39. yılında Doğan FIRTINA yazdı – Beyrut henüz kuşatılmamış, istersek çıkabiliriz. Havancı ve hava savunmadan her yoldaşın “ne yapmalıyız” diye görüşü alındı. Ortak karar ”Filistinliler bize kucak açtı, imkanlarını sundu, şimdi onların ihtiyacı varken yüzüstü bırakamayız” oldu.
12 Eylül 1980 Türkiye’de ordu idareye el koydu. Örgütün aldığı geri çekilme kararıyla bir kısım arkadaş gibi yurtdışına gönderildim. İnanılmaz aksilikler sonucu ancak 21 gün sonra Cizre Nusaybin arasındaki dağlık bölgeden Suriye’ye geçebildim. 10 gün sonra da benden önce çıkan arkadaşların kaldığı Filistin kamplarına ulaştım. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Batı Beyrut’un varoşlarından Sabra, Şatilla, Beka Vadisi ve Sayda, Sur gibi İsrail sınırına yakın şehirlerde çok etkili idi. Lübnan devleti ile oluşturulmuş konsensüs sayesinde fazla sorun çıkmıyordu. Muhtemelen Arap dünyası ve emperyalist ülkelerin siyasi baskı ve ekonomik destekleri ile toprakları İsrail tarafından gasp edilip sürgüne gönderilen on binlerce Filistinli’ye böyle bir çözüm bulunmuştu. Çoktandır devam eden iç savaşla, Beyrut savaş yıkıntılarının oluşturduğu sınırla iki tarafında keskin nişancıların beklediği Falanjist partinin (faşistler) egemenliğindeki Doğu ile Müslüman çoğunluğun (Dürziler, Şiiler ve Filistinlilerin) yaşadığı Batı olarak ikiye bölünmüştü. Suriye Batıdaki ‘sol güçleri’ destekliyor, kontrolünde kalması için de sürekli baskı altında tutuyordu. Falanjistler zaman zaman her türlü savaş kuralını ihlal ederek bizim de içinde olduğumuz Filistinli sivillerin yaşadığı bölgeleri top ateşine tutuyordu. Böyle günlerde en yakın sığınaklara gidiyorduk. Bir seferinde sığınakta ASALA militanlarıyla karşılaştık. Düşmanca bakışları altında yanlarından geçip ortalığın sakinleşmesini bekledik. Beyrut kuşatması ve sonraki günlerde de birkaç kez karşılaştık. (Kurtuluş kendini anlatıyor-sözlü tarih çalışmasında bu konuyla ilgili yaşananlar detaylı anlatılmıştır.)
1982 Haziranı, “1970 15-16 Haziran” büyük işçi direnişi ile ilgili etkinlik yapacağız. Konuya ilişkin şiir yazıp etkinlikte okuyacağım. Günlerden 3 Haziran, Şatilla’daki askeri kampta nizamiye nöbetindeyim. Yoldaşların hepsi yatakhanede toplantıda. Kum torbalarının üstünde kalem kağıt, arada bir masmavi gökyüzüne bakıp şiir yazmaya çalışıyorum. İlham beklerken uçaklar geldi ve arkalarından ısı balonları bırakılınca İsrail uçakları olduğunu anladım. Saldırıyorlar diye düşünürken bir yandan da bağırarak arkadaşları uyarmaya koştum. İki, üç adım attım, şiddetli patlamalar başladı. Geri dönüp kum torbalarının arkasına atladım. Patlamalar kesildiğinde kalktım, her yer toz duman. Kaldığımız kışlanın 150 metre doğusunda, geniş bir açıklığın ortasında Filistinlilerin yiyecek ve cephane deposu olarak kullandığı büyük bir stadyum vardı. İsrail ilk orayı vurarak yaklaşık üç ay sürecek savaşı başlattı. Arkadaşlarımızın yarısı hava savunma göreviyle ayrı kışlada kalıyordu. Daha az bir grup evlerdeydi. Hava savunmanın sorumluluğunda üç adet 23 mm. çift namlulu seri atışlı uçaksavar topu ile bir adet dört namlulu uçaksavar tareti vardı. Onlar saldırının ilk anından itibaren gece ve gündüz Filistinliler ve Lübnan demokrasi güçleriyle birlikte Beyrut hava sahasını korumak için savaştılar. Benim de olduğum Şatilla grubu ilk günler “intişar” (güvenli bölgelerde dağınık kalma) durumunda kaldı. Her sabah erkenden intişar için Roşhe’ye (Beyrut’un meşhur falezler bölgesi) gidiyoruz. Beyrut’a zaman zaman hava saldırıları oluyor. Yıkım ve kıyımın büyüğü güneyde. Siyonist orduları güneyden kuzeye Beyrut’a doğru yakıp yıkarak ilerliyor. Şehirler, köyler, dağlar denizden, karadan ve havadan yoğun bombardıman altında. Olduğumuz yerden Beyrut’un kapısı sayılan Damur ve çevresindeki devasa patlamaları, göğe yükselen ateş ve dumanları görebiliyoruz. Hiçbir şey yapamadan oturup beklemek iç acıtıcı.
İsrail Beyrut’a çıkarma yapar ya da karadan girmeye kalkarsa havan toplarını kullanacağımız söylendi.
Beyrut henüz kuşatılmamış, istersek çıkabiliriz. Filistinliler hiçbir zaman ne yapacağımız konusunda zorlamada bulunmadı. Havancı ve hava savunmadan her yoldaşın “ne yapmalıyız” diye görüşü alındı. Ortak karar ”Filistinliler bize kucak açtı, imkanlarını sundu, şimdi onların ihtiyacı varken yüzüstü bırakamayız” oldu. Ancak, savaşın sonunda “bundan sonrası intahar” denirse, kalan yoldaşların kamuflesi için sahte pasaport ve kimlikler hazırlandı.
İsrail, ilk bir haftada 101 mm.lik ve 57’lik uçaksavar toplarını imha etti. İntişar dönüşü uçaksavarcılara uğruyoruz. Kaybımız yok, fakat yakıcı güneş altında bazen geceleri de saatlerce tetikte beklemek, korkunç sesler çıkararak üstünüzden geçen F-16 ve F18’leri avlamaya çalışmak, bu arada her an vurulabileceğinizi bilmek çok yıpratıcı. Daha sonra “Kuvveti Müşterek” komutanından radar sistemimiz olmamasına rağmen (Suriye Sovyetlerin verdiği uçaksavarların radar sistemini söküp öyle veriyor Filistinlilere) atışlarımızın çok başarılı olduğunu öğreniyoruz. Yaklaşık bir hafta sonra hava savunma birliğine katıldım. Kırk beş gün kadar sonra da diğer havancı arkadaşlar ”biz burada bir işe yaramıyoruz, öylece oturup bekliyoruz” diye itiraz etti. Kuvveti Müşterek Komutanlığı ile görüşüp onları da hava savunmaya aldırdık. Artık dinlenmeye daha çok vaktimiz oluyor. İlk günler bırakın uçaksavar kullanmayı pusun da etkisiyle uçakları zor görüyorum. Sonra alıştım.
Artık Beyrut’a yaklaşırken görüyor ve uçaksavarı ayarlıyorum. Önce bir tur hedef belirliyor sonra aynı rotadan gelip vuruyorlar. F-16’lar üç, F-18’ler iki tur atabiliyor. Kuyruk yapılarından hangisi olduğunu tespit edebiliyoruz.
Bir hafta içinde Güney işgal edildi. Dürziler fazla direnmeden Damur’dan çekilince (Doğu’da zaten Falanjistler İsrail ile işbirliği içindeydi) tamamen kuşatılmış olduk. En şiddetli çatışmalar havaalanı çevresinde oluyor. Filistinlilerin çekilirken bıraktığı katyuşa roket rampalarını da kullanan İsrail karadan, denizden ve havadan sürekli bombalıyor. Beyrut’u bölge bölge hedef alıp adeta yakıyor. Bütün savaş kurallarını ihlal ederek misket bombası (bir yoldaşımız bunları imha ederken yaralandı), fosfor bombası kullanarak (sivil yerleşimler dahil) vuruyor. Bu arada Suriye de zaman zaman savaşa müdahil olmaya çalıştı. İki, üç gün Beyrut semalarında hava savaşları oldu. Lübnan gazeteleri Suriye’nin yüze yakın, İsrail’in seksen uçakla savaşa katıldığını yazdı. Radar menzilleri kısa olduğu için Suriye çok zayiat verdi. Çatışmayı aşağıdan izliyoruz. Uçaksavarların başındayız ama müdahale edemiyoruz. Kimin kim olduğunu anlayıncaya kadar başımızın üzerinden kaçan ve kovalayan uçaklar peş peşe geçiyor. Yaralanan uçağın denize ya da Doğu’ya gittiğine bakarak kim olduğu hakkında yorum yapıyoruz. İki arkadaş taretin üstündeyiz, çatışmayı izliyoruz. Taretin tabanında çay bardakları parçalandı, ne olduğunu anlamaya çalışırken etrafta kimsenin olmadığını fark ettik. Arkamızdaki sokaktan bağırışlar duyduk, herkes bize öfkeyle bağırıyor, yanlarına çağırıyor. Meğer üstümüzden geçen bir İsrail uçağı bataryamızı taramış. Daha sonra üstünde olduğumuz taretin tabanı ve namlulardan birinin isabet aldığını gördük. Sonra bataryamızın yerini sık sık değiştirmeye çalıştık. Artık tamamen açık alanların dışında, görüşü açık sokak aralarında yerleşmeye dikkat ettik. Buna rağmen savaşın sonuna doğru 23’lüklerden birinin nişancı koltuğu topçu ateşinde hasar aldı. Çift koltuk olduğu için kullanmaya devam edebildik. Bunun üzerine MK Komutanlığı yerimizi değiştirdi. Şehrin ortasında geniş bir otoyol üst geçidinin altına İsrail ilerlerse havaalanı yönünü ateş altına alacak şekilde yerleştik. Bir kaç gün sonra hava görüş alanı yok diye itiraz ettik. Tekrar eski mevzilerimize dönmemizi kabul ettiler. Biz terk ettikten tam bir gün sonra üst geçidin altındaki mevzi uçaklar tarafından vuruldu. Uçaksavarlarımızın durduğu yerlerde artık devasa çukurlar vardı.
Görevli olmayanlar genellikle yakındaki altı katlı bina bodrumunda ya da inşaatların altında sohbet ediyor, kitap okuyor, dinleniyor. Bir gece şiddetli patlama ve sarsıntı ile fırladık, en üst kattaki Elfetih’e ait teknik büro hava saldırısı ile vurulmuş. Binanın üst katı artık yok ,yolun karşısına savrulmuş, binada cam çerçeve kalmamış. Ertesi gün bizimkilerin ellerinde oyuncaklar var. Bombanın etkisiyle cadde üstündeki oyuncakçı dükkanının kepenkleri ayrılmış vitrin tamamen parçalanmış. Bir kaç arkadaş da onlardan almış. Olurdu, olmazdı derken bir yoldaş ”o kadar sıkma, iki oyuncak alacak, Türkiye’ye dönerken çocuğuma götürürüm diye düşünüyordur” dedi. Bana da makul geldi. Birkaç gün sonra dükkan sahibi geldi. Birkaç parça oyuncak aldığımızı söyledik. “Siz olmasanız hiçbir şey kalmazdı” dedi de rahatladık.
Savaşın son günlerine doğru cephane daha az alabiliyoruz, yarısı da çıkartma ve sokak savaşı ihtimaline karşı ayrılıyor. Bir süre çatıştıktan sonra mermi bitiyor mecburen uçaksavarları boşaltıyoruz. Tüm Beyrut hava savunması susuyor. Uçaklar alabildiğine dalıp öyle vuruyor. Bazen dayanamayıp yedek mermileri kullanıyoruz.
Sonra ateşkes oldu. Kuşatmadan beri şehir suyunu kesen İsrail suları bıraktı. Bombalama sonucu parçalanmış su borularından caddelere akan su sel gibi. Sabunları aldık seksen gün sonra ilk kez doğru düzgün yıkandık. Birkaç gün sonra yapılan anlaşmaya göre, Filistin askeri güçleri tabii biz ve bizim gibi dost kuvvetler Amerikan ve Fransız savaş gemileri eşliğinde Lübnan’ı terk edecek, istedikleri komşu ülkelere gideceklerdi. Ülkemize en yakın yer Suriye idi. Gemilerle Suriye’ye doğru yola çıktık. Birkaç gün sonra Beyrut’a giren İsrail kuvvetleri yanlarında getirdikleri Falanjist milislerin Sabra ve Şatilla’da sivil halkı katletmesinin önünü açtı, onların korumasında yüzlerce sivil katledildi. Böylece Siyonistler ve faşistler dünya tarihi sayfalarına kara bir leke daha eklemiş oldular.
FKÖ ve Filistin ulusal hareketi bu savaş ve çekilmeden sonra bir daha toparlanamadı. Doğru mu yaptılar, misafiriz dedikleri topraklarda daha ne kadar direnebilirlerdi? Bu soru ve başka sorular ve cevapları ayrı bir tartışma konusu.
Sonuçta emperyalizm (ki bugünlerde yok saydığımız, görmezden geldiğimiz bir olgu), Siyonizm ve gerici Arap devletleri rahat nefes aldı. Ortadoğu’nun en ilerici halkı olarak Filistinlileri İsrail’in yarattığı Hamas gibi gerici bir örgütün ellerine bıraktılar.