Murat BJEDUĞ yazdı – “Sonra aniden silahlar patladı ve kıyamet koptu. Hüseyin’ in ölüsünü çıkardılar, Mahir de yaralı yakalandı. Küçük kıza bir şey olmamıştı. Tek tek saydım; oğlumun vücudunda tam 83 (seksen üç ) kurşun deliği vardı. Hüseyin 83 kurşun deliği ile defnedildi köyde.”
Hüseyin Cevahir 1 Haziran 1971 tarihinde öldürüldü….
Murat Bejduğ, Hüseyin Cevahir’in babası Düzgün Cevahir ile 1985 yılında Tunceli’de
görüştü. Bu görüşmede Düzgün Cevahir’in söylediklerini ajandasına not aldı. O yıllarda
bu notları yayımlama olanağını bulamadı. Bejduğ’un Hüseyin Cevahir’in babasıyla yaptığı görüşmenin notları ilk kez 1 Haziran 2015 tarihinde T24’de yayımlandı. Hüseyin Cevahir’in öldürülüşünün 50. Yılında, Murat Bjeduğ’un izniyle T24’de yayımlanan röportajı
olduğu gibi tekrar yayımlıyoruz
SiyasiHaber
Hüseyin Cevahir, 1971 yılının 1 Haziran’ında katledildi. 26 yaşındaydı. Ben 11 yaşında idim; o gün, her zamanki gibi, öğle ezanı okunduğunda günlük gazete ile eve gelen babam, bir sevinç ve zafer duygusuyla anneme şu cümleyi söyledi: ”Pusudaki keskin nişancı, evin penceresinde tül perdenin kıpırdamasıyla beraber tetiği çekince, rakkada vurmuş içerdeki tedhişçiyi.”
Üç gün süren gazete haberleri, insanları iki cani ve bir küçük rehine kız, diye öylesine işlemişlerdi ki, yüzbinlerce insan gibi babamı da etkilemişti anti-propaganda. Operasyonun nasıl sonuçlanacağını, yapanlar zaten biliyordu. “Oh oldu, iyi oldu, hak ettiler…” dedirtmek için toplum psikolojik yönlendirmeye tabi tutuluyordu. Zaten öyle de oldu.
İki gündür ülkenin belki de her evinde, Mahir, Hüseyin ve Sibel Erkan gazetelerde, radyo ve o yıllarda sadece birkaç şehirde yayın yapan tek kanallı siyah beyaz TV ekranlarında bir numaralı gündem konusu idi. Hatta o boyuttaydı ki, 31 Mayıs’ta Nurhak Dağlarında, Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga isimli THKO gerillalarının pusuya düşürülüp delik deşik edilerek öldürülmeleri, Mustafa Yalçıner’in yaralı vaziyette yakalanması bile pek dikkat çekmemişti.
Nurhak ve bir yıl sonra Deniz’lerin idamı ile THKO’nun; Maltepe operasyonunda Hüseyin Cevahir’ in öldürülmesi, Mahir’in ağır yaralı yakalanması, daha sonra Ulaş Bardakçı’nın öldürülüp Ziya Yılmaz’ın yaralı yakalanması, ardından da Kızıldere katliamı ile de THKP-C’nin, CIA, MİT, Kontr-Gerilla tarafından uygulanan plan ile kanlı bir yenilgiye uğratıldığı sanılmıştı. Oysa bugünden bakınca bu kanlı ve unutulması imkânsız kanlı operasyonların sonucunda, uzun erimde tarihsel zafer, THKO ve THKP-C’nin olmuştur. Amaç kıvılcımı tutuşturmaktı; kıvılcım, bir daha sönmemek üzere tutuştu. Amaca ulaşılmıştı. Çok ağır bedel ödenmiş olsa da…
Bu yazıda, o ulaşılan amaç için canını armağan eden unutulmaz Hüseyin Cevahir hakkında 30 yıldır bende saklı kalan, hiç bilinmeyen ve hiç yazılmamış detayları paylaşacağım. Ama önce bilinmesi gereken birkaç hususiyeti daha var Hüseyin Cevahir’ in. Beliğ derecesinde belagati ile henüz THKP-C kurulmamışken, Kırmızı Aydınlık zamanlarında sosyalizmi anlatışı, etkileyici ve ikna edici üslubu, birikimi, sokaklarda, yoksulların mahallelerinde dergi satmaktan Küba Devrimi üzerine makale yazmaya, edebiyatla ilgili yazılarından Karadeniz’e, Ege’ye örgütlenme çalışmaları için işçilerin, üreticilerin, emekçilerin bulunduğu mahallere yetişmesine kadar geniş yelpazeli bir praxisin yaratıcı öznesidir Hüseyin. Sevecenliği, nezaketi, saygılı bir insan olması, saygın kişiliği ile de arkadaşları arasında çok sevilmiştir. Dünyada devrimci romantizmin en üst düzeydeki müstesna bir örneği olan THKP-C’nin teorik ve düşünsel harcının oluşmasında Mahir’in görüşlerini alma gereği duyduğu yetkinlikte bir işlek zekâya da sahip olan Hüseyin, THKP-C nin tüm eylemlerinde en önde yer aldığı gibi, Kürt sorunu konusunda da dönemin koşullarına göre anılmaya değer çalışmalar yapmış, Kürt devrimcilerin THKP-C’ye dikkatlerinin çekilmesi ve katılımlarının sağlanmasında çok önemli rol oynamıştır.
Sinan Kazım Özüdoğru gibi bir değeri keşfederek DEV-GENÇ Genel Sekreterliği’ne öneren de Mahir’le birlikte Hüseyin Cevahir olmuştur.
Şimdi 44 yıl öncesine dönelim:
İstanbul Maltepe’de, takip altında oldukları için mecburiyetten ve tesadüfen girdikleri evde Sibel Erkan’ı rehine olarak tutan Hüseyin Cevahir ve Mahir Çayan’ın, Nurhak katliamını radyodan öğrendiklerini ve müthiş bir üzüntü duyduklarını, çok sonraları öğrenmiştik. Sinan’lar Nurhak Dağlarında kurşun sağanağı altında iken Mahir’in annesi ve Hüseyin’in amcası Maltepe’deki eylem mahalline getiriliyor; evin içindeki bu iki devrimciyi ikna edip teslim olmaları için telkinde bulunduruluyorlardı.
Mahir de, Hüseyin de reddettiler teslim olmayı. Eylem bir operasyonla bitirildi; Hüseyin ölü, Mahir yaralı, rehine Sibel Erkan ise sağ salimdi. Kısa bir süre sonra da kendini unutturdu Sibel ve bugüne kadar da ortaya çıkmadı, konuşmadı. Ama operasyon bittiğinde, sıcağı sıcağına basına verdiği demeçteki şu sözü, benim de dikkatimden kaçmamıştı:
“Mahir ve Hüseyin abiler bana hiç fenalık yapmadılar.”
Evin en güvenli kısmına tahkimat yaparak, operasyon başladığında Sibel’i o kısma alan Mahir ve Hüseyin, kendilerinin zaten öldürüleceklerini biliyorlardı. Ama endişeleri şuydu; bunlar Sibel’i de vurup suçu bizim üzerimize atarlar, bu iftiranın ardından da aleyhte propaganda yürütürler.
Haklı çıktılar; kaygı ve önlem almakla da çok doğru yaptıkları anlaşıldı. Çünkü evin dışarıdan yaylım ateşine tutulması, pencerelerden içeri girildiğinde de hedef gözetmeden taramaya devam edilmesi sonucunda, sıkılan yüzlerce merminin tahribatıyla evin duvarlarının boyası dahi dökülüp çimento görüntüsünün ortaya çıkmasına rağmen Mahir ve Hüseyin’in aldıkları önlem sayesinde Sibel o kurşunlardan kurtulmuştu.
Hedef gözetilmemiştir, ama Mahir sanılan Hüseyin’in cansız bedeni bir kez daha namluların hedefi olmuştur. Can Dündar’ın geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazı dizisinde zikredildiği gibi; Hüseyin’e isabet eden mermi sayısı 23 ya da 25 değildir. Aşağıda doğrusunu okuyacaksınız.
Hüseyin Cevahir’in babası anlatıyor
Otuz yıl önce çok güzel bir yaz akşamında Tunceli’de tanıştırıldığım ve saatlerce sohbet ettiğimiz, Hüseyin’in babası Düzgün Cevahir ve yanındaki yakın akrabası, her soruma ayrıntıları atlamadan cevap vermişlerdi. Beyefendiliği ve nezaketi ile Düzgün Cevahir beni çok etkilemişti. Hüseyin, belli ki babasından yüklüce bir erdem mirası almıştı. Artık söz, rahmetli Düzgün Cevahir’de:
”Hüseyin çok okuyan, okul hayatında da çok başarılı terbiyeli, sessiz, sakin bir çocuktu. Çok yardımsever ve merhametliydi. İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazanıp okumaya başladı. Ama üçüncü sınıfa geçtiği yılın yaz tatilinde köye geldiğinde çok zayıflamıştı. Gelenekler yüzünden Hüseyin ile biraz mesafeli idik. Soramadım ama bu kadar zayıflamış olmasına da canım sıkılmıştı. Ben sormadım da dayısına, Hüseyin’le bir konuş, hem keyifsiz gözüküyor, hem de niye bu kadar zayıflamış, dedim.
Munzur kenarında mangal yapmak Tuncelililerin sevdiği bir alışkanlıktır. Dayısı mangal yapmış, böbrek, yürek pişirmiş, aslında eskiden sevdiği halde hiç yiyememiş. Dayısı, ‘Hüseyin neyin var, niye yemiyorsun, bak çok zayıfsın, ye ki güçlen, toparlan’ demiş. Hüseyin de, ‘Dayı ben artık bu tıp fakültesini bırakacam, yapamıyorum, kadavra dersinden sonra yemek de yiyemez oldum. Sınavlara girip okul değiştireceğim’ demiş.
O yıl sınava girip Mülkiye’yi kazandı. Tunceli’ye geldiğinde bunu söyleyince biraz üzüldüm, ‘Oğlum doktor olacakken niye kaymakam olmayı istedin ki’ deyip sitem de ettim. Hüseyin başını eğip cevap vermedi. Yapacak bir şey yoktu. Hüseyin okullar açılınca Ankara’ya gitti. Ben de işte kendi çapımda müteahhitlik yapıyordum. Para da kazanıyordum. Bir iş için Ankara’ya gittiğimde Mülkiye’ye gidip Hüseyin’i de bir göreyim dedim, anası da merak ediyordu. Okula gittim, Hüseyin yanında çok yakışıklı, çok efendi bir arkadaşı ile geldi. O yakışıklı çocuk elimi öptü, ‘Adı Mahir’ dedi Hüseyin. Mahir, ‘Amca gel okulumuzu gezdirelim’ deyince binadan içeri girdik.
Ben o sıra ‘Oğlum, olaylar oluyor, aman dikkat edin, uzak durun, derslerinize bakın’ diye nasihat ediyordum. Meğer zaten ikisi de başı çekiyormuş. Koridorlarda bir de baktım ki, Hüseyin’in fotoğrafları asılı. ‘Bu ne’ deyince, Mahir ‘Amca, Hüseyin öğrenci derneği seçimlerinde başkan adayımız’ diye gururla söyledi. Okulu gezdirdikten sonra Mahir, ‘Amca gel yemeğimizi de yemekhanemizde yiyelim’ deyince ‘Oğlum ben tabldot talebe yemeği yerine haydi sizi güzel bir yerde yemeğe götüreyim’ deyince Mahir çok bozuldu; ‘Amca arkadaşlarımız yapıyor yemekleri, biz hep burada yiyoruz’ diye sitem etti. Meğer okulu işgal etmişler, yemekleri de kız arkadaşları yapıyormuş.”
‘Saydım, oğlumun vücudunda 83 kurşun deliği vardı’
Sordum; peki Maltepe operasyonunda nerdeydiniz, haberi nasıl aldınız ?
”Olaydan birkaç hafta evvel, hemşehrilerimiz beni Almanya’ya davet etmişlerdi. Yedirip içirip gezdiriyorlardı. Güzel vakit geçiriyordum. O yıllarda Köln Radyosu’nun haftada yarım saat Kürtçe yayını olurmuş. İşte o programı dinleyen hemşehrilerimiz, radyodan duymuş, Hüseyin’le Mahir bir evde küçük bir kızı rehin almışlar, operasyon olabilir, diye. Hemen bir uçakla beni İstanbul’a yolladılar. İner inmez oraya gittim. Kalabalıktı, asker, polis insan doluydu. Sonra aniden silahlar patladı ve kıyamet koptu. Hüseyin’ in ölüsünü çıkardılar, Mahir de yaralı yakalandı. Küçük kıza bir şey olmamıştı. Tek tek saydım; oğlumun vücudunda tam 83 (seksen üç ) kurşun deliği vardı. Hüseyin 83 kurşun deliği ile defnedildi köyde.”
Düzgün Cevahir ve yakını, bir müddet sonra izin isteyip kalktılar Mazgirt’ e gitmek üzere. El sıkıştık. Yanaklarımdan öptü beni Düzgün amca. Kırlaşmış saçları arkaya taralı idi. Yavruağzı renginde bir takım elbise, beyaz gömlek ve uyumlu bir kravat vardı üzerinde, siyah renk ayakkabı giymişti… İlk ve son görüşüm oldu Düzgün amcayı. Onu çok sevdim. Sadece Hüseyin’in babası olduğu için değil. Adam gibi adamdı çünkü.
Sohbetin sonlarına doğru içindeki koru çok daha derinden hissettim, çünkü o kor benim de yüreğimi yakmaya devam ediyor hâlâ.
Masada birlikte oturduğumuz ve beni refere eden, bu sayede de Düzgün amcanın rahatça ve güven duyarak konuşmasını sağlayan dostum, aşırı duygusallaşıp gözyaşlarını saklamaya çalışırken, Düzgün Cevahir’ in operasyondan sonra Elazığ’a götürülüp, aylarca dayak ve işkence ile sorgulandığını söyledi.
İntihar girişimi öncesi Mahir’in son notu
Maltepe operasyonunun ev içindeki son dakikalarında Mahir; Hüseyin vurulunca, yerde yüzükoyun yatar vaziyette elindeki silahın namlusunu kalbinin hizasına getirir. Tetiği çekmeden önce bir kağıda şunları yazar ve silahını ateşler:
İHTİLALE GİDEN YOL BURADA DÜŞEN GERİLLANIN KANIYLA KIZILLAŞARAK AYDINLANACAKTIR.
Mahir solaktır. Namlu kalbin bir-iki santim aşağısına kayar ve kurşun akciğerine saplanır. Kızıldere katliamına ve Mahir’in katline daha 11 ay vardır…