Emre ERDEM yazdı – İşçi sınıfının kendisi için bir sınıf olduğunu etkili bir şekilde göstermesiyle, gerek devrimcilere ders niteliğinde bir sınıf eylemi olarak 15-16 Haziran direnişi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
1970 yılında 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 Grev ve Lokavt kanunlarını değiştirmek üzere Adalet Partisi’nin ve CHP’nin ayrı ayrı hazırladığı taslaklar birleştirildi. Oluşturulan bu tasarı komisyondan gizlilikle, bilim insanları ve sendikacılara sorulmadan bir çırpıda meclisten ve senatodan geçirildi.
Geçirilen bu tasarı meclisin ezici çoğunluğuyla kabul edilmiş olsa da işçi sınıfı tabanında meşruiyet sağlama ihtiyacı hissetmişti ki “Güçlü sendikacılık yaratılması” gibi bir iddia ile öne sürülmüştü. İddia edilen güçlü sendikacılığın aksine tasarının asıl amacı DİSK’in zayıflatılması, işçilerin sendikal örgütlenme sürecini zorlaştırmak ve de Türk-İş’ten DİSK’e kayan işçilerin önüne geçilmesiydi.
Tasarıda bu hedeflerle, işçilerin sendikaya üye olmasını ve üyelikten çıkmasını da zorlaştıracak maddeler bulunuyordu. Sendika, federasyon ve konfederasyon oluşturma yolunda da engeller konulmuştu. Aynı zamanda lokavtın anayasal bir hak durumuna gelmesinin önünü açan maddeler de bulunuyordu. Burjuva sömürü sisteminin sınırlarını zorlamayacak, kolay müzakere edilebilecek ve işçileri yatıştıracak bir sendikalar sermayenin işine geliyordu. 11 Haziran 1970de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onaylaması yasa tasarısı kanunlaştı. İşçi sınıfının sendikal örgütlenmesini kısıtlayan ve Türk-İş hakimiyetini korumaya yönelik bu girişime bir çok gazeteci, yazar, biliminsanı ve sendikacı kampanyalarla karşı çıktı ancak sonuç alamadı. TİP ise yasa değişikliğine iptal davası açıp Anayasa Mahkemesine taşıdı. Elbette Türk-İş yönetimi yeni yasayı düzen içi çıkar hevesleriyle destekliyordu. Kurulu işçi aristokrasisinin, işçi sınıfının içindeki bir kliğinin küçük burjuva heveslerle burjuvaziyle ittifak yapmasının açıktan bir örneğiydi.
Görüşmelerle, açıklamalarla engel olunamayan yasaya karşı 15 Haziran Pazartesi günü işçiler aldıkları kararla yeni yasayı protesto etmek için sokakları caddeleri doldurmaya başladı. İzmir, Ankara ve Kocaeli de dahil olmak üzere İstanbul’da hem Avrupa hem Anadolu yakasında bir çok işçi kitlesel şekilde sokağa çıktı. Bir çok ana caddeyi trafiğe kapattılar. Polis gözaltı yaparak engellemeye çalıştı ancak işçiler eylemlerinden vazgeçmeyerek göz altındaki yoldaşlarını da serbest bırakmadan alanı terk etmediler.
16 Haziran günü önceki günden çok daha kalabalıktı. 150 bini aştığı tahmin edilen kitle tüm İstanbul’da sokakları dolduruyordu. Türk-İş yöneticileri yasayı desteklediklerini açıklasa da eylemlere Türk-İş’li işçilerin katılımı da çoktu. Tüm İstanbul’u sarsan eylemler ve yürüyüşlere karşı askerler ve polis müdahalenin seviyesini arttırdı. Bir çok caddeyi tutan polis ürüyüş yapan işçilerin üzerine ateş açtı. Polis ateşinde ölenler oldu ancak bu işçilerin iradesini kırmaya yetmedi. Polisin saldırısına taşlarla sopalarla karşılık verdiler barikatları güç kullanarak barikatları aştılar. Birden fazla alanda ise askerler işçi kitlesiyle çekişmeye girmekten kaçındı. Direngen iradesiyle işçi sınıfı gerek kitlesinde barındırdığı meşruiyetle, gerekse mücadele iradesiyle önündeki engelleri aşarak eylemlerini gerçekleştirmekten geri durmadılar. 16 Haziran gününün akşamı İstanbul ve Kocaeli’nde 60 günlük sıkıyönetim ilan edildi.
DİSK yönetiminden tutuklananlar oldu. Binlerce işçi önderi işten atıldı. Buna rağmen yasa değişikliğine direnen pek çok işçi üretimi durdurma eylemine devam etti. Burjuva egemenliği, demokrasi aracıyla tüm halkın egemenliği olduğunu iddia etse de işçi sınıfı ne zaman kendi çıkarları ve egemenliği için mücadele etmişse iktidar gerçek sınıf karakterini o zaman göstermiştir.
Yine bu bağlamda iktidarlar, kendi çıkarları için mücadele eden işçilerin radikalleşerek ekonomik mücadeleyi siyasal iktidarı alma mücadelesine dönüştürmemeleri için tavizler vermek zorunda kalır. Olayların ardından CHP’nin içinde Ecevit’in inisiyatif almasıyla Anayasa Mahkemesine yasa iptali için başvuruldu ve şubat 1971’de yasa geri alındı. Ecevit’in CHP için biçtiği komünizme engel olma misyonu ve “aşırı sola karşı ortanın solu” politikasıyla beraber bakıldığında bunun işçilerinin eylemliğiyle elde edilmiş bir taviz olduğu açıktır. İşçiler sınıf olarak kendini ortaya koyduğu bu eylemlerle yasayı 12 Eylül 1980 darbesine kadar erteleyebilmiş oldu.
15 – 16 Haziran eylemleri, parlamentonun acizliği karşısında işçi sınıfının öz örgütlü mücadelesinin bir zaferidir. Fabrikalarda alın teriyle verdikleri mücadeleyi, sokaklarda kanıyla da verebilmiştir. 1970 Haziranında işçiler, örgütlü bir sokak hareketinin, siyasetteki belirleyiciliğini hepimize göstermişlerdir.
Aynı zamanda işçilerin sınıf mücadelesi şiddetlendikçe devletin olağanüstü yöntemler kullanma yatkınlığının artacağını tekrar doğrulamıştır. Sosyal-demokrat taviz politikaları da hem bu olağanüstü tepkilere olağanüstü cevaplar verebilen hem de ekonomik/sendikal kazanımları siyasal iktidar hedefine yöneltebilen partiye olan gereksinimi gözler önüne sermiştir. Muhalefetin sürekli oy sayısı oranı tutturduğu, anketler üzerine analizler yağmurlarına tutulduğumuz bu dönemde 15 – 16 Haziran direnişi önemini yitirmemiştir. İşçi sınıfının kendisi için bir sınıf olduğunu etkili bir şekilde göstermesiyle, gerek devrimcilere ders niteliğinde bir sınıf eylemi olarak 15-16 Haziran direnişi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.