Mahir SAYIN Buharin’in (Nikolay İvanoviç) kurşuna dizilmesinin 83’üncü yılı vesilesiyle yazdı – “Doğrudan demokrasinin, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün olduğu yerde de kuşkusuz karşı devrim, kapitalizm galebe çalabilirdi. Ama bir farkla: sosyalizm adına bunca günah işlenmez, sosyalizm insanlık gözünde bir çekim merkezi olmaktan çıkmazdı.
Spartaküsler ve Paris Komünü kaybetti ama bize savunamayacağımız bir tarih değil bugün de şerefle dalgalandırdığımız özgürlük sancaklarını bıraktı”
“Tarih eninde sonunda bana sürülen bu onursuz lekeyi temizleyecektir!”
Buharin
“Bir kere daha Yejov’a[1] ne olduğunu öğrenmeye çalıştım, fakat Beria[2], burada yalnızca onun soru sorabileceğini söyledi bana.
-‘Beni infaz mı edeceksiniz?’
-‘Bu senin nasıl bir tutum takınacağına bağlı.’
(…)
Beria, kaşlarını çatıp bir süre sessizce beni inceledi. Sonunda şöyle dedi:
-‘Kimi kurtarmaya çalışıyorsun, Anna Yurieyevna? Bir kere, Nikolay İvanoviç (Buharin) artık aramızda değil. Artık kendini kurtarmalısın!’
-‘Vicdanımı temiz tutmaya çalışıyorum!’
-‘Boş ver vicdanını!’ dedi. ‘Çok fazla boşboğazlık ediyorsun! Yaşamak istiyorsan Buharin hakkında çeneni kapat! Eğer çeneni kapatmazsan sana olacak budur işte.’ Sağ başparmağını şakağına götürdü.
-‘Çeneni kapatacağına söz veriyor musun?’
Bu bir sorudan çok bir emirdi adeta, şimdiden benim için söz verilmiş gibi gözlerimin içine bakıyordu. Sanki o anda hayatıma son verilmiş gibi hissettim, acaba hâlâ nefes alıyor muydum, acaba kalbim hâlâ çarpıyor muydu?”[3] Anna Larina
***
1938’in 15 Mart’ında Rus Devrimi’nin ön saflarında koşmuş son Bolşevikler de sosyalizmin zaferinden, komünizme geçişten ürkerek direnişlerini artıran “halk düşmanları” olarak kurşuna dizildiler. Tasfiyeler üç dalga halinde geldi.
Birinci dalgada “Troçkist-Zinovyevist merkez” üyeleri olarak aralarında Zinovyev, Kamenev, Ermenistan Komünist Partisi Başkanı Vagarshak Arutyunovich Ter-Vaganyan ve İletişim Halk Komiseri Smirnov’un olduğu 16 kişi, 25 Ağustos 1936’da “sosyalizmi yıkmak üzere yabancı gizli servislerle işbirliği ve sabotaj yapmaktan” suçlu bulunarak kurşuna dizildiler. Rivayet odur ki, komployu gerçekleştirmek üzere aralarına sokulan üç NKVD ajanı da onlarla birlikte kurşuna dizildi.
İkinci dalga, 30 Ocak 1937’de “Antisovyet Troçkist Merkez” üyeleri Radek, Pyatakov, Sokolnikov ve diğer 14 Bolşeviğe karşı yürütüldü ve Radek’le diğer üç devrimci toplama kampına gönderilirken diğerleri kurşuna dizildi. Kamplara gönderilenler de çok geçmeden oralarda hayatlarını kaybettiler.
Üçüncü dalga, “Sağcılar ve Troçkistler Anti-Sovyet Bloku” torbasına doldurulan Buharin, Rikov, Rakovski, Yagoda, Zelenski ve diğer 21 parti üyesini 15 Mart 1938’de idam mangasının önüne getirdi. Daha önceki davalardaki uydurma iddialar burada da tekrarlandı. Davanın göze çarpan bir özelliği de Troçki ile sürekli çatışmış olan Buharin’in ve yine önceki davaları düzenleyen ve “Troçkist takip etmekten” yorulan sabık NKVD şefi Yagoda’nın Troçkist olarak aynı davada buluşturulmuş olmasıydı.
Bu davalar cereyan ederken parti saflarında ve Kızılordu’da da büyük bir tasfiye faaliyeti başlamıştı. Aralarında Tuhaçevski gibi iç savaş kahramanı birçok subay ve 1919 Macar devriminin önderi Bela Kun da olan birçok insan sabotör, yabancı servislerin ajanı ve Troçkist olmakla suçlanıp kurşuna dizildiler.
Buharin’in vasiyetinde ifade ettiği gibi Stalin artık öylesine pervasız ve cüretli idi ki, davalarda tutarlılığın olması onu zerre kadar ilgilendirmiyordu. Nasıl olsa propaganda aygıtı dünya halklarını yeterince aydınlatacaktı.
1934’de Bolşevik önderlerden Kirov’un öldürülmesinden sonra bütün muhaliflerini halk düşmanı olarak ilan eden ve bunların herkes tarafından takip edilmesini emreden Stalin nihayetinde kendisinin de altından çıkamayacağı büyük bir kargaşanın başlatıcısı olmuştur. Parti içi ahlakın altüst olmasıyla birbirini halk düşmanı olarak ihbar edenlerin çokluğu karşısında Stalin bile şaşkınlığını gizleyememiştir. Bu dönemin nasıl bir ağır baskı dönemi olduğunu en iyi anlatan olgu sosyalizmin kurulduğunun ilan edildiği ve “zafer kongresi” diye nitelenen SBKP’nin 1934’deki 17. Kongresi’dir. Bu kongreye katılan 1966 delegenin 1108’i “halk düşmanı” çıkmıştır! Yani “zaferi” sağlayanlar “halk düşmanları olmuştur” ama her nasıl olmuşsa kongrenin çoğunluğunu oluşturan “halk düşmanları” iktidarı Stalin’in elinden almak yerine onun yerini daha da sağlamlaştırmışlardır. Böyle bir çoğunluğa sahip olan “halk düşmanları”nın seçtiği 139 Merkez Komitesi üyesinin de 98’i yine “halk düşmanı” çıkmış ve sonuçta onları seçen “halk düşman”ı delegelerle birlikte imha edilmişlerdir. Bu gerçeklik “halk düşmanı” ilan edilenlerin Stalin’in görüşlerine katılmayanlar olduğunu yeterince kanıtlamaktadır. Kendi görüşlerini sosyalizmle eşitleyen Stalin, onlardan milim ayrı düşenleri de otomatik olarak karşı devrim safına yerleştirmiştir. İç savaşın yarattığı yıkım, emperyalist kuşatma, kıtlıkların neden olduğu ölümlerin acıları içerisinden yol almaya çalışan Sovyetler Birliği Lenin’in başlattığı Yeni Ekonomi Politika’nın (NEP) terk edilmesiyle birlikte iç savaş döneminin gerginliklerini yeniden yaşayan ve bundan sonra da artık işçi sınıfının yeniden egemen sınıf olması adına kurtuluş şansı kalmayan bir ülke haline gelmiştir.
Kirov’un katli ve dönülmez yola giriş
Zafer Kongresi’nin üyelerinin çok büyük bir çoğunluğu Stalin’e karşıydılar ve yerine Kirov’u geçirmeyi düşünüyorlardı. Kirov, Stalin’den daha fazla oy almasına rağmen Stalin’in yerine genel sekreterliğe geçmeyi kabul etmedi. Ama kısa zaman sonra da katledildi. Katledilmesi bütün devlet cinayetlerinde rastlandığı gibi hala tartışmalı bir konu olarak durmaktadır. Onun katliyle Stalin yerine geçebilecek birinden kurtulurken, bu vesileyle onu seçebilecek olanların hemen tümünü de “halk düşmanlığı” suçlamasıyla ölüme gönderdi. Olayların bu biçimde birbiriyle bağlantılı durması parmakların Stalin’i göstermesinin boşuna olmadığını anlatmaktadır.
On binlerce parti üyesi Kirov’un katline dahil olmaktan dolayı Sibirya’ya sürgüne gönderildi; Bu vesileyle Kamenev ve Zinovyev de tutuklanıp kurşuna dizildi. Bu tam anlamıyla bir iç darbe oldu. O zamana kadar dengeler üzerinde süren çatışmalar ve tasfiyeler artık toplu halde gerçekleştirilebilecek bir duruma ulaştı. Bir milyon civarında parti üyesi de bu vesileyle tasfiye edilerek parti içerisinde de tam bir terör havası egemen kılındı. 17. Kongre üyelerinin %80’i devrim öncesi ya da iç savaş öncesi partiye üye olmuş ve %60’ı da işçi kökenli Bolşeviklerden oluşmaktaydı. “Partiye kişisel çıkarları dolayısıyla komünist olmayanların doluştuğu” iddialarıyla yapılan tasfiyelerin ana hedefi ise eski Bolşevikler olmuştu.
Zulüm çarkı öylesine yaygın işlemekteydi ki, Stalin’e her zaman yandaş olan ve onunla işbirliği yapan hemşerisi Ordzonikidze, Buharin ve Rikov’u kurtarma çabaları boşa çıkınca intiharı seçti. Aslında yapılan tasfiyeleri aşırı bulup karşı çıktığında Stalin’le ilişkileri gerilmeye başlamıştı. Besbelli ki bu çabalarının onu da “halk düşmanları” arasına sokacağından emindi ve bu lekeden kurtulmanın yolunu da 1937’de intiharda buldu.
1904’de fabrika işçisiyken RSDİP’ye katılan ve kısa süre sonra Bolşevik olan Tomsky de, Kamenev, Zinovyev ve diğerlerinin halk düşmanı ve ajan olduklarına ilişkin “itiraflarını” okuduktan sonra bu zelil durumdan kurtuluşu intiharda bulan sayısız Bolşeviklerden biri oldu.
Çarlık iktidarına karşı yılmadan mücadele etmiş insanların hepsi, birden “halk düşmanı” olurken, aynı zamanda da itirafçıya dönüşüyorlardı. Bizim için hala izahı güç bir mesele oluştursa da Stalin için sorun son derece açıktı!
“Sosyalizm başarıya doğru ilerledikçe karşı devrimcilerin direnişleri de yoğunlaşıyordu!” Yani iki veri vardı ortada: sosyalizm, komünizm safhasına geçişi başlatma ölçüsünde başarıya ulaşmıştı ve devletli de olsa komünizmin üst evresi kurulmaya başlanmıştı! Bu karşı devrimcileri telaşa veriyordu. İkincisi de bu devrimi yapanların, önceden ölenler hariç hepsi karşı devrimci idiler! Buna bizler de dahil dünyada milyonlarca insan inandı ve hala inanmaya devam edenler de bulunuyor.
1936 Ağustosunda “Troçkist-Zinovyevist Merkez” suçlamasıyla Kamenev ve Zinovyev ile birlikte 14 kişi kurşuna dizildikten sonra 23 Ocak 1937’de Radek, Piatakov, Sokolnikov gibi adlarını devrim tarihinden bildiğimiz insanların da arasında bulunduğu 17 kişi NKVD başkanı Jezhov’un marifetiyle mahkeme önüne çıkarıldılar ve onlar da yabancı gizli servislerin elemanları olduklarını “itiraf” ettikten sonra kurşuna dizildiler.
Bu tasfiyelerin tamamlanmasıyla partide hemen hemen eski Bolşevik neredeyse kalmamış gibiydi. Artık Stalin’in atacağı adımları sınırlayacak hiç bir şey kalmamıştı. Bundan sonra sıra Buharin ve Rikov’a gelmişti ama bütün bunlar olurken Buharin akıl almaz bir aymazlık içerisinde hala Stalin’le birlikte “zafere” kadeh kaldırabiliyordu. Çok geçmeden sırasının geldiğini anladı. Bolşevik Partisi geleceğin toplumunu kuracak bir model değil tam anlamıyla saray entrikalarının döndüğü cehennem halini almıştı.
Kruşçev’in açıklamaları, sonradan açılan arşivlerden çıkan belgeler ve Anna Larina’nın ölümüne kadar sürdürdüğü çabalar sayesinde Buharin’in gelecek nesillere vasiyet ettiği aklanma talebi gerçekleşme imkanına kavuştu.
Buharin 23 Şubat 1937 tarihli Merkez Komitesi toplantısında kaderinin kurşuna dizilmeleriyle bağlantılı olarak haklarında “köpekler gibi kurşunlandılar” dediği iddia edilen Kamenev ve Zinovyev’le birleştiğini anlayıp ölüm orucuna gireceğini söylemesi üzerine şu tartışmalar gerçekleşiyor:
“Voroşilov: Buharin samimi ve dürüst bir insandır, ama ben Buharin için Tomsky ve Rikov’dan fazla korkuyorum. Neden Buharin için korkuyorum? Çünkü o yumuşak yürekli bir insandır. Bu iyi mi yoksa kötü mü bilmiyorum, ancak bugünkü durumda böyle yumuşak yürekliliğe gerek yoktur. Politik konularda yumuşak kalplilik kötü bir yardımcı ve danışmandır. Bu yumuşak kalplilik sadece o kişiye değil, fakat aynı zamanda parti davasına da zarar verir. Buharin ise çok yumuşak yürekli bir kişidir…
Buharin: Kendimi öldürmeyeceğim çünkü o zaman halk bunu partiye zarar vermek için yaptığımı söyleyecektir. Bir hastalık nedeniyle ölürsem bundan ne gibi bir kaybı= olur? (gülüşmeler)
Sesler: Santajcı!
Voroşilov: Seni alçak! Kes sesini! Ne adilik! Böyle konuşmaya nasıl cüret edebiliyorsun?
Buharin: Fakat anlamalısınız ki, benim için yaşamaya devam etmek çok zor.
Stalin: Sanki bizim için kolay mı?
Voroşilov: Duydunuz mu ne diyor: ‘intihar etmeyeceğim, ama öleceğim’ ?!
Buharin: Sizin için benim hakkımda konuşmak kolay. Bütün bunlardan sonra ne kaybedeceksiniz? Bakın, eğer ben bir sabotörsem, şerefsizsem neden hayatta kalmamı istiyorsunuz? Hiçbir konuda bir iddiam yok. Sadece kafamdaki düşünceleri, neler hissettiğimi anlatıyorum. Eğer bir biçimde bunun arkasından başka bir şey gelirse ne isterseniz yapın.
(Gülüşmeler)
Neden gülüyorsunuz? Bunda komik bir şey yok… Ne bugün, ne yarın, ne de yarından sonra suçsuz olduğum şeyleri kabul edemem… Öyle bir ortam yaratıldı ki hiç kimse insancıl duygulara, hislere, gözyaşlarına inanmıyor.
(gülüşmeler)
Bir çeşit delil olma özelliğini temsil eden insan duygularına ilişkin daha önceki açıklamalar -ve bunda utanılacak bir şey yoktur- geçerliliğini ve gücünü kaybetmiştir.
Kaganoviç: Sen ikili oynamayı iyi öğrenmişsin!
Buharin: Yoldaşlar; olanlara ilişkin olarak şunları söyleyeyim…
Klopliankin: Seni hapse attırmanın zamanı geldi.
Buharin: Ne?
Klopliankin: Sen çok daha önceleri hapse atılmalıydın.
Buharin: Tamam, beni hapse atın. ‘Onu hapse atın’ diye haykırmakla benim farklı mı konuşacağımı sanıyorsunuz? Hayır!
Stalin: Burada, ölmeden, dünyadan ayrılmadan önce son bir kere daha partiye tükürük atmak, partiyi kandırmak için en son, en hilekar ve en kolay yöntemlerden birine başvurulduğunu görüyorsunuz.”[4]
Bu konuşmalardan sonra Buharin’in artık tutuklanacağından kuşkusu kalmamıştı. Eve döndüğünde eşi Anna Larina’ya ezberlemesini söylediği vasiyetini yazdı. A. Larina bu vasiyeti ancak 20 yıl sonra sürgünden döndüğünde açıklayabildi ama Buhari’nin adaleti sağlayacağını beklediği yeni nesil komünistler hala gelmemişlerdi.
“Gelecek Kuşağın Parti Önderlerine” diye başlayan vasiyet şöyle:
“Yaşamdan uzaklaşıyorum. Başımı uzattığım satır, proletaryanın satırı değildir. O, acımasız, ama sonuna kadar tutarlı bir ahlaka sahip olmalı. Sürdürdüğü ortaçağ yöntemleriyle muazzam güce sahip olan, örgütlediği iftira kampanyalarıyla pervasızca ve cüretli bir şekilde işleyen bu cehennem makinesi karşısında çaresiz olduğumu hissediyorum…
On sekiz yaşımdan beri parti üyesiyim ve yaşamımın amacı her zaman işçi sınıfının çıkarları için sürdürülen savaşım ve sosyalizmin zaferi olmuştur. İçinde bulunduğumuz şu günlerde, başlığında ‘doğruluk-adalet’ kutsal kavramını taşıyan gazete, beni, Nikolay Buharin’i, Ekim Devrimi’nin kazanımlarını yok etmeye çalışmakla, kapitalizmi yeniden kurmak için çaba göstermekle suçlarken iğrenç yalanları yayıyor. Bu öyle büyük bir yüzsüzlük ve yalan ki, “halka karşı sorumsuzluk düzeyi açısından, Çar Nikolay Romanov’un bütün yaşamı boyunca Çar despotluğuna karşı, kapitalizme karşı savaşım verdiği, yaşamını proleter devrimine adadığı ortaya çıktı”, demekle eş anlamlı. Sosyalizmin inşasının yöntemleri konusunda birçok kez yanılmışsam bile, dilerim gelecek nesiller bunu Vladimir İlyiç’den daha katı bir biçimde mahkûm etmezler. Biz tek bir amaca doğru ilk kez ve çiğnenmemiş bir yolda ilerledik.
Pravda’nın ayrı bir tartışma bölümü vardı, herkes görüşünü söylerdi. Yolu ararken kâh kavga ettik, kâh barıştık, ama beraberce sürdürdük yolumuzu.
Parti yönetiminin gelecek nesillerine, sizlere sesleniyorum! Bu dehşet dolu günlerde giderek büyüyen ağır hataların karmaşık düğümünü çözmek sizin tarihsel göreviniz olacaktır. Partinin tüm üyelerine sesleniyorum. Yaşamımın belki de bu son günlerinde de kesin bir şekilde inanıyorum ki, tarih eninde sonunda bana sürülen bu onursuz lekeyi temizleyecektir. Hiçbir zaman hain olmadım. Lenin’in yaşamı için kendi canımı feda edebilirdim. Kirov’u severdim ve Stalin’e karşı da hiçbir şey hazırlamadım. Parti yönetiminin yeni, genç ve onurlu nesilleri, sizlerden mektubumu parti üyelerine okutmanızı, suçsuzluğumu ilân etmenizi, parti üyeliğini geri vermenizi rica ediyorum.
Unutmayın yoldaşlar, komünizme doğru zafer içinde taşıdığınız o bayrakta benim kanımdan da bir damla vardır.”[5]
Anna Larina, Buharin’in ölüme bir adım daha yaklaştığı son Merkez Komite toplantısına gitmeden önce kendisine, samimiyetinden şüphe edilebilmesi için hiçbir neden olmayan şu patetik sözleri söylediğini aktarır:
“O trajik an, insanın vedalaşırken duyduğu acı, yazılacak gibi değil. Nikolay İvanoviç önümde diz çöktü ve yaşlı gözlerle, yaşamımı mahvettiği için benden özür diledi. Oğlumuzu bir Bolşevik olarak yetiştirmemi rica etti. Suçsuzluğunun ortaya çıkması için elimden geleni yapmamı ve bana ezberlettiği vasiyetnamesinin bir satırını bile unutmamamı istedi.
‘Durumlar daha değişir, sen gençsin, görürsün’ Mektubumu unutmayacağına yemin et!’ dedi. Yemin ettim. O kalktı, öptü. Ve titreyen bir sesle:
‘Bak Anyutka, kızma onlara. Tarihte böyle hatalar olur, ama adalet eninde sonunda kendini kabul ettirecektir.’
Heyecandan titremeye başladım. Bir daha hiçbir zaman görmeyecektik birbirimizi. Bunu her ikimiz de biliyorduk.”[6]
Yeniden Merkez Komite toplantısına katılan Buharin’in oradakileri ağır bir dille suçlamasının değiştireceği bir şeyin olmadığını aslında o da herkesten daha iyi biliyordu. Ömrünü verdiği bir mücadelenin haini ilan edilmenin çaresizliği içerisinde onlara,
“Politik terörizm ve bugüne kadar görülmemiş ölçekteki işkence uygulamaları ile eski Parti üyelerinden ‘suçlayıcı ifadeler’ aldınız… Elinizin altında bir kiralık muhbirler güruhu var… Uzun süredir planladığınız coup d’etat’yı (darbeyi) gerçekleştirebilmek için Buharin ile Rikov’un kanını akıtmanız gerekiyor. Bugün ülkeyi yöneten parti değil, NKVD’dir.”[7]
Toplantıda Buharin’in ajan olduğuna inanmadığını söyleyenlere Stalin öyle bir saldırdı ki, az sayıdaki böyle üyeler aynı kaderi paylaşma korkusuyla seslerini kesmek zorunda kaldılar. Terör ideolojik ve politik hegemonyanın aracı olarak görevini yerine getirmişti!
Sosyalizm kurma adına felaket kurgusu
Bu büyük felaket esasında Lenin’in çok uzun yıllar süreceğini söylediği Yeni Ekonomi Politikası’nın (NEP) yedi yıl sonra “planlı ekonomiye geçiyoruz ve kulakların sabotajlarını engelliyoruz” denilerek savaş komünizmi döneminin zorla kolektifleştirmelerine dönüşle başlamıştır. Stalin’le neredeyse her zaman sorunlu olmuş olan Troçki bile, köylülüğün zorla kolektifleştirilmesi temeline dayalı bu yeni politikayı, Stalin’in sağdan sola dönüşü, sağcı Buharin’e karşı bir başarı olarak görme gafletini göstermiştir.
Devleti, devlet olmayan devlet haline getirmek niyetiyle yola çıkan Bolşevikler, yüz yüze geldikleri iç savaş ve emperyalist kuşatmanın sonucu olarak işçi köylü ittifakını kaybederek azınlık durumuna sürüklendikçe, karşı devrimle baş edebilmek amacıyla giderek bürokratik merkezileşen bir devlet yapısını geliştirmek zorunda kaldılar. Lenin iç savaşın sonunda bu durumu eleştirerek yeniden nüfusun çoğunluğunu oluşturan köylülüğü kazanarak çoğunluğun iktidarı haline gelebilmek amacıyla belli alanlarda küçük üretime ve pazar ilişkilerine izin veren Yeni Ekonomi Politikası’nı ilan etti. O biliyordu ki, çoğunluğun gücüne dayanmayan bir iktidar zorunlu olarak eski devlet aygıtının benzerini yaratmak zorunda kalacaktır. Bunu Marks ve Engels’in çizgisine paralel olarak hemen Ekim Devrimi’nin arifesinde yazdığı “Devlet ve İhtilal”de net bir açıklıkla ortaya koymuştur.
Ne var ki ikameci bir anlayışa sahip olan ve komünist partisini sınıfın yerine geçirmekte hiçbir mahzur görmeyen mantık bir kere bunu yaptıktan sonra da partinin yerine Merkez Komitesini, onun yerine de polit-büro erkini ve nihayet tek kişi erkini de onun yerine geçirmekte mahzur görmemiştir. Bu çizgi dünyanın neresinde ve hangi rejim tarafından uygulanırsa uygulansın hain üretmekten başka bir şey yapmaz ve her yerde de aynı sonucu vermiştir. Politik bir devrimle kapitalist sistemin dışına çıkan ve sosyal devrim yoluna giren Rusya bu gelişmelerle devrimi durdurmuş ve 1991’de yıkılıncaya kadar hem kapitalizm hem de sosyalizm dışı bir sistem olarak yaşamıştır. Bu toplumsal formasyonu nasıl adlandıracağını kestiremeyenlerin bir kısmı onu kapitalizme eşitlerken bir kısmı da hala sosyalist, en kötü ihtimalle de bürokratik işçi devleti olarak niteleme ihtiyacını duymuştur. Kapitalizme ait karakteristiklerin en temel özelliklerinin ortada olmayışı dolayısıyla kapitalizm kategorisi içerisine yerleştirilemeyecekken, Komünist Manifesto’dan beri sosyalizmin “işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesi” tanımına uymayışıyla da sosyalist olarak nitelenemeyecek bir durumdaydı.
İşçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesi ve davranmasının tek bir koşulu vardır o da doğrudan demokrasinin imkanlarına sahip olmasıdır. Bunun gerçekleşmesinin temel şartını da düşünce ve örgütlenme özgürlüğü oluşturur. Bunun gerçekleşmediği yerde işçi sınıfının temsilcisi olduğunu iddia edenlerin böyle olduklarının kendi iddialarından başka kanıtı yoktur. Ne zaman ki işçi sınıfı doğrudan demokrasi imkanlarına sahip olur, kendisinin tepesinde dikilen bir bastırma aygıtı bulunmaz, işte o zaman kimi temsilci olarak seçtiğini görebiliriz ve istenmediği durumda da o temsilciyi geri çekebildiğini, yani iktidarını her an icra ettiğini görebiliriz. Ama kendisini, ordu, polis, gizli servisler ve güçlü bir bürokrasiyle güvence altına almış bir devletin işçi sınıfının gerçekten iktidarı olduğuna inanmak için hiçbir neden yoktur. Bu iktidarın işçi sınıfının çıkarına yaratmış olduğu kimi hizmetler asla işçi sınıfının egemen sınıf olduğu anlamına gelmez. Bunu en iyi görebileceğimiz örneklerden birini de sosyal demokrat iktidarlar oluşturur. Onlar da adım adım işçilerin çıkarlarını refah devleti çerçevesinde egemen kıldıklarını ve bunun için de işçi iktidarı olduklarını iddia ederler. Sınıfın üzerinde yükselen bürokratik iktidarların iddialarının da bundan hiçbir farkı yoktur. Onlar da kendilerini işçilerin temsilcisi olarak ilan ederken kendi konumlarını toplumun üzerinde yükselen baskı aygıtlarıyla güvence altına almayı zorunlu görürler. Devletin emperyalizme, kapitalizme ve karşı devrime karşı gerekli olduğunu savunurlar ama bu karşı devrim SBKP kongre delegelerinin yarısından fazlası ve Merkez Komitesi’nin üçte ikisi düzeyine varıncaya kadar partinin kendi içinde ortaya çıkar. Aynı durum Çin’de de tam anlamıyla tekrarlanmış ve orada da partinin çoğunluğu karşı devrim çizgisine geçmiş ve nihayetinde de tüm partiye egemen olmuştur.
İşçi sınıfının doğrudan demokrasiyi uygulayamadığı, örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün olmadığı bir yerde karşı devrimi engelleme bahanesi özünde işçi sınıfını iktidardan eder ve nihayetinde de sistemin tümden kapitalizme geri dönmesine neden olur. Aynı anlayışı ve modeli benimsemiş olan bütün “sosyalist” ülkelerde şaşmaz bir biçimde kapitalist olmayan değişik yollardan ilerleyerek aynı sonuca, kapitalizme varılmıştır.
Bu yıkıma giden yolda yapılanlar savunulurken işçi sınıfının iktidarı kaybetmemesi hep gerekçe olarak öne çıkarılmıştır. Doğrudan demokrasinin, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün olduğu yerde de kuşkusuz karşı devrim, kapitalizm galebe çalabilirdi. Ama bir farkla: sosyalizm adına bunca günah işlenmez, sosyalizm insanlık gözünde bir çekim merkezi olmaktan çıkmazdı.
Spartaküsler ve Paris Komünü kaybetti ama bize savunamayacağımız bir tarih değil bugün de şerefle dalgalandırdığımız özgürlük sancaklarını bıraktı.
“Vicdanı boş verenler” ise insanlığın kanları üzerinde yükselmiş olan “insanlığın tarih öncesinden insanlık tarihine geçişinin” yollarını kirletmekten dolayı komünizm adına tarihe övgüyle değil lanetlenme ile girmeyi de vicdansızlıkları ölçüsünde hak ederler.
Dipnotlar
[1] Beria’dan önce ve Yagoda’dan sonra NKVD (Polisin, gizli servislerin bağlı olduğu İçişleri Halk Komiserliği) şefi olan ve yarattığı zulmün boyutu onu bu göreve getirenleri şüphelendirecek düzeye ulaşınca “casusluk ve Sovyetlere komplo kurmaktan” halk düşmanı olarak 1940’da kurşuna dizilen Yejov 1917’de Bolşeviklere katıldı, Kızıl Ordu’da savaştı. Daha önce terzi çıraklığı ve fabrika işçiliği yaptı. 1934’de SBKP Merkez Komitesi’ne seçilip “halk düşmanı olarak” kurşuna dizilmekten kurtulan az sayıdaki üyelerden biriydi. 1936’dan 1938’e kadar NKDV’nin başında Buharin ve birlikte kurşuna dizilenlere karşı gerçekleşen komplonun da yürütücüsü oldu.
[2] 1938’de NKVD’nin başına geçirilen Stalin’in hemşerisi Hırıstiyan Laz (Mengrel) Beria 1946’da da Politbüro’ya alındı. Yaptığı zulmün boyutundan kendisinin de ürküp, Stalin’e “acaba fazla mı ileri gittik?” diye sorduğu rivayet edilir. Neredeyse bütün ömrü “hain” kovalamakla geçen Beria SSCB’nin atom bombasını gerçekleştirmesini sağlamıştır. 1953’de Stalin’in ölümünden sonra Malenkov ve Molotov’la üçlü olarak SSCB’yi yönetirken Kruşçev’in Mareşal Jukov’un yardımıyla gerçekleştirdiği bir darbe ile tutuklanıp, o da “vatana ve halka ihanet”ten mahkum edilip kurşuna dizildi. Darbe geleneği Kruşçev’in de peşini bırakmadı; 1964’de Brejnev tarafından emekliye ayrıldı ama bu kez “halk düşmanı” çarkı dönmedi.
[3]Asla Unutamam – Nikolay Buharin’in Anıları, Anna Larina, İmge Kitabevi, 2018A.
Larina Bolşevik önderlerden Yuri M. Larin’in kızıdır. Hayatı Bolşeviklerin arasında ve devrimin ateşli günleri içinde geçti. Buharin’le 1934 yılında evlendi ve bir çocukları oldu. Buharin‘in tutuklanmasıyla birlikte onun da 20 yıl sürecek olan işkence, hapishane ve sürgün azabı başladı. Buharin‘in katlini 18 ay kaldığı hücresinde öğrendi. Ancak 1959’da Moskova’ya geri dönebildi. Kalan ömrünü Buharin’in itibarının iadesini sağlama uğraşıyla geçirdi ve bunu ancak 1988 yılında başarabildi.
[4] Yıkıntının Tarihi ve Teorisi, Mehmet İnanç Turan, s. 64, Özgür Üniversite
[5] Yıkıntının Tarihi ve Teorisi, Mehmet İnanç Turan, s.65-66 Özgür Üniversite
[6] Yıkıntının Tarihi ve Teorisi, Mehmet İnanç Turan, s.67 Özgür Üniversite
[7] Yıkıntının Tarihi ve Teorisi, Mehmet İnanç Turan, s.67 Özgür Üniversite