27 Mayıs 1935 tarihinde kabul edilen kanunla, 23 Temmuz Hürriyet Bayramı kaldırılıp, yerine 30 Ağustos Zafer Bayramı kabul edilir… 23 Temmuz, 1908’de Meşrutiyet’in ilan edildiği tarihtir (10 Temmuz 1324) ve 1935 yılına kadar bayram olarak kutlanır. Peki neden 1935’de bayram olmaktan çıkarılmıştır?
23 TEMMUZ HÜRRİYET BAYRAMI (İYD-İ MİLLİ / MİLLİ BAYRAM)
23 Temmuz 1909 tarihli, İttihat ve Terakki Cemiyetinin sözcüsü niteliğindeki Tanin gazetesinde İyd-i Millİ (Millİ bayram) terimi ilk defa kullanıldı. İlk İyd-i Millİ 23 Temmuz 1909 tarihinde, hem başkent İstanbul hem de imparatorluğun diğer şehirlerinde kutlandı. Şişli’deki Hürriyet Tepesi’nde düzenlenen ve Padişah V. Mehmed’in de katıldığı kutlamalarda, 31 Mart İsyanı’nda ölenlerin anısına yapılan Abide-i Hürriyet’in temeli atıldı. 1910 yılındaki kutlamalarda Osmanlı Donanması’nın geçit töreni de yer aldı. 1911 yılındaki kutlamalar esnasında, yapımı tamamlanan Abide-i Hürriyet açıldı. Sonraki yıllarda da tören ve geçitlerle kutlanan bayram, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sebebiyle 1915 yılında sadece Sadrazam Said Halim Paşa tarafından verilen bir ziyafetle kutlandı. 1918′de yapılan törenlerin ardından ise, Osmanlının savaşın mağlubu olması ve İttihatçı liderlerin Ermeni Soykırımı nedeniyle yargılanmalarından ötürü kutlama yapılmadı.
Beş yıllık aranın ardından, 1923 yılında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından düzenlenen törenlerle İyd-i Millİ tekrardan kutlanmaya başladı. Cumhuriyet’in ilan edilip, Türkiye’nin kurulmasının ardından İyd-i Millİ kutlanmaya devam etti. 27 Mayıs 1935′te kabul edilen “Ulusal bayram ve genel tatiller hakkında kanun” ile birlikte İyd-i Millİ’nin kaldırılması yasalaştı.
Resmi tarihin yazılımı aslında 1930’larla birlikte başladığı ve Mustafa Kemal’in Nutuk’da çerçevesini belirlediği üzere şekillendirilmiştir. İlk önce İttihat ve Terakki ile ilişkilerini deşifre eden herşeyden kurtulmaları gerekmektedir. 23 Temmuz Hürriyet Bayramı da bu yanıyla İttihatçıların izini taşımaktadır. Hatta Erzurum Kongresi bile 23 Temmuz 1919’da yapılmıştır. Böylelikle bu bayram kaldırılarak sözde İttihatçılarla aralarındaki ideolojik ve dahi fiziksel ilişkinin sembolu olan bu önemli tarihle de bağ koparılacaktır. Ama daha ilginç olanı ise aynı kanunla ilan edilen yeni bayramdır: ‘’30 Ağustos Zafer Bayramı’’
19 MAYIS 1919… KEMALİZM PONTOS RUM SOYKIRIMINI TAMAMLIYOR
Tarih Mayıs 1919’u gösterdiğinde Mustafa Kemal ve 34 arkadaşı Samsun’a doğru yola çıkmak üzere İngiltere Başkonsolosluğu’ndan vize almışlardı…
Aynı tarihte İstanbul Meclisi de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a gidişini onaylamıştı…
Resmi tarihin anlattığı gibi yıkık dökük bir gemiyle İstanbul Hükümeti’nden ve İngilizler’den gizli olarak Samsun’a gidilmiyordu. Oldukça lüks döşenmiş ve dönemin teknolojisine uygun olan Bandırma Vapuru limandan demir aldığında, bir ulusu yok edecek ve bir ülkenin tarihini kanla baştan yazacak bir süreç başlıyordu…
Bandırma Vapuru Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişi olarak Karadeniz’deki Rum köylerine yapılan tecavüzleri engellemek ve asayişi düzeltmek için yola çıkmamıştı…
Şimdi yeni efendileri vardı… Paylaşım savaşı öncesi efendileri olan Almanlar ile birlikte Anadolu’nun Hristiyanlardan temizlenmesine karar vermiş ve 1914’ten itibaren 1.5 milyon Ermeni, 250 bin Süryani soykırımına uğratılmıştı.
Karadeniz’de 1. Paylaşım Savaşı sürecinde 150 bin Rum hayatnı kaybetmişti. Savaşı kaybeden Osmanlı için yeni efendinin adı İngiltere idi… Mustafa Kemal ve arkadaşları yeni efendilerinin izniyle Karadeniz’e doğru yol alırlarken, yarım kalan proje tamamlanacak bütün Karadeniz baştan aşağı kana bulanacaktı…
Tarih sahnesinde öyle bir oyun oynanıyordu ki bu oyunun yönetmeni, kurgulayıcısı İngiliz efendiler, Yunan ordusunun İzmir’e çıkmasını teşvik ederek Kemalistlerin Karadenizli Rumlara yönelik soykırımını meşrulaştırıp hızlandırdı. Aynı İngiltere 1921 yılından itibaren Yunanistan’a verdiği ‘’sahte’’ desteği de geri çekti. Dahası karşı emperyalist cephe Anadolu’ya yerleşmek niyetinde değildi ve savaşmadan da geri çekildi.
Çekilirken de Fransızlar Türklere, Yunanlara karşı kullanacakları silahları sattılar. Bazı Fransız subayların Kuvayi Milliye saflarında savaştığı dahi rivayet edilir. İtalyanlar da kendi bölgelerindeki silah depolarını açarak, Kuvayi Milliye’ye yardım ediyorlardı.
NASIL BİR ORDUYA KARŞI SAVAŞILDI?
Sakarya ve Dumlupınar ‘’Meydan’’ savaşları diye yıllarca masal gibi dinlediğimiz iki cephe savaşı, cumhuriyetin kurucuları ve savunucularınca ‘’yedi düvele karşı verilmiş kurtuluş savaşı’’ yalanının anlatıldığı olaylardır. Evet hepsi budur o ‘’yedi düvele karşı’’ verildiği iddia edilen ‘’anti-emperyalist kurtuluş savaşı’’. Peki bu bahsi geçen cephe savaşları nasıl bir orduya karşı verilmişti?
1920 yılına gelindiğinde mutsuzluk, açlık ve Yunan halkının başına gelen felaketler her geçen gün artıyordu. Cepheye çağrılan binlerce genç dağlara kaçtılar. Savaşmak istemiyorlardı ve binlerce jandarma dağlarda onları kovalamakla meşguldü.
YSEP (Yunanistan Sosyalist Emek Partisi) Küçük Asya Seferi’nin (İzmir’e çıkış) başında büyük bir savaş karşıtı kampanya başlatmıştı. Yayınladığı bildiriler ve yürüttüğü faaliyet ile işçiler, köylüler ve bütün hoşnutsuzlar arasında büyük bir etki yarattı. Kasım seçimlerinden önce sosyalistler Belediye Tiyatrosu Meydanı’nda gösteri düzenlemek için çağrı yaptılar. 50 binden fazla insanın katıldığı mitingde savaş karşıtı sloganlarla EOLAS sokağından Sintagma’ya (Meclise kadar ) kadar yürüdüler. O zaman nüfusu iki yüz bin olan başkent için bu muazzam bir kalabalıktı.
YSEP’in birçok üye ve taraftarı savaş karşıtı eylemliliklerden dolayı gözaltına alınmış ve haklarında dava açılmıştı. Savaş gerekçe gösterilerek, 28 Haziran 1920’den sonra savaş karşıtı yayınlar sansür tarafında engellendi. Venizelos Hareketi, 1 Kasım 1920 seçimlerini kaybetti ve hükümet istifa etti. Savaşı sona erdirecekleri vaatleri ile seçimleri kazanan kralcılar yeni hükümeti kurma görevini üstlendiler. Söylediklerinin tam tersi bir politikayla giderek yaşam koşulları kötüleşen çoğunluğun aleyhine olan savaş politikasını genişleterek sürdürdüler.
Yeni süreçte YSEP, ne yayınladığı bildirilere ne de düzenlediği gösterilere herhangi bir sınırlama getirdi. Genç askerler, üye ve taraftarlar bulundukları bölgelerde ekipler oluşturuyorlardı. Taburlar ve daha büyük birimlerin bağlantıları ile bölüklere doğru savaş karşıtı eylemlerini sürdürüyorlardı. Örgüt deniz kuvvetlerinde de yayılıyor, her gemi ve deniz üssünde partinin hücreleri faaliyet yürütüyordu. Cephe ile doğrudan bağlantı sağladığı için bu hücrelere özel bir önem atfediliyordu. Bu hücreler Pire ve Selânik’ten İzmir ve diğer bölgelere İşçinin Sesi ve İşçi Mücadelesi gazetelerini taşıdılar.
Cephedeki hücrelere bildiri, broşür ve diğer basılı malzemeler deniz kuvvetleri gemileriyle ulaşıyordu. Savaş karşıtı örgütlenmede yaklaşık olarak 200 kadar asker ve astsubay örgütlenmişti. Liderleri Selânik’ten D. Yomaganis’ti. Örgüt hücresi Mihaili İkonomu,Miltiyadi Zaferiyadi ve Niko Banano’dan oluşuyordu. Askere alınıp Küçük Asya’ya geldikleri zaman onlarla Pantelis, Pulyapulos,Monastriyadis ve Nikolis bağlantı kurdu. Bunlar cephe örgütünün merkez grubunu oluşturdular. Savaş karşıtı bir gazete olan Kızıl Muhafız’ı çıkardılar. Bazıları yakalanıp 3-4 aylık hapis cezaları aldılar ve cepheye sürüldüler. YSEP yayını Rizozpastiste şunları yazdı:
“Bugünkü sistemi iyi görmeliyiz. Bu toplumsal sistemin bizi gönderdiği uçurumu fark etmemiz için gözlerimizi açmadıkça, savaş kesintisiz olarak zenginlerin kasalarını alınterimizle ve kanımızla doldurmak için halkımızı kitlesel olarak mutsuzluğa ve ölüme gönderecek.”
SAVAŞMAK İSTEMEYEN YUNAN ASKERLERİ İZMİR CEZAEVİNDE
1922 yazında, bozgundan biraz önce, aralarında Polopulos’ta olan 25 asker savaş karşıtı, eylemliliklerinden dolayı tutuklanıp, “vatana ihanet” suçlamasıyla askerî mahkemeye sevk edildi. Ama kısa bir zaman içinde cephenin kırılması ve ardından çok hızlı çözülmesinden dolayı Ordu’dan arta kalanlarla birlikte İzmir Cezaevi’nden Atina’ya geldiler.
Bu sıralarda Yunanistan’da da savaş karşıtı gösteriler ve grevlerde giderek arttı. Savaş karşıtı taleplerle gündelik talep arasında bağlantı kuran işçi eylemleri gerçekleştirildi: 1921’de Bolos’ta büyük bir işçi hareketi başladı, ancak 15 Şubat 1920’de liderliğin Tüm İşçiler Birliği’nde yaptığı iki günlük toplantının ardından, tam zirvesindeyken, bastırıldı. 1921 1 Mayıs’ında Selânik’te büyük bir gösteri düzenlendi ve greve çıkıldı. Küçük Asya’ya giden bir alay ayaklandı ve göstericilere katıldı.
1921 Kasım’ında Elektrik İşçileri Federasyonu çalışanları greve çıktılar. Ekonomik talepler yanında savaş karşıtı talepler de ileri sürüldü. Mecliste bu konuya ilişkin başbakan konuşurken elektrikler kesildi ve tartışmalar durduruldu. Ekonomik durumun giderek daha da kötüleştiği takip eden dönemde, 21 Şubat 1921’de demiryolları işçileri greve gitti. 1920’den itibaren ekmek fiyatı bir yılda üç kez arttı. Fiyat endeksleri % 30-50 yükseldi.
Cephe gerisinde 90.000 civarında asker ve yoklama kaçağı vardı. Bunların büyük bir bölümü parti tarafından silâhlı gruplar hâlinde, dağlarda tutuluyordu. Yerel jandarma güçleri onları yakalamakta zorlandıkça, hükümet cepheye göndereceği birliklerden ek takviye ayırmak zorunda kalıyordu.
İşte böyle bir orduya karşı kazanılan bir zaferdir, bahsi geçen cephe savaşları. Ne politik ne de fiziksel güce sahip göstermelik bir ordu, başka amaçların kurbanı olarak Küçük Asya ‘’macerasına’’ sürüklenmiş, büyük bir trajedi yaşamış, ama en önemlisi, bir başka büyük katliama gerekçe olarak gösterilmek suretiyle, emperyalistlerin; daha doğrusu yeni emperyalist efendilerin sahnelediği bu oyun gereği, Küçük Asya’nın ve Pontos’un kadim halklarından olan Rumlar, başta Osmanlı İmparatorluğu, ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucuları tarafından olmak üzere, dünyanın en kanlı zulümlerinden birini yaşamış ve soykırıma uğratılmıştı.
”İttihat ve Terakki” ile ardılı Kemalistlerin elleri kanlıdır. O kan bu topraklarda yaşayan halkların kanıdır. Ermeni Soykırımı ile Pontus Soykırımı ile Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler ve Kürtlere karşı yaptıkları katliamlarla Hitler ve Mussolini’ye esin kaynağı olmuşlardır.
30 AĞUSTOS ‘’ZAFER’’ BAYRAMI
İşte bir yandan bu kanlı yüzlerini gizlemek, geçmişle olan bağlarını, İttihatçılıklarını da gizleme kaygısı duymuşlardır. O yüzden cumhuriyetin ilan ettiği her ‘’Bayram’’ın arka planında bir katliam gizlidir.
1935 yılında yasallaşan ‘’30 Ağustos Zafer Bayramı’’ da işte bu kanlı tarihi çarpıtmaya, gizlemeye yönelik girişimlerden biridir. 1930’lu yıllarda başlayan tarihin yeniden yazılımına da iyi bir örnektir. Öyle ya 1923 yılında cumhuriyet ilan edilmiş, ardından 12 yıl geçmiş ve birden akıllarına 30 Ağustos gelmiştir. Üstelik de bu tarih Yunan ordusunun Küçük Asya’dan çıkarıldığı tarih bile değildir. Cumhuriyetin bu ilk 12 yılı boyunca kimsenin bilmediği bu tarih, birden bayram olarak yasallaşırken, bir diğeri ‘’23 Temmuz Hürriyet Bayramı’’ kaldırılmıştır.
Şimdi yeniden sormak gerekiyor ‘’30 Ağustos neyin zaferidir?’’ diye…
Tamer Çilingir
Kaynak: devrimcikaradeniz.com