TUNCAY YILMAZ yazdı: “Erdoğan’ın Kanun Hükmünde Kararnameleri’nin 121. Maddesini arkasına alarak halklarımıza karşı saldırı geliştirecek olanlar ayrıca şunu da çok iyi bilmelilerdir ki, bu halkın da kendini savunmak için tarihsel deneyimlerinden aldığı derslerle devreye sokacağı 122. maddeleri vardır!”
TUNCAY YILMAZ
Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.
Nazım Hikmet
Tayyip Erdoğan varlık yokluk savaşında hamle üstüne hamle yapıyor ama kaçınılmaz sonu ertelemek dışında hiçbir kalıcı, etkili, sürdürülebilir sonuç alamıyor. Bunca baskı ve saldırıya rağmen sonuç alamaması ise onu adeta deliye çeviriyor.
AKP son olarak, Resmi Gazete’de yayımlanan, Hitler’in muhalefeti ortadan kaldırmak için 1934 yılında çıkardığı “GesetzüberMaßnahmen der Staatsnotwehr /Devletin Kendini Savunması Yasası” adlı kararname benzeri 696 sayılı KHK ile sonuca doğru gitmeye çabalıyor.
Erdoğan’ın İktidarı kaybetmemek pahasına “iç savaş”ı göze aldığının yeni bir ilanı olan bu KHK’ya göre, “15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler” kapsamına sokulacak girişimlerin bastırılmasına yönelik hareket edecek sivillerin hiçbir sorumluluğunun olmayacağı belirtiliyor.
KHK’de yer alan 121. maddede “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır” denilerek de Erdoğan’ın suçuna ortak olanların yargılanmayacağının garantisi veriliyor.
Erdoğan’ın gelecek korkusu
Erdoğan’ın “iç savaş” tehdidi yeni değil. İktidarı bir kez kaybettiğinde geri dönmek şöyle dursun, bütün çetesinin (aile bireyleri dahil) ağır bedeller ödeyeceğini gördüğü andan itibaren bu tehdidi devreye sokmuştu zaten. 7 Haziran’da iktidarı kaybetmenin eşiğinden döndükten sonra ettiği “verin 400 milletvekilini, alın istikrarı” lafı bunun apaçık ifadesi değilse neydi?
En son çıkartılan 696 sayılı KHK’nın 121. Maddesi’yle; cihatçı canlı bombalar, Kürt Halkına karşı ilan edilen savaş, gözaltına alınan, tutuklanan binlerce devrimci-demokrat, HDP ve CHP vekilleri, işten atılan, açığa alınan onbinlerce emekçi ve faşizmi kurumsallaştırmak için fırsata çevrilen 15 Temmuz sürecine yasal kılıf sağlanmaya çalışılmakta. Yoksa bu madde çıkmadan evvel yapıl(a)mayan ve bu maddeyle yapılmaya başlanacak olan bir durum yok ortada.
SADAT, Osmanlı Ocakları, PÖH, JÖH, hatta bütün yargı süreci, demokratik eylemlere polis/asker müdahalesi, keyfi yasaklar, ev baskınları, tutuklamalar, gözaltılar hepsi dibine kadar yaşanmakta memlekette. Üstüne 17-25 Aralık hırsızlık deşifrasyonu, Man Adası, Paradise belgeleri gibi pek çok rezaletle birlikte…
28 Mayıs 2017’de, adı artık ilelebet “çocuk tecavüzcüsü kurum” olarak anılacak olan Ensar Vakfı’nın genel kurulunda konuşan Erdoğan, “siyasi iktidar olduk ama sosyal ve kültürel alanlarda iktidar değiliz” diyerek içinde bulunduğu çaresizliği kendi ağzıyla itiraf etmişti hatırlarsanız.
Bir insan ömrü için uzun sayılabilecek ancak toplumsal dönüşümler için pek de uzun olmayan 15 yıllık iktidarı boyunca epey “bu kadar da olmaz” uygulamasına imza attı Erdoğan ve AKP. Erdoğan iktidarının kimi sol liberal zevat tarafından da “demokrasi havarisi” sayıldığı dönemlerde Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yaptığı kapsamlı bir değişiklikle (2006) “savaş hukuku” sürecini başlatan AKP, o günden bu güne bu hukuku uygulamakta zaten. Bu süreçte alamadığı sonucu şimdi de KHK’larla almak istiyor,savaş hukukuyla teslim alamadıklarına, faşizm uygulamalarıyla diz çöktürmek istiyor. Ama nafile!
Neden nafile?
Bütün bu yazdıklarımızın mezarlık yanından geçerken ıslık çalmak olmadığını göstermek için birkaç noktanın altını çizelim.
Evet, Erdoğan’ın açık terörü halklarımızın tepkisini sokağa taşırmasının düzeyini düşürmüş durumda. Ancak görmek isteyen bütün gözler bu gidişata razı olmayan milyonlarca insanın fırsatını bulduğunda yayından fırlamış ok gibi fırlamaya hazır olduğunu görecektir. 16 Nisan referandumunda bunca devlet imkanı ve baskısına rağmen tek adam rejimine hayır diyen milyonlarca çoğunluk, sinmiş, korkmuş, umudunu ve öfkesini yitirmiş değil henüz. Sadece akacak yolunu aramakta ve zamanını beklemekte.
Kılıçdaroğlu’nun sinik ve tutarsız politikasına rağmen yüzbinlerce insanın katıldığı Adalet Yürüyüşü, HDP’nin adeta polis kuşatmasında sonuna dek sürdürdüğü Hak ve Adalet Nöbetleri, tütün, fındık üreticilerinin isyanları, maden işçilerinin kendilerini göstermesiyle kazandıkları haklar, metal işçilerinin MESS’e teslim olmayışları, Cam işçilerinin kazanımla sonuçlanan eylemleri, OHAL’e rağmen irili ufaklı pek çok işyeri ve fabrikada devam eden direnişler ve elbette kadınların kesintisiz ve en güçlü biçimde devam ettirdikleri sokak mücadelesi faşizme teslim olmayışın en açık işaretleridir.
Hakeza Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, barış ve demokratik çözüm elini her uzattığında devletin “demir yumruğuyla” yüz yüze kalan Kürt Halkı Sur’da, Nusaybin’de, Cizre’de kendisine yaşatılan cehennemi unutmuş ve zalime boyun eğmiş değil. 7 Haziran hezimetinden bu yana fiili sokağa çıkma yasağı uygulanan Kürt illerinde halk AKP’ye teslim olmak şöyle dursun, öfkesini daha bileğilemiş durumda. Özgüçleri olan HDP’ye ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik kırgınlıkları, kızgınlıkları AKP’nin umutsuzluk tuzağına düşmelerinin gerekçesi olmadı her şeye rağmen. Bugün seçime gidilse, 3-5 istisna dışında sömürgecilerin kayyumlar yoluyla el koyduğu tüm belediyeler yeniden Kürt halkının eline geçecektir.
Erdoğan’ın eli kendi cephesinde de darda. Sermayenin, kârlarına tavan yaptıran bu rejime bugüne kadarki desteği açık. Ancak onun da sınırlarına doğru yaklaşılmış durumda. Erdoğan’ın katıldığı her sermaye grubu toplantısında icraatlarının onlara ne kadar faydalı olduğunu anlatıp desteklerindeki şüpheyi gidermeye çalışması Türkiye kapitalizminin küresel çarklarda yarattığı rahatsızlığı ortadan kaldırmıyor. Zira Koç Grubu demek Ford Otosan – ABD, Tofaş – İtalya, Opet / FuchsPetrolub AG – Almanya demektir. Sabancı Holding demek Ageas, Aviva, Bridgestone, Carrefour, E.ON, HeidelbergCement, Marubeni ve Philip Morris demektir. Doğuş Holding demek Garanti Bankası – Banco Bilbao VizcayaArgentaria S.A (Arjantin – ABD), Volkswagen – Almanya, Alstom – Fransa, CNBC – ABD, Marubeni – Japonya demektir.
Elbette sermayenin parçası olduğu emperyalist odaklarla ilişkisi basit bir “tak-şak” ilişkisine indirgenemez. Türk burjuvazisi de tarihsel ve konjonktürel çelişkileri, imkanları değerlendirerek “son tahlilde” belirleyici olan ilişkiler ağının içinde kâr ve etki marjlarını en yükseğe çıkartacak zorlamalar yapmak, riskler almaktan geri durmuyor. Ancak bu risklerin ve zorlamaların da bir sınırı vardır ve Erdoğan Atlantik Bloku’yla Asyatik Blok arasındaki cambazlığında sona doğru yaklaşmaktadır.
Egemenler arasındaki diğer önemli çatlak ise, halihazırda Kürt uyanışının ve demokratik muhalefetin bastırılması, Gülen Cemaati’nin devlet mekanizmasından temizlenmesi hususunda ittifak halinde olan Ergenekoncu güçler ve Erdoğancı güçlerin, bir yandan da birbirlerinin mezarını kazmakta oluşudur. Cumhuriyete sahip çıkma pozları, Anıtkabir ziyaretleri dahi bu yüksek gerilimi dindirememekte. En ufak bir konumlanış değişiminde birbirlerine karşı hiç bir hamleden sakınmayacakları hepimizin malumu.
Oligarşi içi güç odaklarının birbirlerine karşı pozisyonlarının yanı sıra AKP içerisindeki yıpranma da önemli bir zaaf yaratmaktadır Erdoğan cephesine. Birlikte yola çıktığı insanlara attığı kazıklar, partinin cefasını çekenlerin tepelenip sefasını başkalarının sürüyor oluşu vb pek çok unsur Erdoğan cephesindeki kırılganlığı arttırmakta.
Bütün bu tabloya ABD’de devam eden Zarrab davası, genel olarak Ortadoğu’da, özel olarak ise Suriye ve Irak’ta kaybedilen pozisyonlar da eklendiğinde Erdoğan’ın işinin ne kadar zor olduğu bir kez daha orta yere serilmekte.
Buna rağmen Erdoğan kuyruğu dik tutmaya, her şeyi yapmaya muktedirmiş gibi görünmeye gayret ediyor. Bu anlamıyla da son çıkardığı KHK’nın pratik karşılığından çok (çünkü mevcut durumda zaten olan biten tam da bu maddede yazılanlardır) psikolojik karşılığından medet ummaktalar.
***
Kavga bir kez başladıktan sonra atılan yumruk sayılmaz denir; ancak kavga da olsa, savaş da olsa bazı “yumruklar/çarpışmalar” tayin edici niteliktedir. Erdoğan son çıkardığı KHK’larla faşizme karşı direnenlere tayin etkili bir yumruk daha atmak istiyor fakat bu hamlesinin de boşa düşeceğini çok geçmeden yaşayarak hep birlikte göreceğiz.
Elbette bütün bu anlattıklarımız “bir şey olmaz” umursamazlığını değil aksine, fiili olarak hâlihazırda “düşük düzeyde/hazırlık aşamasında bir iç savaş” içerisinde olduğumuzu işaret etmekte. Yapılan son hamleler, dönemin ana taktik hattı olan faşizmin kurumsallaşmasına karşı kitlesel, meşru, militan, birleşik/eşgüdümlü demokratik mücadele görevinin önemini arttırırken, faşizmin militer ya da paramiliter saldırılarına karşı her türlü meşru müdafaa kapasite, yetenek ve enstrümanlarını geliştirmemizi de zorunlu kılmakta.
Cetlerinden devraldıkları mehter marşının üç adım ileri iki adım geri gümbürtüsüyle, faşizme Stalingrat’ta, IŞİD’e Kobane’de diz çöktürenleri sindirebileceklerini sananlar, örnek aldıklarının kaderleriyle karşılaşmaktan kaçamayacaklar. Bu kuru gürültüye pabuç bırakmayarak, kitlelerin moralini ayakta tutan, direniş potansiyellerini ve yöntemlerini açığa çıkartan çizgi, tarihin bir karanlık gücünü daha toprağın altına gömmenin haklı gururunu mutlaka yaşayacaktır.
OHAL’in ve fütursuz AKP iktidarının kendilerine sunduğu imkanları tepe tepe kullanarak bugün kabadayılık yapanlar kendilerine vaat edilen ne olursa olsun, o vaatte bulunanlarla birlikte kesinlikle yargılanacak ve cezalarını alacaklardır.
Erdoğan’ın Kanun Hükmünde Kararnameleri’nin 121. Maddesini arkasına alarak halklarımıza karşı saldırı geliştirecek olanlar ayrıca şunu da çok iyi bilmelilerdir ki, bu halkın da kendini savunmak için tarihsel deneyimlerinden aldığı derslerle devreye sokacağı 122. maddeleri vardır!
25.12.2017