GÜLFER AKKAYA yazdı: “Vakit iyice daralıyorken AKP inadından vazgeçip haklı olan iki insanın ölümüne değil yaşamasına çaba harcamalı, acilen işlerini geri verip, özgürlüklerine ve sağlıklarına kavuşmalarını sağlamalıdır. Çünkü ölüyorlar ve o ölümlerin bir faili olacak.”
GÜLFER AKKAYA
1970’li yıllara gelindiğinde Fransa’da kürtaj hala yasaktır. Her yıl 1 milyon kadın ilkel şekilde, sağlıksız ve yaşam tehlikesinin olduğu koşullarda kürtaj olur. Bu durum her yıl binlerce kadının yaşamını elinden alır. Oysa kürtaj olmak basit bir operasyondur. Onu zorlaştıran, kadınları utanç, suçluluk içinde yaşamaya iten ve ölmesine neden olan devlet ve iktidarlardır.
Bu duruma karşı tam 343 kadın kürtaj yasağına karşı “Ben kürtaj oldum” manifestosunu imzalar. Bu manifesto 5 Nisan 1971 yılında Le Nouvel Observateur'un 334. sayısında yayınlanır.
343 kadın ‘kürtaj yasal olmalıdır’ şiarıyla yasaları ve kiliseyi karşısına alma cesareti gösterir. Zaten kilise de bu kadınları aforoz eder.
Başlık “343 Kaltağın Manifestosu” şeklindedir. 343 kaltak, Fransa yasalarına ve erkek egemenliğine karşı manifesto yazmak ve bunu yayınlamakla kalmamışlardır. Sokaklara çıkıp kürtaj hakkı için yürümüş, eylemler yapmışlardır.
Yer Fransa, konu kadınlar olunca tahmin edeceğiniz gibi dünya feminist hareketinin filozofu, düşünürü, yazarı Simon de Beauvoir da ön saflarda yerini alır.
Sadece o mu? 343 kaltağın arasında Fransa’da tanınan, önde gelen sanatçı, gazeteci, eylemci, feminist kadınlar da olacaktır.
Ünlü aktrist Catherine Deneuve de imzacılar arasındadır.
343 kaltak yasal ve ücretsiz kürtaj için mücadele ederken aynı zamanda Fransız toplumunun erkek egemen ahlakçılığını da hedefe almış, kürtaj olan kadınlara yönelik cinsiyetçi ve ahlakçı tutumları parçalamışlardı.
343 kaltaktan bahsediyoruz. Hangi devlet, kaç yasa 343 kaltağın önünde durabilir ki!
343 kaltak ve onların yandaşı binlerce kaltak kadın Fransa’da yeri yerinden oynatır. O güne dek kürtaj olmayan kadınlar bile kendilerini ihbar eder “Ben kürtaj oldum” diye.
Biliyorsunuz Nuriye ve Semih’in işlerini geri almak için başlattıkları açlık grevinin 111. gününde 111 sanatçının imzası ile bir metin gazetelerde yayımladı. Metin basitti. Ölmek üzere olan bu iki insanın haklı talebi kabul edilsin, diyordu.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hemen bir açıklama yaparak terörist olan Nuriye ve Semih’in talebini sahiplenen 111 kişinin de terör örgütünü desteklediğini, gerekenin yapılacağını söyledi. 111 kişiyi tehdit etti.
Oysa bakanın iddiasının aksine Nuriye ve Semih’in herhangi bir sabıka kayıtlarının olmadığını avukatları defalarca bizzat Bakan’ın kurumu tarafından verilen belgelerle ispatladı.
1970’li yıllar Fransa’sında kürtaj olan kadınlar kirli ve kaltak olarak adlandırılıyorlardı.
Bundan tam 47 yıl sonra bugünün Türkiye’sinde haksız ve hukuksuz yere, keyfi olarak işlerinden edilen, işini almak için açlık grevine giren iki direnişçinin ölüme çok az kala “Ölmesinler, serbest bırakılsınlar, işleri iade edilsin” diyen, böylece iktidarın kendisini de doğru zemine davet eden sanatçılar Bakan tarafından terörist olmakla suçlanmakta.
Yanılıyorlar. Bu 111 sanatçı terörist değil ama demokrasi ve adaletin gelmesi konusunda yollu. İktidar yasa dışı davranmayı sürdürdükçe yolluların sayısı artacak, nitelikleri değişecek, gittikçe kaltaklaşacaklar.
Vakit iyice daralıyorken AKP inadından vazgeçip haklı olan iki insanın ölümüne değil yaşamasına çaba harcamalı, acilen işlerini geri verip, özgürlüklerine ve sağlıklarına kavuşmalarını sağlamalıdır.
Çünkü ölüyorlar ve o ölümlerin bir faili olacak.
Ölmesin, yaşasınlar!