Sevgili Mustafa Kâhya’nın anısına,
Kapitalist krizlerin tarihsel gelişimi bizlere ekonomik krizlerin kapitalist sistem için işlevsel olduğunu göstermiştir. Öyle ki krizler sermayeye dengesizliklerini ve ayarsızlıklarını yeniden düzenlemede yardımcı olmakta ve sermayenin genişlemesinin yeni bir dönemi için temel oluşturmaktadırlar. Yani düzenli iş-döngüsü krizleri sisteme yardımcı olmaktadır.
Ancak bu döngülere ilaveten kapitalist ekonomilerde uzun dönemli trendler de mevcuttur. Örneğin 1960’ların sonlarından bu yana onlarca yıldır kapitalist ekonomilerin büyüme trendi yavaşlıyor. Bu sorun en çok da ABD, Japonya ve Avrupa gibi gelişmiş ekonomilerde yaşanıyor. Öyle ki bu ülkelerde büyüme oranları % 1’lere kadar doğru geriledi. Bu durum bu ülkelerin ekonomilerinin bu büyüme hızlarıyla ancak yetmiş yılda iki katına çıkabileceğini gösterir. Pastanın yeterince büyütülememesi biçimindeki bu durumu yeterli bulmayan uluslar arası sermayenin geriye kalan tek çözümü pastayı yeniden bölüştürmek olacaktır.
Bu bağlamda yeniden paylaşım savaşı niteliğinde emperyalist bir dünya savaşı öngörüsü afakî değildir. Bu arada son otuz yıldır çözüm olarak denenen küçük bölgesel savaşlar (Afganistan, Libya, Irak ve Suriye) krizin bu derinliğini çözmeye yetecek sayıda ve güçte olmamıştır. Ekonomileri yeniden finansallaştırmak ise, bugün yaşanmakta olduğu gibi, daima yeni finansal balonlar ve krizlerin oluşumu ile sonuçlanmaktadır.
Ayrıca emperyalist savaşların sadece yeniden paylaşım ve kriz çözücü etkileri yoktur. Bu savaşlar aynı zamanda emekçilere ve sistem muhaliflerine de bir gözdağı niteliğindedir. Zira savaş dönemleri olağanüstü hal dönemleridir. Savaş dönemlerinde demokratik hak ve özgürlükler, her türlü muhalif örgütlenme, grevler, gösteriler, mitingler ya tamamen yasaklanır ya da askıya alınır. Aynı zamanda milliyetçilik, şovenizm ve ırkçılık azdırılarak faşizm dalgası da yükseltilir ve emek örgütleri, azınlıklar, düzen muhalifleri ve sosyalistler ciddi hedef haline getirilirler.
Durgunluk ve resesyonun kalıcı hale gelmesiyle militarizmin küresel olarak yükselişe geçmesinin tesadüf olmadığının altının çizilmesi gerekir.
Bugün Türkiye, oyuz yıldır devam eden ve çözüm süreçleri gibi yollarla ertelenen bir iç savaşın yanı sıra hemen sınırında, Orta Doğu’da şimdilik bir bölgesel savaş görünümüne sahip bir dünya savaşının eşiğindedir.
ABD ve emperyalist blok IŞİD’i olduğundan çok daha büyük bir canavar gibi göstererek bölgenin yeniden işgaline ön hazırlık yapıyor. Obama Yönetimi, aynı zamanda, önümüzdeki on yıl boyunca nükleer silah kapasitesini yenilemek için yaklaşık yarım trilyon dolara yakın bir kaynak ayırmayı planlalıyor[1]. Keza kasım başında Pentagon tarafından yapılan bir açıklamaya göre ABD, Irak’a yeni bin beş yüz asker göndererek oradaki asker sayısını iki katına çıkarmayı hedefliyor[2]. Ayrıca Afganistan’daki askerlerinin geri çekilmesi planını ertelemeyi planlıyor[3].
Kısaca kapitalist krizin derinleşmesi büyük kapitalist güçler arasındaki gerilimin ve militarizmin yükselişe geçmesinin sürükleyici gücünü oluşturuyor.
Uluslararası düzeydeki bölünme giderek derinleşiyor…
ABD finans sektörü, ECB’nin miktarsal kolaylaştırma programını daha da genişleterek sürdürmesini istiyor. Almanya miktarsal kolaylaştırma politikalarının daha fazla sürdürülmesine karşı. Alman sermayesi bunun kendi pozisyonunu zayıflatacağını düşünerek buna karşı çıkıyor. Bu çekişme geçmişte Ekim 1987’deki borsa çöküşünün nedenlerinden biriydi. ABD faizleri yükseltip, ECB ve Japon merkez bankaları düşürdüğünde carry trade’nin koşulları oluşuyor. Yani yatırımcılar uluslar arası piyasalarda düşük faizle borçlanıp ABD’deki varlıklara yatırım yapıyorlar. L. Summers Almanya’yı suçlarken, Alman maliye bakanı krizin nedeninin ABD olduğunu ileri sürüyor. ABD ve Alman finans kapitali arasındaki gerilim giderek artıyor.
Hali hazırda ticaret alanında yürüyen savaş bir süre sonra askeri biçimler almaya başlayabilir. Bu konuda Asya Pasifik’teki gelişmeler giderek önem kazanıyor. “Pasifik Ötesi Ticaret Anlaşması” (TPP) , Obama Yönetimi’nce Asya-Pasifik’te rakipsiz bir ekonomik hegemonya aracı olarak gündeme getirilmişti. Ancak bu yılın Ekim ayında imzalanması beklenen anlaşma Japonya’nın karşı çıkması nedeniyle imzalanamadı ve Kasım’da Obama’nın Japonya’ya bu amaçla yapacağı ziyarette de imzalanması beklenmiyor.
On iki bölge ülkesini (örneğin Avustralya, Kanada) içeren ama Çin’i dışarıda bırakan bu Anlaşma, sadece bu geniş bölge pazarlarına ABD’nin ticaret ve yatırımcı olarak girişinin önündeki engelleri kaldırmakla kalmıyor, bu tür gümrük ve tarife engellerini kaldırmanın ötesinde bölgedeki Amerikan yatırımlarının önündeki tüm yasal engelleri de kaldırmayı hedefliyor. Öyle ki Japonya’nın yüksek tarifelerle korunmakta olan tarım ürünleri- pirinç, et, domuz eti ve süt, şeker gibi- bundan çok ciddi etkileneceği gibi ABD, Japonya’nın diğer önemli sektörleri olan posta, finansal hizmetler, sigorta, iletişim, eğitim, askeri işler, havayolları, limanlar, alt yapı, sağlık, ilaç ve kozmetik gibi sektörlerine de göz dikmiş durumda[4].
Bu konuya Japon Hükümeti’nin gösterdiği direnç ABD ve müttefiklerinin Asya-Pasifik’te sadece Rusya ve Çin ile değil Japonya ile de karşı karşıya geldiğini gösteriyor[5].
Uluslar arası gerilimlerin arka planında yer alan iktisadi gelişmeler ve çıkar çatışmaları konusundaki tarih bilinci, geleceğin öngörülebilmesi açısından öğreticidir. Zira gelecek belli evrimci kanunlar çerçevesinde geçmişte ortaya çıkan olaylar tarafından şekillenir. Bu, geleceğin bugünkü koşullara bakılarak tam olarak tahmin edebileceği anlamına gelmez. Daha ziyade, tarihteki her hangi bir andaki bir toplumsal gelişmenin en doğru anlaşılabilmesinin yolunun, geçmişteki koşulları iyi analiz etmekten geçtiği, zira bu koşulların mevcut yapıların gelişimini şekillendiren koşullar olduğu anlamına gelir. Yani geleceğin koşulları bugünden belirlenmektedir. Bu bağlamda üretim tarzındaki gelişmeler (alt yapı) son tahlilde, uzun vadede gelişmelerin yönünün belirleyicisi olmaktadır.
1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde 1910’lı yıllardaki ekonomik büyümenin sonlanması sistemik krizin mekanik araçlarla çözüme kavuşturulmasını, yani rakiplerin birbirlerine karşı askeri araçlara başvurmasını da beraberinde getirmişti. Bugün bu koşullar daha da geçerli, dolayısıyla savaş gibi mekanik araçlar için hazırlıklar yapılıyor. Almanya ve Japonya 20yyın ilk yarısındaki saldırgan tutumlarına geri dönüyorlar.
100.Yılında 1. Dünya Savaşı koşulları yeniden üretiliyor…
1.Dünya Savaşı’ndan 100 ve 2. Dünya Savaşı’ndan yaklaşık 75 yıl sonra Alman siyasal seçkinleri tekrar savaşı kaşımaya başladılar. Almanya’nın Avrupa ve dünyadaki liderliğini ön plana çıkartan propaganda faaliyetlerine hız verdiler. Bu yıl Alman Cumhurbaşkanı, şu ana kadar süren askeri kısıtlamalara artık son vereceklerini açıkladı. Alman Hükümeti Ukrayna’da sağcı bir darbeyi desteklerken, Rusya’ya karşı ekonomik savaşı da başlattı. Orta Doğu’da IŞİD’in neden olduğu durumu kullanarak ekonomik ve politik çıkarlarını askeri araçlarla korumaya başladı. K. Irak’ta Peşmerge’yi silahlandırdı, aynı zamanda Suriye’ye karşı yapılan hava saldırısına destek verdi. Bu arada Almanya’nın kendi içinde şu ana kadar görülmemiş bir askeri propaganda tüm medyaya hâkim oldu.
ABD emperyalizmi Orta Doğu’da savaşı körüklüyor ve aynı zamanda Rusya’ya ve Çin’e karşı Asya’da yığınak yapıyor. Ekonomik gerilim giderek açığa çıkıyor. Avustralya, ABD’nin Çin ve Rusya karşıtı politikalarının pivot uygulayıcısı olarak harekete geçti ve Orta Doğu’daki müdahaleye katılacağını açıkladı. Avustralya’nın yıllardır Çin’e yaptığı demir cevheri ve diğer sınaî hammadde ihracatının getirileri sona ermeye başladı, böylece Avustralya ABD’ye daha da yaklaştı.
Ekonomik ve politik süreçler arasındaki ilişki kolay görülemeyen, karmaşık bir nitelikte olmasına rağmen, gelişimin yönü netleşmektedir: Küresel ekonomik büyümedeki yavaşlama 3. Dünya Savaşı’nın koşullarını oluşturmaktadır.
Tarih tekerrür etmez ama 1914 ve 2008 öncesi dönemlerin benzerliği de ihmal edilemez. 1913-14 yıllarına gelindiğinde kapitalist dünya ekonomisi büyümesinin sınırlarına ulaşmıştı. 1890’lardan itibaren ekonomik gelişimin yönü yukarı doğru idi, ama bu durum kendi zıttını yaratmış ve iktisadi çöküşün koşullarını da oluşturmuştu. Patlak veren kriz sadece periyodik bir çalkantının işareti değil, uzun sürecek olan bir ekonomik durgunluğun da başlangıcıydı. Emperyalist savaş ise bu zor durumdan bir kurtulma girişimiydi. Bir önceki dönemin yolundan ekonomik gelişimi sürdürmek çok zordu, zira burjuvazi piyasaların sınırlarını zorlamaktan korkuyordu. Bu bir sınıf gerilimi yarattı, siyaset bu gerilimi daha da artırdı ve bu da Ağustos’ta savaşa neden oldu.
Yine 2006’ya kadar “Büyük Ilımlılık”[6] yaşanmış ve 1970 ve 1980’lerin sorunlarının çözüldüğüne inanılmıştı. Çin yükselen bir ekonomi olarak dünya ekonomisine yeni sağlam bir temel oluşturuyor hatta Afrika bile küresel kapitalist genişleme için yeni bir çıkış alanı gibi değerlendiriliyordu. Ama genişlemenin temellendiği yapı aslında finansal spekülasyon ve asalaklığa dayalı kumdan bir kale gibiydi.
Otoriterleşme artıyor: Kapitalist krize çözüm bulamayan egemen güçler tüm dünyada işçi sınıfına ve tüm dünya halklarına yönelik saldırılarını artırıyor, en küçük direnişleri dahi askeri araçlarla bastırmaya çalışıyorlar.
Savaşa yönelimi artıran diğer bir faktör, kriz nedeniyle içerde yükselen sosyal muhalefeti bastırmak için bir asker-polis devleti oluştururken[7] dikkatleri dışarıya çekerek bu durumu meşrulaştırmak ihtiyacıdır. Çünkü sistemin egemenleri bütün bu askeri çözümleri elde tutarken, yapısal reformlara hız verelim çağrısında bulunuyorlar. ‘Mikro yapısal reformlar’ olarak adlandırılan ve IMF ve DB tarafından yıllardır önerilen bu politikalarla kriz öncesinde işçilerin ellerinde kalan sosyal koruma da yok edilmek isteniyor. Buna karşı direnç ise daha otoriter bir siyaset ve devlet örgütlenmesi ile bastırılmak isteniyor. Türkiye’de olduğu gibi, yeni güvenlik yasalarının çıkarılış nedeni yükselmekte olan muhalefeti ve sınıf hareketini baskılamak ihtiyacıdır.
İşçi sınıfının önünde çok önemli gelişmeler var ve bunlar örgütlenme ve mücadele konusundaki düşünceleri gözden geçirmeyi gerektiriyor. Sınıf uzlaşması fikri sermayenin gözünden iyice düşmüş görünüyor. Bir dönemin sosyal devletlerine denk düşen ‘Toplumsal Sözleşme’ fikri ise giderek sönümleniyor. Bugün durum itibariyle sosyal devlet çağının sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Elbette mücadelelerle elde edilen kazanımlar sonuna kadar savunulmalıdır. Ancak, mücadele sosyal devleti korumak ya da sosyal hakları savunmak ile sınırlı da tutulmamalıdır. Özellikle son krizi sonrası uygulanan kemer sıkma politikalarının sonuçları, mücadelesini eldekileri tutmakla sınırlandırmış bir işçi hareketinin başarısızlığa uğramaya ve bu hakları da kaybetmeye mahkum olduğunu ortaya koymuştur.
Uluslar arası bir savaşın eşiğinde olduğumuz gibi, bir sınıf savaşının da tam ortasındayız. Zaman zaman ara verilmiş olsa da kapitalizmde sınıf savaşı her zaman sürmüştür. Bugün sınıf savaşı kapitalist krizden dolayı yoğunlaşıyor ve mevcut kriz de sermaye sınıfı emekçi sınıflara karşı sınıf savaşını yükseltiyor.
Özelleştirmeler, taşeronlaştırma, kemer sıkma, kısıntılar, bütçede mali disiplin, ücretlerin baskılanması, petrol, elektrik, doğal gaz zamları, yüksek enflasyon, ağır vergi yükü, sağlıksız çalışma koşulları, artık süreklilik kazanan toplu iş cinayetleri ve yoksullaşma gibi işçilerden ve emekçilerden beklenen fedakârlıklar işçilere, emekçilere bedel ödetme yollarıdır.
Bu savaş sermaye ve kapitalist devletler tarafından işçilere karşı yürütülen açık bir savaştır ve hedefinde öncelikle işçilerin ve emekçi kitlelerin geçmişte elde ettiği kazanımları da geri almak vardır. İşçi sınıfı ve tüm ezilenler derinleşmekte olan ve yeni bir paylaşım savaşının da önünü açan kapitalist kriz ve beraberinde gelen otoriter-polis devleti koşullarında örgütlenmelerini gözden geçirmeli ve bütünleşik bir ekonomik-demokratik-politik ve ideolojik mücadele perspektifiyle, dönemin bu yeni koşullarına yanıt verebilecek örgütlenme, mücadele yol ve yöntemlerini bulmak ve hayata geçirmek zorundadır.
KAYNAKÇA
Abiad, Abdul, Almansour, Aseel, Furceri, Davide, Granados, Carlos Mulas, Topalova, Petia, “Press point for Chapter 3: Is it time for an infrastructure push? The macroeconomic effects of public investment”, World Economic Outlook, October 2014.
“Autumn forecast 2014: Slow recovery with very low inflation”, http://ec.europa.eu/economy_finance/eu/forecasts/2014_autumn_forecast_en.htm, Brussels, 4 November 2014.
Bank for International Settlements (BIS), 84th Annual Report, 1 April 2013–31 March 2014.
Beams, Nick (b), “Turmoil rips through global financial markets”, http://www.wsws.org, 16 October 2014.
Beams, Nick (a), “Storm clouds gather over world economy”, http://www.wsws.org, 14 October 2014.
Brown, Ellen, “Building an Ark: How to Protect Public Revenues From the Next Meltdown”, http://www.truth-out.org, 14 October 2014.
Chang, Ha-Joon, “Another financial crisis looms if rich countries can’t kick their addiction to cash injection”, The Guardian, 30 August 2013.
Cogan, James, “US general suggests delaying troop withdrawals from Afghanistan”, http://www.wsws.org, 8 November 2014
Credit Swiss, Global Wealth Report, October, 2014.
Denning, Steve, “Big Banks and Derivatives: Why Another Financial Crisis Is Inevitable”, http://www.forbes.com/sites/stevedenning, 1 August 2013.
Elliott, Larry , “World leaders play war games as the next financial crisis looms”, The Guardian, http://www.theguardian.com, 12 October 2014.
Enders, Caty , “Nuclear weapons expansion pushed in Congress despite accidents at lab”, theguardian.com, 29 September 2014.
Eurostat newsrelease euroindicators 152/2014, 14 October 2014.
Grey, Barry, “Europe threatened with deflationary spiral”, http://www.wsws.org, October 2014.
Gurría, Angel , OECD Secretary-General, Pre-G20 Summit Economic Outlook Launch, http://www.oecd.org/about/secretary-general/pre-g20-summit-economic-outlook-launch.htm, Press Conference, Paris, 6 November 2014.
Head, Mike, “US-Japan conflicts stall Obama’s Trans-Pacific economic pact”, http://www.wsws.org, 28 October 2014.
Durmuş, Mustafa, “Büyük Moderasyon”dan “Büyük Resesyon”a Avrupa Ekonomisi”, http://cerideimulkiye.com, 14 Ocak 2013.
Hesse, Martin, Seith, Anne, “Feeding the Bubble Is the Next Crash Brewing?”, http://www.spiegel.de, 12 March 2013.
http://www.slideshare.net/fullscreen/oecdeconomy/advance-g20-release-of-oecd-economic-outlook/2.
http://www.slideshare.net/fullscreen/oecdeconomy/advance-g20-release-of-oecd-economic-outlook/8.
http://thenextrecession.wordpress.com/2014/10/13/japan-the-failure-of-abenomics.
http://thenextrecession.wordpress.com/2013/11/30/secular-stagnation-or-permanent-bubbles
http://thenextrecession.wordpress.com/2014/08/14/the-myth-of-the-return-to-normal.
IMF, Global Financial Stability Report, October 08 2014, http://www.imf.org.
Inman, Phillip, “Record world debt could trigger new financial crisis, Geneva report warns”,
The Guardian , http://www.theguardian.com, 29 September 2014.
International Economic Report, https://www.pnc.com, .3 November 2014.
Kishore, Joseph, “US Federal Reserve ends “quantitative easing” program after funneling trillions to financial markets”, http://www.wsws.org/en/articles/2014/10/30/quan-o30.html, 30 October 2014.
Mann, Catherine L., OECD Chief Economist, Getting the world economy into higher gear, Advance G20 Release of Outlook, Paris 6 November, Advance G20 Release of Outlook.
Martin, Patrick , “Obama doubles, US troop strength in Iraq”, http://www.wsws.org, November 2014.
Polychroniou, C. J., “The European Conundrum: Stagnation, Massive Unemployment and Rising Debt – Despite Austerity”, , http://truth-out.org, 4 November 2014.
Rasmus, Jack (a), “U.S. GDP Drops -2,9 %”, 27June 2014, Z Net.
Rasmus, Jack (b), “Is the Center of the Global Economic Crisis Shifting to Emerging Markets?”, http://zcomm.org.7 July 2014.
Roberts, Michael (a), “The story of QE and the recovery”, http://thenextrecession.wordpress.com/2014/11/02/the-story-of-qe-and-the-recovery.
Roberts, Michael (b), “The world economy in low gear”, http://thenextrecession.wordpress.com, 8.November,2014.
Roos, Jerome “The next financial crisis may be just around the corner”, http://roarmag.org, 20 October 2014.
Snyder, Michael, “5 U.S. Banks Each Have More Than 40 Trillion Dollars In Exposure To Derivatives”, http://theeconomiccollapseblog.com, 24 September 2014.
The Economist, “Which emerging markets are most vulnerable to a freeze in capital inflows?, The capital-freeze index”, http://www.economist.com, Sep 7th 2013.
Woronczuk, Anton, “Why Did Economy Shrink So Dramatically During the First Quarter of 2014?”, Interview with Robert Pollin, http://truth-out.org, 27 June 2014.
ZEW Indicator of Economic Sentiment – Further Economic Slowdown Expected, Press Release, 14.10.2014 – ZEW (jrr/jpr), http://www.zew.de.
[1] Caty Enders, “Nuclear weapons expansion pushed in Congress despite accidents at lab”, theguardian.com, 29 September 2014.
[2] Patrick Martin, “Obama doubles, US troop strength in Iraq”, http://www.wsws.org/en/articles/2014/11/08/iraq-n08.html, 8 November 2014.
[3] James Cogan, “US general suggests delaying troop withdrawals from Afghanistan”, http://www.wsws.org/en/articles/2014/11/08/afgh-n08.html, 8 November 2014.
[4] Mike Head, “US-Japan conflicts stall Obama’s Trans-Pacific economic pact”, http://www.wsws.org, 28 October 2014.
[5] ABD’nin Japonya ile karşı karşıya gelmesi yeni değildir. 2.Dünya Savaşı öncesinde de, 1853 yılında, Amerikalı amiral Perry donanmasıyla Japonya’ya kuşatma altına almış ve dönemin feodal egemeni olan Togukawa’yı iktidardan indirmişti. Perry’nin görevi ABD kapitalizmi için imtiyazlar elde etmekti. Perry, yönetimi anlaşmaya zorlayarak bu imtiyazları sağladı. Bu anlaşma ile Japon ekonomisi ithalata açılırken, Japonya’nın ihracatına kısıtlamalar getirildi. Yabancılar Japon otoritelerine bağlı olmayacaklardı. Diğer Avrupalı uluslar da benzer imtiyazlar talep ettiler ve bunları elde ettiler. Bu durum Osmanlı’nın son dönemlerinde başta İngiliz ve Fransız’lar olmak üzere emperyalist güçlere sağladığı kapitülasyonlara benzer bir durumdur.
[6] Mustafa Durmuş, “Büyük Moderasyon”dan “Büyük Resesyon”a Avrupa Ekonomisi”, http://cerideimulkiye.com, 14 Ocak 2013.
[7] Parlamenter demokrasinin belirsizliklerini reddeden ‘otoriter bir polis devleti’ ile ‘faşizm’ aynı şey değildir. Bu nedenle de tüm gerici polis rejimlerini faşizm olarak adlandırmaktan kaçınmak gerekir. En küçük bir baskı olgusunu faşizm ile anlatmak faşizmin gerçek özünü kavramayı zorlaştırır. Faşizm, özel bir takım durumlar nedeniyle kapitalist toplumun yönetilme biçimine ciddi meydan okuma söz konusu olduğunda, buna karşı sistemin özellikli bir yanıtıdır. Faşizm burjuvazinin basit, sıradan bir isteği de değildir. Faşizm sadece işçi sınıfının zayıflığının bir belirtisi değil, aynı zamanda burjuvazinin zayıflığının da bir sonucudur. Burjuvazi sınıf egemenliğini güçlendirmek için bir kitle temeli oluşturmak ya da korumak zorundadır. Burjuvazi kapitalist sistemin tüm çelişkilerinin had safhaya ulaşması nedeniyle faşist yöntemlere başvurur. Faşizm, kapitalist ayrışmanın bir ürünü, işçi sınıfına karşı bir terör, kaba bir saldırı aracı, işçi örgütlenmelerinin yok edilmesi, sınıf sendikalarının dağıtılması, sosyalist, komünist partilerin yasaklanması, işçi ve devrimci militanların kitleler halinde tutuklanmaları, işkencelere uğraması ve katledilmesi, burjuva demokrasisinin ve özgürlüklerinin ortadan kaldırılması demektir. Tarihte, 1929 Büyük Depresyon’u gibi ciddi iktisadi krizlerin, devrimcilerin-komünistlerin etkinliğinin artması ve sistemi tehdit etmesi kadar- Fransa, Almanya ve İtalya’da faşist hareketlerin ortaya çıkışları ve iktidara gelişleri üzerinde etkili olduğu ve faşizmin toplumda yer bulması, yeşermesi için ortam hazırladıkları görülmüştür. Zira iki dünya savaşı arasında sürüp giden iktisadi kriz emekçilerin yaşam koşullarını daha da çekilmez hale getirmiş, bu nedenle de emekçi kitlelerin ayaklanmasını önlemek ve kırmak ve savaşı hazırlamak için burjuvazi uluslar arası ölçüde faşizme gereksinim duymuştur. Almanya’da faşizmin (Nazizm) iktidar oluşuna hizmet eden çok sayıda faktör sayılabilir ama en etkili olanlardan biri Büyük Depresyon’dur. Bir yandan Almanya’daki sermaye grupları kriz koşullarında sermayesini büyütme ya da koruma sıkıntısı yaşarken, diğer yandan Alman işçi sınıfının hem güçlü sendikal hem de politik örgütlülüğü, ücretlerinin düşürülmesine ya da daha fazla çalıştırılmalarına, dolayısıyla da daha fazla sömürülmesine izin vermiyordu. Oysa bu tür büyük krizlerden kapitalizmin çıkışı son tahlilde faturayı işçi sınıfına kesmek biçiminde olmuştur (2008 krizinden bu yana yapılmaya çalışılan özünde budur). Bu bağlamda Alman kapitalistleri de Hitler’i, ülkeyi ekonomik krizden çıkartacak ve sermayeye Avrupa’da yeni imkânlar sağlayacak, sömürü düzenini pekiştirecek, örgütlü işçilerin ve komünistlerin canına okuyacak bir kurtarıcı olarak gördüler ve desteklerini esirgemediler.