Hasan KUL yazdı: İktidar Soma davasını 15 Haziran’a koyarak belki bilinçli, belki de bilinçaltı zorlamasıyla başka bir yenilgisinin belki de ilk büyük yenilgisinin öcünü almaya çalışıyor işçi sınıfından. Çünkü bugün 15-16 Haziran 1970 Büyük Direnişi’nin 51. Yıldönümü.
Soma’da maden ocağında 301 canımızı “İş Cinayeti” sonucu kaybettiğimiz günün üzerinden 7 yıl 32 gün geçti. Bugün Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinde görülecek olan ve son dört sanıkla ilgili karar verildiğinde canlarımızı yeniden kaybedeceğiz. O günlerden belleğimizde, göçükten sağ kurtulan ve ambulansla Hastaneye götürülmek istenen işçinin “Çizmelerimi çıkarayım çarşaf kirlenmesin” diyen naifliği/inceliği ile protestolar sırasında Başbakanlık danışmanı Yusuf Yerkel’in polislerin arasına girip yere düşmüş işçiye attığı tekme ve yüzündeki vahşi bakış kalmıştır.
Mahkemenin baştan sona seyrini anlatıp sizi sıkmayacağım. Ama burjuvazinin bazı şeyleri yaparken bize bir işaret verdiğini, halklarımızın kazanımlarına denk gelen günlerde onları ya da temsilcilerini cezalandırdığını düşünmeye başladım. Son iki örneği anlatayım: 7 Haziran 2015’te yapılan seçimlerde halen iktidardaki parti ilk kez seçimlerde yenilmiş ve tek başına hükümet kuramaz hale gelmişti. Bunu da seçimlere ilk kez parti olarak katılan ve %13;5 oy alan HDP sağlamıştı. Siyasal iktidar bunun acısını 7 Haziran 2021’de HDP’yi kapatma davası açarak çıkarmaya çalıştı.
301 canımızı kaybettiğimiz Soma İş Cinayeti ile ilgili davayı üyesi olmaktan onur duyduğum Çağdaş Hukukçular Derneği baştan sona takip etti. Aladağ’da tarikat yurdunda yanan kız çocuklarını, Ermenek’te maden ocağında boğularak ölen 18 kardeşimizi savunduğu gibi 301 Somalı canımızı da savundu. Başta sevgili Selçuk Kozağaçlı olmak üzere sayısız Avukat arkadaşımız “Bir daha bu tip cinayetler işlenmesin” diyerek davaları takip ettiler. Siyasal İktidar buna çok kızdı, hukuksuz biçimde oluşturduğu mahkemelerde arkadaşlarımızı mahkum etti ve işçileri savunmasız bırakmaya çalıştı. Ebru Timtik arkadaşımızı bu hukuksuzluğu protesto ettiği eylemde kaybettik.
Aslında bugün burjuvazi, Soma davasını 15 Haziran’a koyarak belki bilinçli, belki de bilinçaltı zorlamasıyla başka bir yenilgisinin belki de ilk büyük yenilgisinin öcünü almaya çalışıyor işçi sınıfından. Çünkü bugün 15-16 Haziran 1970 Büyük Direnişi’nin 11. Yıldönümü. Gerçi bu yakın tarihimizdeki ilk direniş değil. Çünkü 1963’te “İşçilerin grev hakkının yolunu açacak olan Kavel Direnişi” Şerif Aygün’ün, Kozlu Maden Ocaklarındaki direniş de Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar öldürerek bastırılmış ama 15-16 Haziran’da İstanbul’da yaşanan direniş hem işçi sınıfının gücünün farkına varmasını sağlamış, hem de burjuvaziye ecel terleri döktürmüştü.
Türkiye’de işçi sınıfının mücadelesi 1870 reji işçilerine kadar geri götürülebilir ancak bugün size daha yakın tarihten söz etmek istiyorum. Yakın dönemde sendikacılık 1952’de Türk-İş’in kurulmasıyla başlar. Grev hakkı olmayan bu sendikacılık anlayışı, pratiği 1961 Anayasası’nın kabulüne dek sürer. 61 Anayasası ülkeye sol, sosyalist düşünceleri ve bu doğrultuda örgütlenmeleri getirir. 1963’te Türkiye İşçi Partisi kurulur ve 1967’de de Devrimci İşçi Sendikaları DİSK kurulur. Kısa sürede özellikle metal işkolunda önemli oranda örgütlenmeye ve sınıf sendikacılığı yapmaya başlayan DİSK egemen sınıfları ürkütür. Bunda organik bir ilişki olmasa da TİP ve o dönemin en dinamik gücü olan Dev-Genç’in DİSK’in eylemlerine destek vermesi de etkili olmuştur.
70’li yılların başlarında henüz “Baba” ve “Demokrat” olmamış olan Süleyman Demirel Hükümeti “Her işkolunda tek sendika” olmak üzere işçiler lehine çıkarılmış olan bir dizi yasal hakkı ortadan kaldırmaya dönük bir hamle yaptı. Bu başta DİSK’te örgütlü işçiler olmak üzere işçi sınıfının büyük tepkisine neden oldu ve DİSK tüm işçilere çağrı yaparak 15 Haziran günü işi bırakarak İstanbul’un kalbine, Taksim’e yürümelerini istedi. İlk gün daha çok işyerlerinde iş bırakmalar, Taksim’e kadar ulaşmayan yürüyüşler oldu ancak 16 Haziran günü Alibeyköy’den, Eyüp’ten, Topkapı’dan, Tuzla, Pendik, Kartal’dan yola çıkan işçiler hiçbir engel tanımadan Taksim’e doğru yürümeye başladı.
Manzara tam da Aşık İhsani’nin türkülerindeki gibiydi. İşçi sınıfı hiçbir engeli tanımadan yürüyordu. İlk kitabımda anlattım, ben,Taner Kutlay ‘la Kartal Bölgesi’nde görevlendirilmiştim Dev-Genç tarafından. Biz işçilerle birlikte yürüyor, provokasyonlara karşı onları uyarıyorduk. Örneğin, gurubun içinden biri çıkıyor, “Arkadaşlar şu binada arkadaşlarımız tutsak edilmiş!” diyor ve kitle bir anda o binaya taş yağdırıyordu, buna benzer durumlarda uyarıcı olmaya çalıştık. Geçenlerde haklarını alabilmek için Ankara’ya yürümeye çalışan Soma’lı işçilere hitaben bir alay komutanının, “Dönün geriye, yoksa haddinizi bildiririm” sözünü duyunca 15-16 Haziran günü gözümün önüne geldi. Ankara asfaltına yolu kesecek şekilde konulan tankların üstünden işçiler marş söyleyerek geçerken bir albay, Taner’le benim yanıma gelip: Evladım, durdurun şunları, kötü şeyler olacak sözleri kulaklarımda çınladı.
İşçi sınıfı o gün bir destan yazdı. İşçiler Taksim’e geçemesin diye Galata Köprüsü açıldı. Bizim bulunduğumuz bölgede havada sürekli tur atan helikopterler ses bombaları atarak gurubun yürüyüşünü engellemeye çalıştı. Kurbağalı Dere’ye geldiğimizde polis kitlenin üzerine gerçek mermiler sıktı ve Mutlu Akü Fabrikası işçisi Yaşar Yıldırım, Vinleks işçisi Mustafa Bayram ve Cevizli Tekel İşçisi Mehmet Gıdak dudaklarında devrim şarkıları ve güzel günlere duydukları mutlu gülümseme ile toprağa düştüler. 301 Maden işçisi kardeşimizin ve 15-16 Haziran’da toprağa düşen yoldaşlarımızın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.