Tolga TÖREN yazdı – Fethullah Gülen cemaati, uzun yıllar boyunca AKP iktidarının önemli bir müttefiki olageldi. Milli Türk Talebe Birliği’nin “kanlı pazar”ının, Fethullah Gülen’in Komünizmle Mücadele Dernekleri, 12 Eylül 1980 destekçisi TÜSİAD ve cumhuriyetin kurucu kadrolarının değil de Turgut Özal’ın yarattığı devlet fideliğinde serpilen MÜSİAD sermayesi ile kurduğu bir koalisyondu bu. 15 Temmuz darbesi sonrasında taşlar yeniden karıldı. Fethullah Gülen cemaatinin yerini 28 Şubat’ı da desteklemiş olan ulusalcılar aldı.
Türkiye’de 1980’li ve 1990’lı yıllarda gerçekleştirilen özelleştirmelerin öne çıkan özelliği, özelleştirilen işletmelerin genel olarak küçük ve orta büyüklükteki işletmelerden oluşmasıdır. Türkiye’nin özelleştirmeler tarihindeki ikinci dönem ise 1998 yılında başlar. [1] Bu dönemde en büyük kamu kuruluşları haraç mezat satılır.
1998 yılı… Yani, 28 Haziran 1996’da Necmettin Erbakan başbakanlığında kurulan 54. REFAHYOL (Refah Partisi-Doğru Yol Partisi) hükümetini istifaya zorlayan darbe bildirisinin son derece belirleyici olduğu bir zaman dilimi.
Evet, o darbe bildirisi. Kimilerinin gerekirse bin yıl süreceğini söylediği…
Yani, 28 Şubat 1997 tarihinde yaklaşık 9 saat süren bir Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı sonrasında oluşturulan, “irtica” tehdidinin “bölücülük” tehdidi ile aynı aşamaya vardığının altını çizen ve hükümeti istifaya zorlayan o milli güvenlik bildirisi.
Bildiriye göre, demokratik, laik ve sosyal cumhuriyet, bölücü ve yıkıcı grupların tehdidi altındaydı. Anayasa ve yasalar uygulanmalı, terörle mücadeleden ve cumhuriyetin temel ilkelerinden taviz verilmemeli, çağdaş medeniyet yolundan, batı ile bütünleşme ve AB`ye üyelik hedefinden sapılmamalıydı…
Özellikle bu sonuncusundan öyle sapılmamalıydı ki, özelleştirmeleri de hızlandırmak gerekiyordu bildiriye göre.[2]
“Laiklik tehlikede” ama özelleştirmeyi de hızlandıralım!
Bildiri yayımlandığında, 28 Şubatçıların mücadele ettiklerini iddia ettikleri siyasal İslamcıların ögrencileri, henüz, tam da kendilerinin altını çizdiği Batı ile bütünleşme ve özelleştirmeleri en iyi kendilerinin yapacağı söylemleri ile iktidara gelmiş değillerdi.
Harcı 28 Şubat’ın açtığı yolda karılan, dönemin ünlü söylemi ile “yenilikçi” siyasal İslamcı AKP’nin, 28 Şubat’ı “devrim kanunları uygulansın” diyerek savunan Aydınlık grubu ile müttefik olmasına ise oldukça uzun zaman vardı.
Özelleştirmelere de hız verilmesini isteyen 28 Şubat’ın ardından dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, istifa eden hükümetin yerine yenisinin kurulması görevini, REFAHYOL’un küçük ortağı Tansu Çiller’e değil de Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a vermesi üzerine 20 Haziran 1997’de kurulan ANASOL-D (ANAP, DSP ve DTP) hükümetinin atacağı adımladan birisi ise, 1998 yılında Uluslararası Para Fonu ile imzalanan yakın izleme anlaşması imzalanması olacaktı.
28 Şubatın tanklarının gölgesinde, paşalarının gözleri önünde, bildirisinin ışığında!
Özelleştirmeler AKP’ye kısmet oldu!
28 Şubat’ın iktidarı devirmesinin, Refah Partisi’ni kapatmasının, “Adil Düzen”in tarihsel sözcüsü
Necmettin Erbakan’ın da siyasal yasaklı hale gelmesinin ardından gerçekleşen Nisan 1999 erken seçimleri sonrasında iktidara gelen DSP-MHP-ANAP hükümeti, o döneme kadar yapılan özelleştirmeleri yeterli bulmaz.
Dahası, şimdilerde pek bir Amerikan karşıtı görünen Bahçeli’nin de imzasının olduğu hükümet programı, IMF ile imzalanan yakın izleme anlaşması ile bir hayli tutarlıdır. Nitekim kamuoyunu ikna etmeye dönük bir dizi yumuşatıcı söylem eşliğinde, özelleştirmelere hız verme taahhüdünde de bulunulur.
Ancak, kısmet o zamanki popüler kısaltma ile ANASOL-D hükümetine değil, 28 Şubat’ın devirdiği İslamcı hareketten kopan AKP’ye olacaktır.[3]
Nitekim, şu sözler AKP iktidarının eski maliye bakanı Kemal Unakıtan’a ait:
“Özelleştirmede satıyorsun, satıyorsun bitmiyor. Bu kadar komünist bir ülkeymişiz. Komünizmin ağdalısıymışız. Ulaştırma, çimento, kağıt, şeker, her şey devlete ait. Bir berber dükkanları kalmış özel teşebbüsün elinde”.
Böylece Unakıtan şahsında AKP iktidarı, Tansu Çiller’in “son sosyalist ülkeyi yıkma” iddiasını, ya da saçmalığını, bir adım ileri taşıyordu.
Bir yenilikçilik hikayesi: “Adil düzen”den “yeni dünya düzeni”ne!
Burada küçük bir parantez:
Malum, AKP’nin kurucu kadroları ya da geç 1990’ların popüler ifadesiyle, Refah Partisi (RP) / Fazilet Partisi (FP) geleneğinin, 28 Şubat darbesini hafif atlatma kabiliyeti de sergilemiş olan “yenilikçi” kanadı, zaman zaman ters düşseler de, kendilerini hep Necmettin Erbakan`ın öğrencisi olarak görmeye devam etti.
Peki ama bu “yenilikçilik” nereden geliyordu?
Siyasi Haber’in kardeş yayın organı Siyaset dergisinin Aralık 2016 tarihli sayısında yayımlanan “‘Yeni’ Türkiye’nin yerli ve milli ‘kapital’i” başlıklı yazımda bu “yenilikçilik” hikayesini şu sözlerle dile getirmiştim:
“…1960’ların sonunda hepsi birden Odalar Birliği’nde temsil edilen sermayenin, ‘finans kapital’ haline gelebilenleri, 12 Mart 1971 sonrasında kendilerini ifade etmek üzere TÜSİAD’ı kurar örneğin. Bir başka ifadeyle, artık iç pazarın yeterli olmadığı, daha fazla yatırım için daha fazla döviz kazanmak, dolayısıyla, dışa dönük bir ekonomi gerektiği söylemiyle birlikte, kendi sınıf kardeşleri ile yollarını ayırırlar.
Sözcülüğünü Necmettin Erbakan’ın üstlendiği Odalar Birliği’nde kalan, küçük kardeşler ise ‘adil düzen’ söyleminin meşrulaştırıcılığı altında, devletten daha farklı politikalar talep edecek, ideolojik zemin olarak, İslamcılığa yaslanacaktır.
12 Eylül 1980 darbesinin demir yumruğu ve AKP ileri gelenlerinin,’demokratlığı’ bağlamında yere göğe sığdıramadığı Turgut Özal’ın pamuk! elleri aracılığıyla uygulanan 24 Ocak 1980 kararları sonrasında, Türkiye, sermayenin, yolları ayrılan bu iki kesiminin uzlaşmasına şahit olur.
1990’li yıllara geldiğimizde ise, kardeşlerin görece küçük olanı, bir zamanlar kendileri de ‘Anadolu tüccarı’ olan TÜSİAD’çılar karşısında MÜSİAD’ı kuracak; eskinin Anadolu sermayesini ‘İstanbul sermayesi’, kendilerini ise ‘Anadolu sermayesi’ olarak etiketleyecektir. Öte yandan artık belirli bir birikim düzeyini aşmış olan bu kesimler için Erbakan’ın ‘adil düzen’ söylemi miadını doldurmuştur. Artık ‘adil düzen’ söyleminden kurtulmanın yollarını arayarak, Adalet ve Kalkınma Partisi’nde somutlanan ‘yenilikçi’ kanadı oluşturacaktır”.
AKP 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinin ardından, ulusal ve uluslararası sermayenin desteğiyle iktidara geldiğinde, sermayenin beklentisi, meclis çoğunluğunun yarattığı “istikrarlı” (muhalefetsiz) ortam sayesinde, özelleştirmeler, “batı ile entegrasyon” ve “bağımsız düzenleyici kurullar” gibi alanlardaki düzenlemelerin gerçekleşmesiydi.
Nitekim, öyle de oldu.
28 Şubat: Eleştiriliyor ama fikirleri iktidarda
Öte yandan, “milli görüş” hareketinin,“adil düzen” söyleminde ifade bulan, devleti yukarıdan ele geçirmeye dayalı, kapitalizmi reddetmese de kısmen millici olan İslamizasyon politikalarından farklı olarak, para, din ve kılıç aracılığıyla toplumun hücrelerine “sızıntı”ya dayalı İslamizasyon politikalarına sahip Fethullah Gülen cemaati, uzun yıllar boyunca AKP iktidarının önemli bir müttefiki olageldi.
Dolayısıyla, Milli Türk Talebe Birliği’nin “kanlı pazar”ının, Fethullah Gülen’in Komünizmle Mücadele Dernekleri, 12 Eylül 1980 destekçisi TÜSİAD ve cumhuriyetin kurucu kadrolarının değil de Turgut Özal’ın yarattığı devlet fideliğinde serpilen MÜSİAD sermayesi ile kurduğu bir koalisyondu bu.
15 Temmuz darbesi sonrasında taşlar yeniden karıldı. Fethullah Gülen cemaatinin yerini 28 Şubat’ı da desteklemiş olan ulusalcılar aldı.
28 Şubat mı? Kendisi eleştiriliyor ama fikirleri iktidarda.
Referanslar
[1] Türkiyede özelleştirme için Hatice Aztimur’un kapsamlı çalışmasına bakılabilir: Hatice Aztimur (2012) “Türkiye’de özelleştirme süreçleri: Sermaye eğilimleri üzerinden bir analiz”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Ana Bilim Dalı, Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme Bilim Dalı.
[2] 28 Şubat kararlarını yayımlayan Milli Güvenlik Kurulu değerlendirmesi için: Murat Sevinç (2000) “Milli Güvenlik Kurulu ve 1997 Süreci”, https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-131-mart-2000/2324/milli-guvenlik-kurulu-ve-1997-sureci/5860
[3] Bu programın bir değerlendirmesi için şu kaynağa bakılabilir: Bağımsız Sosyal Bilimciler (2007) “IMF gözetiminde on uzun yıl, 1998-2008 : farklı hükümetler, tek siyaset”, İstanbul: Yordam. AKP döneminin toplu bir değerlendirmesi için ise: T. Tören & M. Kutun (2015) “Yeni Türkiye: Kapitalizm, Devlet Sınıflar, İstanbul: SAV.”