Mustafa Durmuş yazdı: 500 yıllık kapitalizmin insanlığı getirdiği son nokta: %1, % 99’dan daha fazla servete sahip…
Mustafa Durmuş – Diğer Yazıları
Credit Swiss adlı büyük bir finans kuruluşu her yıl düzenli olarak “Küresel Servet Raporu” hazırlıyor[1] . Ekim ayında yayımlanan bu yılki raporunda yer alan verilere göre, küresel servet eşitsizliği artarak sürüyor. Öyle ki en tepedeki % 1’lik nüfus içinde yer alan zenginler, kalan % 99’luk nüfusun sahip olduğundan daha fazla bir servete sahipler.
Oxfam adlı bir diğer uluslar arası kuruluştan Mark Goldring, bu verilerden hareketle, küresel servet eşitsizliğinin artık kontrol edilemez bir boyuta ulaştığının altını çiziyor[2].
Rapora göre küresel servetin tutarı 250 trilyon doları aştı. Böylece servet stoku küresel çapta yıllık olarak üretilen değerin (küresel hasıla) toplam tutarının 3,5 – 4 katına ulaşıyor. Bu durum, uluslar arası işçi sınıfının yarattığı değerden, ekonomilerin büyümesinden (örneğin son 30 yılda dünya ekonomisinin iki kattan fazla büyümesinden) asıl fayda sağlayanların, bu değeri üretenlerin değil, az sayıda servet ve sermaye sahibi olduğunu kanıtlıyor.
Raporun detaylarına bakıldığında; en alttaki % 50’lik nüfusun % 1’den az bir servete sahip olduğu, buna karşılık en üstteki % 10’un küresel servetin % 87,7’sine sahip olduğu ve toplam servetin geriye kalan % 12,3’ünün % 90’lık
Küresel Servet Piramidi
Küresel servet bir piramit biçiminde dağılıyor. Bu piramidin en tepesinde ortaya çıkan gelişme de son derece önemli. Buna göre 2014 yılında en zengin 85 kişi küresel yoksulların yarısının sahip olduğundan fazla bir servete sahipti. Şimdi bunların sayısı 80’e düştü. Yani en tepede de bir servet temerküzü söz konusu.
Piramidin tabanında yer alan 3,4 milyar insanın (nüfusun % 71’i) servetlerinin ortalama tutarı 10,000 doların altında. Bu büyük grup küresel servetin sadece % 3’üne sahip. Bunun bir üstündeki yoksul % 21’luk grup ise servetin sadece % 12,5’ine ve bir üstteki % 7,4’lük nüfus % 39,4’üne sahip. Piramidin en üstünde yer alan ve nüfusun binde 7’sini oluşturan 34 milyon insanın kişi başına ortalama serveti 1,000,000 doların üzerinde (s.26) ve bu grubun toplam servetteki payı % 45,2. Geçen yıl küresel servetin % 48’ine sahip olan dünyanın en zengin % 1’lik nüfusu ise bu yıl payını 2 puan daha artırarak % 50,4’e yükseltti.
Toplamda 33,717 dolar milyoneri yetişkin insan var. Bunun % 46’sı (59,000) ABD’li, % 38’i Avrupalı (% 7’si Britanyalı, % 5’i Fransız, % 5’i Alman), % 6’sı Japon ve % 4’ü Çinli (s.26).
29,8 milyon kişinin ortalama serveti 1-5 milyon dolar; 2,5 milyon kişinin serveti 5-10 milyon dolar; 1,34 milyon kişinin serveti 10-50 milyon dolar ve son olarak 128, 800 kişinin serveti 50 milyon doların üstünde.
Küresel finans aristokrasisini temsil eden bu son grup zengin, “ultra zenginler” olarak adlandırılıyor. Bu zenginler sadece bankaları ve şirketleri değil, aynı zamanda hükümetleri ve uluslar arası kuruluşları etkileyebiliyorlar.
Küresel servet coğrafi olarak simetrik dağılmıyor
Servetin küresel çapta coğrafi olarak dağılımı tahmin edilebileceği gibi simetrik değil. Zira bu servetin 93 trilyon doları (toplamın % 37’si) asıl olarak ABD olmak üzere Kuzey Amerika’da, 75 trilyon doları (% 30) Avrupa’da, 46 trilyon doları (% 18) Asya-Pasifik’te, 23 trilyon doları (% 9) Çin’de, 7 trilyon doları (% 3) Latin Amerika’da, 4 trilyon doları (% 2) Hindistan’da ve 2,6 trilyon doları (% 1) Afrika’da bulunuyor (s.5).
Geçen yıla göre bu yıl servetini artıran ülkeler sıralamasında başı yine ABD (4,6 trilyon dolar), Çin (1,8 tr dolar) ve Britanya (0,4 tr dolar) çekiyor (aslında sadece bu üç bölgenin serveti artmış). Serveti azalanların başında Japonya (3,5 tr dolar), Fransa, İtalya ve Almanya geliyor. Toplamda AB ülkeleri, Japonya ve Rusya’daki servet stoku azalması 12,7 tr dolar oldu (s.8).
Bu gelişmenin asıl nedeni ABD dolarının diğer paralar karşısında aşırı değerlenmesi ya da diğerlerinin değer kaybetmesiydi. ABD’deki servet artışı hızı tarihinde daha önce hiç görülmeyen bir hızda gerçekleşti. Bu da asıl olarak 2008 krizi sonrasında devletin finans kapitale sağladığı miktarsal kolaylaştırma, düşük faiz oranları gibi desteklerle oldu.
Çin’de 1,5 trilyon dolarlık bir servet artışı olsa da, Haziran 2015 sonundan itibaren Çin’deki borsa çöküşleri nedeniyle bu artış buharlaştı. Ancak bu gelişme rapora yansımadı, zira rapordaki veriler Haziran 2015 ile sınırlı.
Nüfusun servetten aldığı payın eşitsizliği açısından en eşitsiz bölüşüm sırasıyla Kuzey Amerika ve Avrupa’da; buna karşılık göreli olarak daha eşitlikçi bir dağılım sırasıyla; Afrika, Hindistan, L. Amerika, Çin Asya-Pasifik’te gerçekleşiyor.
Küresel servetin kaynaklandığı sektörler ya da iş türleri açısından servetin % 54’ü finansal sektörden, kalanı ise finans dışı sektörlerden geliyor (s.18).
Yani servetin asıl kaynağını borsa, tahvil gibi finansal kâğıtlar oluşturuyor. Halkın büyük çoğunluğu bu tür yatırımlardan mahrum olduğundan en tepedeki ile en alttakiler arasındaki fark giderek büyüyor.
Hane halklarının serveti sınırlı artmış, gerçekte büyük çapta azalmış
Hane halkları açısından bu son bir yıllık süre içinde sınırlı sayıda ülkede hanelerin servetlerinde artış görülüyor. Bunlar; Hong Kong, Çin, ABD ve S. Arabistan. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok ülkede hane halklarının reel servetlerinde ciddi azalmalar yaşandı. Örneğin Türkiye’de hane halkı servetinin bu yılki değer kaybı % 21 oldu (s.8). Bunun temel nedenlerinden biri kuşkusuz Türk lirasının dolar karşısında % 30’a varan değer kaybıydı.
Türkiye’nin küresel servet bölüşümü içindeki payı geriliyor
Türkiye, ortalama zenginlik sıralamasındaki dört basamak içinde ( sırasıyla en alttan yukarı doğru kişi başına düşen servet olarak; 5,000 dolar ve altı, 5,000-25,000 dolar; 25,000 – 100,000 dolar ve 100,000 dolar ve üstü) en alttan ikinci sırada yer alıyor (s.10).
Son 15 yıllık dönemde (2000 – 2015) 20 ülke ortanca reel servet artışı sıralamasında; en üstte % 5,3 ile Çin, sonrasında % 4,8 ile Norveç gelirken, Türkiye % -1,1’lik bir reel düşüş ile 17.sırada yer alabiliyor. Oysa hemen üstünde yer alan ilk 15 ülke servetlerini reel olarak artırdı. Özellikle de 2005-2010 arasında Türkiye’deki, ortanca reel servet azalması % -5,2 gibi rekor düzeyde gerçekleşti (s.17).
Bu veriler Türkiye’deki yönetenlerin kendi söylemlerini yalanlar nitelikteki veriler. Yani Türkiye servet/sermaye zenginliği büyümesi açısından da diğer ülkelerin çok gerisinde kaldığı gibi, ileri sürüldüğü gibi son dönemlerde merdivenin üst basamaklarını hızla tırmanmıyor, aşağılara doğru itiliyor.
Buna karşılık Türkiye kendi içinde, gelir bölüşümü adaletsizliğine ilave olarak, adaletsiz bir servet bölüşümü gerçekleştiriyor. 2015 yılı itibariyle Türkiye’de 74,000 dolar milyoneri var. Bunun 2020 yılında 111,000’e çıkması bekleniyor (s.43).
Ancak Türkiye’de, raporda sıralanan 20 ülke içinde, göreli olarak dolar milyarderi sayısı daha az olan bir ülke. 50 milyon dolarlık serveti olan bireyler sıralamasında en sonuncu sırada yer alıyor (s.27).
Orta sınıfların durumu
Raporda orta sınıfın zenginliği 22,000 dolar olarak hesaplanıyor. Buna göre K. Amerika’da orta sınıfların servet zenginliği içindeki payı % 39, Avrupa’da % 33, Asya Pasifik’te % 15, Çin’de % 11. Dünya ortalaması % 14 ve Latin Amerika ortalaması % 11. Türkiye’de 22,000 dolarlık serveti olan orta sınıfın servet içindeki payı ise sadece % 9,9. Bu nedenle de ülkeler sıralamasında Türkiye 46 ülke içinde en altlarda 38. sırada yer bulabiliyor (s.32).
Keza rapora göre, 2000 yılında Türkiye’de 6 milyon orta sınıfa mensup insan varken, 2015 yılında bu sayı 5,7’ye ( % – 5,3 ) düşmüş. Bu gelişmede kuşkusuz TL’nin dolar karşısındaki değer kaybının büyüklüğü ve yaşanmakta olan ekonomik durgunluk ya da büyüme hızının düşüşü ve bölüşüm eşitsizliği yatıyor.
Eşitsiz küresel servet bölüşümünün küresel etkileri oluyor
Servetin giderek daha az sayıda elde toplanmasının hem tikel olarak ülkelerin kendilerinde toplumsal istikrarı daha da bozucu etkilerinin doğmasından, hem de tümel olarak, bu eşitsizliğin küresel çapta güvenliği tehdit eden boyutlara erişmesinden kaygı duyuluyor. Zira bu durum yoksulluğun azaltılması çabalarını etkisiz kılarken, geniş halk kitlelerinin politik sisteme dâhil edilmesini zorlaştırıyor, ötekileştirerek ayrıştırmayı hızlandırıyor ve toplumdaki diğer eşitsizlikleri de kalıcı hale getiriyor.
Diğer taraftan bu çaptaki küresel servet dağılımı eşitsizliği emperyalist – kapitalist sistemdeki güçler arasındaki derin farklılıkların da bir yansıması. Öyle ki çok uluslu şirketler ve büyük zenginler servetlerini düşük ya da sıfır vergili vergi cennetlerine kaydırıyorlar ve böylece emekçilerle kıyaslanamayacak ölçüde vergi yüklerinden kurtulabiliyorlar.
Bu büyük sermaye ve servet sahipleri, politik sürece, burjuva partilerine ve politik aktör ve bürokratlara her yıl devasa açıktan ya da örtülü yollarla para aktarmak suretiyle müdahale ederek, sistemin kendileri lehinde işlemesini de garantiye alıyorlar. Bu da burjuva demokrasilerinin halka dönük kısıtlı sayıdaki imkânının daha da daralmasına, eşit temsil ya da vatandaşlık hakları gibi temel hakların etkisiz hale gelmesine neden oluyor.
Küresel sermaye güçleri egemen ideolojiyi de belirliyor. Böylece yoksulların ya da sıradan insanların da, damlayarak da olsa, hızlı ekonomik büyümeden fayda sağlayabilecekleri yönündeki ya da kemer sıkma politikalarının uzun vadede onların menfaatine olduğu yönündeki piyasacı aldatmacalara inanmalarını sağlıyorlar.
Diğer yandan, Oxfam’dan Claire Godfrey’in söylediği gibi, rapor burjuva iktisatçıların savunduğu “Damlama Teorisinin /Trickle Down Economics” işe yaramadığını, tam tersine sistemin en tepedeki zenginler için mükemmel çalıştığını ortaya koyuyor (bu nedenle de artık bu teorinin adı “trickle up economics “ olarak değiştirilmelidir)[1].
Ayrıca nasıl ki ülke içindeki toplumsal eşitsizliklerin iç politika üzerinde ciddi etkileri oluyorsa küresel servet bölüşümündeki eşitsizliklerin de küresel siyaset üzerinde büyük etkileri oluyor. ABD, Japonya, Almanya gibi emperyalist devletler ile Rusya, Çin ve İran gibi doğal kaynaklarına ve insan kaynaklarına göz dikilmiş olan diğer kapitalist / emperyalist devletlerarasındaki gerilim artıyor. Bu noktada ABD emperyalizmi hem küresel çaptaki askeri üstünlüğünü hem de güçlü dolarını, rakipleri karşısındaki ekonomik gerilemesini dengelemek için kullanmaya çalışıyor.
Servet eşitsizliğinde devletlerin payı büyük
Credit Swiss’in raporu kaçınılmaz olarak dikkatlerin devlet politikalarına yönelmesine de yol açıyor. Öyle ki Pew Research Center’in yaptığı kamuoyu yoklamalarından da görüldüğü gibi[2], insanlar en büyük sorunlar sıralamasında yolsuzlukları hemen her yerde üst sıralara koyuyorlar.
Bu da anlaşılır bir şey, zira pek çok başka araştırma servet zenginliğinin önemli bir kaynağının devlet olduğunu gösteriyor. Büyük alt yapı inşaatı ihaleleri, enerji projeleri, sağlanan lisans ya da ruhsatlar ve ranta dayalı üst yapı inşaatları özellikle de iktidar yanlısı sermaye çevrelerinin zenginliğinin temelini oluşturuyor.
Bu bağlamda yönetenlerin, “büyük projeleri her ne pahasına olursa olsun devam ettirme” ve böylece “ekonomideki yükselişi sürdürme” yönündeki iddialarının, çabalarının ve kararlılıklarının ve bunları gerçekleştirebilmek için her tür anti demokratik girişimi göze alabilmelerinin nedeni daha iyi anlaşılıyor. Yolsuzluk ve rüşvetin bir madalyonun ayrılmaz iki yüzünü oluşturması siyasal iktidara yapışıp kılmayı gerekli kılıyor.
[1] Deirdre Fulton, 'Out of Control' Inequality: Global One Percent Owns Half of World's Wealth, http://www.commondreams.org, October 14, 2015.
[2] Jacob Poushter, Deep Divisions in Turkey as Election Nears, http://www.pewglobal.org, October 15, 2015.