saray; kamuya seslenilebilecek olanakları tümüyle ablukası altına sokarak, yanı sıra devasa ideolojik aygıtları salvo ateşleyerek, kitleye konuşma kapasitemizi olağanüstü engellemiştir.
Ama tüm bunlardan da önemli olacak bir biçimde “Biz”ler siyaseten “savaş ve barış” sudan bölmesine sokularak, önemli ölçüde yalıtıldık.
7 Haziran seçimlerinden farklı olarak, iktidar bloğu yönünden, bu kez hedefine efektif olarak odaklanmış, daha derin bir iktidar konsantrasyonu ve iyi yönetilen, bir virtüel ve reel savaş oyunu yaşadık.
Ama, hedeflediklerini (tam) gerçekleştiremediler.
AKP “bandit”lerinin, 1 Kasım (yeniden) seçimlerine gitme sebebi ve hedefi olan “HDP'yi baraj altına” alma amacını gerçekleştirmesine, her şeye rağmen izin vermedik.
Avrupa seçim sonuçlarının da gösterdiği gibi, HDP, olağan koşullarda, her türlü siyasi çamur atma, şeytanlaştırma kampanyasına rağmen, oylarını arttırma gücündendir.
Bu “olağan” koşullardan çok uzakta bir seçim süreci yaşanan ülkemizde, “savaşın kara bulutları” altında HDP, adeta imkansız görülen şeyi başarmış, barajı bir kez daha geçmiş, oylarını önemli ölçüde konsolide etmiştir.
Seçim sonuçlarına bakıldığında net olarak görülebilir ki, AKP iktidarı, “koalisyon korkusu”nu işleyerek, “istikrar” oltası ile bilhassa CHP ve MHP başta olmak üzere diğer küçük sağ partilerin oylarını başarıyla “avlamış”tır.
AKP, bu seçim sürecinde savaş histerisi ve korkusu salarak, “sağ sektörü” yeniden arkasına dizmiş, yeniden harmanlayarak, bir kez daha konsolide etmiştir.
AKP ve saray salt bir seçim başarısı elde etmemiş, bu yolda “iktidar etme” için, önemli bir yapılanma ve örgütlenme kurgulamış, bu bağlamda ek bir politik savaş yeteneği oluşturmuştur.
Şimdi bunun sürekliliğini sağlamaya devam edeceklerdir.
Çıplak şiddet ve yükseltilen savaş, bu yağlanan, ek yetkinlikler kazanan iktidar aygıtının temel unsurları olmaya devam edecektir.
Bu hareket tarzına yol veren emperyalist odakların “rızası” zaten ceptedir.
Rusya müdahalesi ile Ortadoğu'nun değişen gerçeği, baş bela ABD emperyalizmi yönünden Saray iktidarına “süre kredisi” sunmuştur.
AB reisi Merkel'in, göçmen konulu diz çökme dansı ise, “Avrupa yakası”nın boğazı sıkan lastiği bir süreliğine gevşeteceğinin belirtisidir.
Osmanlıcı emperyalist olup, “öküz olmak isteyen kurbağa” misali yayılmacı ve bu dolayımda AKP'nin Ortadoğu'da uygulaya geldiği uluslararası tahakküm politikalarına taraftar olmak, ya da en hafifinden hayırhah durmak yolu ile paçayı kurtarma hevesine gark olmuş geleneksel “sağ sektör” tutkulusu halkımız, işaretleri barizleşen iktisadi ve finansal krizin kapıyı iki kez çalma anına kadar, AKP'nin arkasında duracağını göstermiştir.
Son söz olarak: bir yeni, ürkütücü alaca karanlık dönemine girilmektedir.
Bahçeli'nin bile teslim olmayacağını açıkladığı bir toslaşma dönemi başlamaktadır.
Toplumdaki yarılma, magma'dan yeni enerjilerin ortaya çıkmasına yol verir derinliktedir.
Oyun serleşecektir, hakem (hukuk) yoktur.