Ulaş Bedri ÇELİK yazdı: Ermeniler İstanbul’da gerçekleşen ayaklanmayı bastırmak için ellerinden geleni yaparken Adana’da fırsattan istifade Ermenilere yönelik katliamlar gerçekleşmekteydi. İstanbul’da İttihatçılarla beraber çatışan Ermeniler için Adana’da gerçekleşen bu katliam şok etkisi yaratmıştı. Ayaklanmanın bastırılmasına kadar devam eden bu katliam yaşanan her karışıklıkta Ermeniler ve gayrimüslimler başta olmak üzere azınlıklara yönelik saldırıların gerçekleşmesinin ve ileride yaşanacak katliamların habercisiydi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve şekillenişini incelemek gerektiğinde en kapsamlı mesaiyi harcamamız gereken yer sanırım II. Meşrutiyet yılları olacaktır. Osmanlı modernleşmesinin en kritik süreci olan ve monarşinin fiili olarak sona erdirildiği bu süreç gelmekte olan yeninin habercisidir. Bu süreçte uygulanan devlet aklı ve pratiği çeşitli dersler çıkartılarak yeni cumhuriyette de devam ettirilmiştir.
Meşrutiyet öncesi Osmanlı Devleti’ni incelediğimizde dönüşüm zamanı gelmiş bir yapının karşımızda olduğunu fark ederiz. Değişen üretim ilişkilerine ayak uyduramayan, kazandıkları sömürgeler ile gittikçe güçlenen büyük Avrupa devletleri karşısında gittikçe zayıf düşen bir pozisyondadır. Dönemin padişahı Abdülhamit tarafından gidişatın iyi olmadığı görülmüştür. Bu kötü gidişatın düzeltilebilmesi adına siyasal alan haricinde hukuki, askeri, idari vb. birçok alanda önemli reformlar ve kurumsal modernleşmeler gerçekleştirilmiştir. Bu reformlar kapsamında özellikle askeri alan olmak üzere Almanya ile derin ilişkiler geliştirilmiştir. Gerçekleştirilen bu hamleler çeşitli düzeylerde fayda sağlasa bile kurtarıcı olamamıştır.
Kötü gidişat özellikle 1906 sonrası büyük ekonomik krizlerin, grevlerin ve ayaklanmaların yaşanmasına neden oldu. Bütün bunların üzerine yaşanan askeri hezimetler sonucu özellikle genç bürokratlar ve subaylar duruma müdahale edilmediği taktirde devletin dağılacağını görmüştür. Manastır ve Selanik kentlerinde ittihatçı subayların başlatmış oldukları ayaklanma sonucu II. Abdülhamit tarafından 24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet ilan edilir.
II. Meşrutiyet’in ilanı özellikle gayrimüslimler ve toplumun diğer bileşenleri tarafından sevinçle karşılanmıştır. İstibdat ile anılan Abdülhamit döneminin ardından başlayan özgürlükler ortamı başta sınıf mücadelesi olmak üzere çeşitli toplumsal mücadelelerde ivmelenmeler yaratmıştır. Bununla birlikte özellikle yabancı şirketlere karşı çok sayıda grevin başlaması; İttihat ve Terakki tarafından çıkartılan kanunlar ile grev yapma hakkının yasaklanmasıyla sonuçlanmıştır. Alınan bu karar, ilerleyen zamanlarda ilk günlerde hayaline kapılınan özgürlükler ortamının aynı şekilde sürgit devam etmeyeceğinin bir göstergesiydi. İlan edilen Meşrutiyet halk tarafından büyük bir sevinçle karşılansa da kötü gidişatı durdurmada başarılı olamamıştır. Meşrutiyet sonrasında da Balkanlar’da toprak kayıpları Doğu Anadolu ve Arap bölgelerinde ise büyük çaplı isyanlar gerçekleşmiştir. Süren kötü gidişat ve yükselen kadın hareketinden rahatsız olan dinci kesimler tarafından Ramazan ayında çeşitli ayaklanmalar ve saldırılar gerçekleştirilmiştir. Yaşanan bu dini ayaklanmalardan dolayı İstanbul’daki askeri yapıya güvensizlik duyan İttihat ve Terakki Cemiyeti Selanik’ten getirdiği Avcı Taburları’nı Taşkışla’ya yerleştirir. Taşkışla’da bulunan eski askerlerin Cidde’ye gönderilmek istenmesi yeni gelen askerler ile eski askerler arasında çatışmaya neden olmuştur. Bu gergin ortamda gidilen 1908 seçim sonuçlarına baktığımızda İttihatçıların liberal Ahrar Fırkasına karşı meclis çoğunluğunu kazandığını görmekteyiz. Meclis çoğunluğunu İttihatçıların kazanmasına rağmen meclis başkanı İttihatçıların da onayıyla liberallere yakın olan Kamil Paşa olur. Yönetimde hegemonya kurmak isteyen liberaller Kamil Paşa aracılığıyla meclis onayı almadan Harbiye ve Bahriye Nazırlığı’na atamalar gerçekleştirirler. Gerçekleştirilen bu atamalar Kamil Paşa’nın düşürülmesine neden olacaktır. Gelişen bu olaylar liberaller ve İttihatçılar arasındaki gerginliğin artarak devam etmesine neden olmuştur. Bu gerilimin artmasına ve giderek farklı bir boyut kazanmasını sağlayacak hamleler ise İttihatçılar tarafından gelmiştir. Öncelikle bir gösteri yapılmadan 24 saat önce izin alma zorunluluğu getiren yasa çıkartılmış ardından ise basın özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik bir kararname çıkartılmaya çalışılmıştır. Basın özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik bu kararname muhalefetin çok büyük tepkisine neden olmuş ve çıkartılamamıştır. Ardından da basın yayın araçlarına büyük çoğunlukla hakim olan İTC muhalifleri tarafından büyük bir basın kampanyası gerçekleştirilmiştir. 7 Nisan tarihinde İttihatçı karşıtı Serbesti Gazetesi’nin başyazarı Hasan Fehmi’nin Galata Köprüsü üzerinde öldürülmesi ise 31 Mart Ayaklanması’nın başlamasına neden olacaktır.
Hasan Fehmi’nin öldürülmesinden İttihatçılar sorumlu tutulur. Yapılan cenaze törenine 100.000 kişi katılır ve tören İTC karşıtı eyleme dönüşür. [1] Cenazenin kaldırılmasından kısa bir süre sonra, 12-13 Nisan gecesi takvim farklılığından dolayı 31 Mart Ayaklanması olarak bildiğimiz olaylar başlar. 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece 02.45’de başlarındaki subayları etkisiz hale getiren askerler kışlalarından çıkarak toplanmaya başlarlar. Birkaç saat sonra Sultanahmet’te binlerce asker toplanmış hakimiyeti sağlamak için devriye gezmeye başlamışlardır. Devriyeye başlayan askerlerin birbirlerine yönelik en önemli uyarıları özellikle gayrimüslim ve yabancı kimselerin can ve mal güvenliğine bir sorun yaşatılmaması olmuştur. Alınan kararlardan bir diğeri de büyükelçiliklere zarar gelmemesi için kapılarına nöbetçi konmasıydı. Hükümetin ayaklanmaya yönelik bir karşı koyuş içine girmemesi gözden kaçmayan bir durum. Ayaklanma ilk başladığı an verilecek güçlü bir tepki ayaklanmanın bu derece büyümesini engelleyebilirdi. Bununla beraber ayaklanmacı askerlerle karşı karşıya gelmenin sonuçlarının göze alınamaması ayaklanmacı askerlerin sayısının her geçen saat daha da artmasına neden oldu. Ayaklanmacıların istekleri şöyleydi: 1) Şeriatın uygulanması, 2) Sadrazamın, Harbiye Nazırı’nın ve çeşitli üst düzey komutanların istifaları, 3) ayaklanmacılara dokunulmaması, 4) daha öncesinden açığa alınan alaylı askerlerin göreve iadesi. Ayaklanmacıların istekleri aynı gün içinde Meclis’te toplanan çeşitli mebuslar ve Yıldız’da bulunan Abdülhamit arasında yapılan istişareler sonucu kabul edildi. Kabul her ne kadar Padişah tarafından gerçekleşse de askerlerin esas olarak Meclis üzerinden işlerini görme çabası ayaklanmanın Meclis’i ortadan kaldırmak gibi bir hedefi olmadığını gösteriyor. Ayaklanmaya gelen ilk tepkileri incelediğimizde çeşitli Rum gazetelerinin ve örgütlenmelerinin destek verdiğini görmekteyiz. Ayrıca çeşitli Arnavut kulüpleri, Ahrar’ın önde gelen isimleri de destekçiler arasındadır. Yabancılar ise kendilerine yönelik bir saldırının gerçekleşmemesi ve ayaklanmacıların minimum düzeyde şiddet kullanmasını tebrikle karşılıyorlardı. Ahrar üyelerinin istediği oluyor gibi gözükse de olaylar sırasında Harbiyeli subaylara yönelik düşmanlık gösterilmesi, Nazır Nazım Paşa’nın ve mebus Arslan Bey’in öldürülmesi, ayaklanmacı askerlerin bir süre sonra Abdülhamit’e eğilim göstermesi istemedikleri olaylardı. Yaşanan bu olaylar aynı zamanda ayaklanmanın daha geniş tepkilerle karşılanmasına ve başarısız olmasına neden olacak diye düşünüyorlardı ki haklı çıktılar.
Ayaklanma sonrası Selanik’te İttihatçılar tarafından on binlerce kişinin katılımıyla büyük bir miting tertiplendi. Gerçekleştirilen bu mitingde çeşitli milletlerden önde gelen isimler konuşmalar yapıp İstanbul’a gidilip bu ayaklanmanın bastırılması gerektiği yönünde çağrılarda bulundu. Yapılan bu mitingin ardından çok sayıda kişi kendini gönüllü olarak yazdırdı. İttihatçı subayların başını çektiği gönüllü askeri birlikler ve diğer gönüllülerden oluşan Hareket Ordusu oluşturuldu. Hareket Ordusuna kimi Rum ve Bulgar çeteciler de destek verdi. Hareket ordusuna destek veren güçlerden bahsederken Ermeni örgütlenmeleri olan Hınçak ve Taşnakları da gözden kaçırmamak gerekir. Yeşiköy’e varan Hareket Ordusu kumandanlığına isyanın bastırılmasında yanlarında olduklarını belirten Taşnaklar dedikleri doğrultuda 550 kişilik silahlı birlikleriyle Selimiye Kışlası önündeki çatışmalarda yer almışlardır. Aynı şekilde Hınçaklar da askeri yardım teklifinde bulunmuş bunun haricinde kurmuş oldukları doktor ekipleriyle yaralı askerlere destekte bulunmuşlardır. Ermeniler aynı zamanda yoğunlukla bulundukları Kumkapı, Samatya, Tatavla vb. mahallelerde devriyeler gezip nöbet tutuyorlardı. Ermeniler İstanbul’da gerçekleşen ayaklanmayı bastırmak için ellerinden geleni yaparken Adana’da fırsattan istifade Ermenilere yönelik katliamlar gerçekleşmekteydi. İstanbul’da İttihatçılarla beraber çatışan Ermeniler için Adana’da gerçekleşen bu katliam şok etkisi yaratmıştı. Ayaklanmanın bastırılmasına kadar devam eden bu katliam yaşanan her karışıklıkta Ermeniler ve gayrimüslimler başta olmak üzere azınlıklara yönelik saldırıların gerçekleşmesinin ve ileride yaşanacak katliamların habercisiydi.
Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu 24 Nisan sabahında şehre girerek isyanı bastırdı. Ordunun İstanbul’a girişiyle isyancılar cezalandırılmış, padişahın fırsattan istifade edip güçlenmesinin önüne geçilmiştir. Yönetimi ele geçiren ordu İttihatçıların muhalefeti topyekün yok etmesinin önüne geçmiştir. Abdülhamit’in de tahttan indirilmesinin ardından yönetim fiili olarak İttihat ve Terakki ile koalisyon yapan sıkıyönetimde olmuştur.
31 Mart’ın genel bir panoramasına baktığımızda genel söylem itibariyle basit bir şeriatçı ayaklanmadan ibaret olmadığını söyleyebiliriz. Her ne kadar ayaklanma Derviş Vahdeti liderliğinde kurulan şeriat yanlısı İttihad-ı Muhammedi önderliğinde başlasa da seyri, talepleri ve başlangıçta aldığı destekleri incelersek daha derinlikli bir şema karşımıza çıkmakta. Ayaklanmanın asıl olarak çeşitli bakanların ve İttihatçıların yönetimden el çektirilmesini istemesi, ayaklanma sırasında gayrimüslimlere ve yabancılara yönelik saldırılardan kesinlikle kaçınılması, başlangıç itibariyle özellikle liberal yapılanmaların desteğini alması ve taleplerinin karşılanmasının ardından hızlı bir biçimde sönümlenmeye geçmesi asıl hedefin İttihatçı yönetim olduğunu göstermekte. Ayaklanma her ne kadar liberaller tarafından başlangıçta desteklense de sonrasında yaşanan birtakım disiplinsizlikler, hedefin alaylılar tarafından tahsilli kişiler ve subaylara çevrilmesi riski ve padişahın güçlenme ihtimalinin ortaya çıkışı ayaklanmanın arkasında durmamasına neden olmuştur. Ordunun ise ayaklanmaya verdiği tepki ittihatçılığı sahiplenmesinden öte iç hiyerarşinin bu derece saldırıya uğramasındandır. Sonuç itibariyle 31 Mart ordu siyaset ilişkisi bakımından günümüze kadar uzanan çeşitli etkiler bırakmıştır.
[1] Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 1, 107.