“Savaşa girdik mi” başlıklı iki ayrı yazıda Erdoğan kliği tarafından iki cepheli topyekün bir savaşın içine itildiğimizi ileri sürmüş; ve savaşın iki cephesinde Türk Devleti’nin savaş açtığı güçlerin – IŞİD ve KÖH – niteliklerine, askeri özelliklerine ve siyasal içeriklerine dair bilgi ve gözlemlerimi paylaşmıştım.
Ancak son bir siyasal ortamda çok köklü bazı değişiklikler oldu.
Söz konusu gelişmeler dikkate alınmaksızın belirlenecek siyasi hamlelerin, başlatılacak girişimlerin sürece müdahale yeteneği olmayacağı gibi, başarı kazanmasının imkanı da kalmadı, bence.
Şimdi bu değişkenlere bir göz atalım.
En bilinen, en göz önünde olanından başlamak işimizi kolaylayabilir.
Erdoğan’ın sivil darbe deklerasyonu
Önceki yazılarımda daha geniş bir biçimde değindiğim için kısa tutmaya çalışacağım. Erdoğan merkezli yeni iktidar bloku, askeri vesayetle girdiği mücadeleyi kazanır kazanmaz, topluma vaatettiği gibi bir reformlar süreci yerine, geleneksel askeri vesayet rejiminin bütün güç noktalarını ele geçirmek ve buralara yığınak yapmakla uğraştı.
Çözüm sürecinin egemen klik için, savaşta cephe azaltmaktan öte bir fayda içermediğini; kendisi için asli tehdit unsuru olan askeriyenin elini güçlendirecek savaş ve çatışma ortamlarını durdumak ve zaman kazanmakla ilgili bir taktik hamleden öte bir anlam ifade etmediğini söyleyenler de haklı çıktı.
Bu gün gelinen noktada MHP ile AKP’nin birbirine benzemesi tesadüfi değil.
Milli Görüş çizgisi fabrika ayarlarına döndüğü andan itibaren MHP ile arasındaki fark nüanslara dairdir.
Türk – İslam sentezi.
Birinin vurgusu islama diğerininki Türk’e…
Siz, Türk’ü veya milli kodunu, devlet diye anlayın. Yapıyı daha açıklayıcı bir yerden okumuş oluruz.
En son adım olarak ergenekonla da yeniden ittifak eden Erdoğan, evvelsi gün kendisinin baktığı yerden problemi çok veciz biçimde ortaya koydu.
Erdoğan ve onun imgesinde somutlanan yeni iktidar bloğu, fiili iktidarını anayasa olarak da yazmayı ve kitlelere tescil ettirmeyi hedefliyor.
2010 dan bu güne süreci izleyen herkesin okuyabileceği bu tablo, artık esas oğlanın ağzından da ilan edilmiş oldu.
Böylece IŞİD gösterip, Türkiye, Irak ve Suriye’deki Kürtlere vurmasının arkasındaki planı da itiraf etmiş oldu.
Böylece Kürtlere sınırlı gibi görünen, “terörle mücadele” olarak lanse edilen savaşın aslında kendi anayasası için yürürlüğe sokulduğunu Bilal bile anlamış oldu.
(Öte yandan, bütün Dünya’nın açık, örtük, lisanı münasiple, IŞİD’e odaklan, şimdi IŞİD’in tek yerel panzehiri PKK/YPG’ye vurmanın zamanı değil, demesine rağmen -üstelik içerideki müzakere masasını devirerek – bunu yapabiliyorsa nesnel olarak IŞİD’le çalıştığına yeni bir kanıt daha eklemiş demektir. Havuz medyasının PYD’nin IŞİD den daha tehlikeli olduğuna ilişkin kampanyası da zaten bu zihniyetin iyi bir itirafıydı.)
Kürt halkının sabrı
31 yıllık mücadele sonucunda hiç bir Kürd’ün doğal ve kollektif haklarıyla oyun oynanmasına, bu hakların kendi dışlarında bir güç tarafından gaspedilmeye devam edilmesine en ufak tahammüllerinin kalmadığını bilmek için kahin olmak gerekmiyor. Kürdistan’da bir hafta geçirmek bile yeter, bunu anlamak için.
Türkiye’de yaşayan Kürtlerin tamına yakın bir kesiminin tarihte ilk kez sol bir partide, HDP’de konsolide olduğunu; “yeni yaşam” programını benimsediğini de seçim sonuçlarından biliyoruz.
Son parlemento seçimlerine kadar geçen çatışmasız süreçte Batı’daki HDP sempatizanları, destekçileri veya izleyicileri bakımından görece sakin ortamın, Doğu’da çok meşakkatli, diken üstünde, gergin ve sabır isteyen bir iklim olduğunu bilmem hatırlatmam gerekir mi?
Üstelik Kürt halkı bu süreçte barış sınavından olağanüstü bir zerafetle ve sabırla geçmeyi de başardı.
Karşılığında ise aldığı yanıt aşağılama, hakaret, inkar ve savaş oldu.
Yeni anayasa müzakeresi
Erdoğan kliği ve güvenlik bürokrasisi bu güne kadar KÖH’e karşı sürdürdüğü savaş çizgisini çıtayı iyice yükselterek yinelemeye sıvandığında, alacakları yanıtın bu kadar siyasi ve ezber bozucu olacağını beklememiş olsalar gerek.
Herkes, dağ gerillasının geleneksel misillemesini, yeni savaş yetenekleriyle zenginleştirilmiş bir içerikte beklerken, bu savaşı KÖH, taraftar kitlesinin % 90 ları bulduğu 9 merkezde öz yönetim/özerklik ilan ederek karşıladı.
Yani askeri olarak Devlet tarihinin en büyük çaplı askeri saldırısına Kürtler, siyasi açıdan en geniş, sivil ve radikal bir hamleyle yanıt vermiş oldu.
Özyönetimi ilan edenlerin, PKK gerillaları değil, doğrudan söz konusu yerleşim birimlerinin seçilmiş meclisleri olduğunu da akıldan çıkartmamakta fayda var.
Bu, bence fiili bir anayasa müzakeresinin ta kendisi.
Çoktan çürümüş olan bu teşkilatı esasi zaten radikal demokratik reformlara muhtaçtı.
Bütün dikişleri atmış ve ortak çimentosunu yitirmiş olan toplum ise, yeniden bir toplumsal sözleşme yapmak zorundaydı.
Yeni iktidar blokunun lideri, “biz kendimize göre bu devlete ve topluma vereceğimiz biçimi fiilen hazırladık; şimdi bunu kağıda geçirme zamanı” dediği andan itibaren; üç yıldır hapisteki lideri aracılığıyla yeni bir Türkiye müzakeresi yürüten Kürt hareketi de “o zaman kağıda bunları da yaz” diyerek karşıladı bu hamleyi.
İktidar bloku ise, Varto, Silvan türü kıyamlarla yanıt vereceğini ilan etmiş bulunuyor.
Buna karşı, şu ana kadar misilleme yaptığını söyleyen HPG, “öz yönetimleri askeri olarak ezmeye kalkarsanız, korumaya bizzat geliriz” diyerek, göz dağı veriyor.
Sonuç
Sonuç olarak geldiğimiz nokta, içinde bulunduğumuz çok bilinmeyenli denklem, geleneksel ezberlerimizi çok aşan yeni bir durum.
Ne tek taraflı ne çift taraflı ateş kes çağrıları bu süreci durdurmaya yetecek gibi görünmüyor.
Şimdi gerçekçi ve yaratıcı olma zamanı.
Ne Kemalizm, ne İslamcılık ne de her hangi bir milliyetçilik bizi bir arada tutabilir artık.
Ya bu sınırlar içinde barış içinde birlikte yaşamanın zeminini sunan insan merkezli, çoğulcu, bütün kimliklerin kendisini devletin korumasında ve güvencesinde hissedeceği, yeni bir toplumsal sözleşmeyi müzakere edeceğiz ya da karanlık bir geleceğe hep beraber sürükleneceğiz.
Bildik barış bloklarıyla, çaresiz, romantik feryatlarla bu sürece müdahale etmenin imkanı yok.
Biri devleti ele geçirmiş, kendi ana yasasasını tescil ettirmeye hazırlanan bir güç.
Diğeri 35 yıldır İran, Suriye, Irak ve Türk devletleriyle mücadelede pişmiş 200 ülkede temsilciliği bulunan, IŞİD’i hezimete uğratabilen alternatif bir anayasa talep eden, uluslararası bir güç.
Biri islamcı, diğeri seküler.
Biri Rojava anayasasını yazıyor, diğeri 12 Eylül anayasasını restore etmeye çalışıyor.
Biri savaşı askeri olarak başlattı, diğeri resti gördü, çıtayı siyasi olarak yükseltti. Böyle devam ederse askeri olarak da yükselteceğini söylüyor.
Ve savaşın konusu, bu ülkenin gelecekte nasıl bir yer olacağı.
Başka bir ifadeyle, bu ülkenin geleceğine ilişkin müzakere çok sert bir biçimde askeri araçlarla sürüyor.
Daha önce de bir kaç kez yazdım, Dolmabahçe mutabakat metni klasik Kürt hakları metni bile değildi, bence.
Öcalan, masaya bu ülkenin geleceğine ilişkin anayasa merkezli bir gündemi koymuş ve hükümet de bunu müzakere etmeyi kabul etmişti.
Sonra olup bitenler herkesin malumu.
Bu müzakerenin yeniden siyasi ve sivil araçlarla devam etmesi, tribündeki herkesin sahaya inmesini, somut, sivil, gezi zekalı bir kamu oyu baskısının ortaya çıkmasını gerektiriyor.
Çünkü sürecin karakteri, yeni iktidar bloğunun hamleleri, bir seçime izin verecekleri konusunu bile şüpheli hale getirdi şimdiden.
Kolay değil hepimizin gelecek yüz yılı müzakere ediliyor; ister beğenin ister beğenmeyin, ister katılın ister katılmayın.
A. Haluk Ünal / 19 ağustos 2015