Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir imzası yetti!
Devletin daha önce el koyduğu… Kayyum atadığı… 12 şirket Türkiye Varlık Fonu’na (TVF) devredildi.
Haliyle bu gelişme gündemin önemli başlıklarından biri oldu; fakat ‘neden?’ sorusu eksik bırakılarak sürdürüldü tartışma.
Kimi… Devredilenlerin, Gülen Cemaati ile yakınlık ve işbirliği nedeniyle el konulmuş şirketler olmasına dikkat çekti.
Kimi… Şirketlerin satılmayıp ‘devlette’ kalmasını alkışladı.
Kimi de… Varlık Fonu’nu kontrol eden Erdoğan’ın en büyük patron haline geldiğine dikkat çekti.
Lakin hiç biri, ‘Neden bu şirketlerden vaz geçilmedi?’ sorusuna yanıt vermedi.
‘Erdoğan, Cemaatin şirketlerine kıyamadı’ diyemeyeceğimize göre eski sahibin önemi yok!
‘Kamuda kaldı’ diye sevinmenin de alemi yok Erdoğan’ın elindekilerin, ‘milli servete’ dönüşmediğinin sayısız örneği var! Şimdilik şu kadarını söyleyelim: Şirketler Fona, kamu çıkarı üstün tutulduğu için devredilmedi.
Evet bu devirler, Erdoğan’ın kontrol ettiği sermayeyi büyütecek. Ama bu durum, “Şirketler Erdoğan’ın ‘en büyük patron ben olmalıyım’ hırsı nedeniyle devredildiği anlamına gelmez.
Öyleyse…
Mevzu derin! Neden sorusuyla derinlere inmek lazım.
Şirketlerin özelliği
Devredilen şirketlerden Koza-İpek Holding ve iştiraklerine bakalım…
Türkiye’nin en büyük altın madenleri her biri…
Ovacık… Kaymaz… Mastra… Himmetdede… Çukuralan… Koza’nın bünyesinde halen üretim yapan madenler bunlar.
Altın madenlerinin yanı sıra çok sayıda yeni arama ve işletme ruhsatı bulunan şirketler bunlar.
İçlerinde Özdemir Antimuan Madenleri de var.
Bu metal Türkiye’de önemli sektörlerde kullanılıyor: Akü imalatında, bazı askeri malzemelerin yapımında, ulaşım ve makine imalat sektöründe vs…
Ayrıca antimuan oksit boya imalatında ve antimuan penta sülfür lastik üretiminde…
Devredilen şirketlerin ağırlıklı özelliği belli; yeraltı kaynaklarının çıkarılması ve işlenmesi faaliyetini yürütmeleri…
Çıkardıkları ne?..
Demir, bakır, alüminyum, lityum, kömür, altın, gümüş, nikel, grafit, kobalt gibi ürünler.
‘Erdoğan neden el koydu?’ sorusunun cevabı işte bu ürünlerin özelliğinde yatıyor!
Geçmişe dönelim
AKP’li yıllar doğanın bir ham madde olarak satışının hızlandığı yıllar. Bu yıllarda enerji ve madencilik faaliyeti şirketler için büyümenin kilit yatırım alanları oldu.
Devlet de…
Bu sektörlerde üretimi teşvik etti…
Alım garantisi sağladı…
Ucuz işçilik süreçlerini güvence altına aldı.
***
Değerli madenlerin çıkartılması ve satışı, ‘ekonomik bağımlılığı azaltacak döviz kalemi’ olarak pazarlandı!
Hele de altın ve gümüş üretilirse zenginleşileceği, kişi başına düşen gelirin artacağı propaganda edildi.
Oysa…
Altın madenciliği sadece yatırım yapan şirketleri ihya ediyor. Devlete sömürge kırıntısı düşerken, halka da sadece doğasının talanı kalıyor.
Maden Mühendisleri Odası Eski Başkanı Mehmet Torun bu gerçeği şöyle özetliyor*:
“Kanunen yüzde 5 ila 18 arasında bir miktar devlet hakkı olarak alınmalı. Ancak vergi indirimleriyle, teşviklerle bu oran yüzde 1’e düşüyor”.
Üstelik de…
Şirket ne kadar altın ürettiğini beyan ederse devlet onu esas alıyor.
Merkez Bankası altın almak istediğinde Londra borsasındaki günlük fiyatlar dikkate alınıyor.
Mehmet Torun bu durumu, ‘ülkeye bir katma değeri olmuyor’ diye yorumluyor. Çünkü Merkez Bankası altını Londra’dan da alsa, Türkiye’den çıkaran şirketten de alsa aynı fiyatı ödüyor.
***
Devlete, halka faydası olmasa da… Altın madenciliğini elinde bulunduran şirketler güçlü bir finansal yapıya kavuşuyor.
Altın üretimi şirketler için, yaptıkları yatırıma kredi aracı olarak da işlev görür.
Uluslararası sisteme entegre olmak isteyen şirketler için de altın çok önemli bir metadır.
AKP’de egemen blokun bir arada hareket ettiği yıllarda, ortak çıkar ekseninde altın firmalarına ‘dokunan yanıyordu’.
Örnek; Erzincan İliç’te başlattığı bir soruşturmanın ucu bölgede altın madenciliği yapan çok uluslu bir firmaya uzanınca Başsavcı İlhan Cihaner görevden alındı.
***
İşler cemaatle kavga başlayınca değişti.
İktidar içi çatışmada cemaatin holdingleri kayyuma devredildi; bu sadece siyasi değil iktisadi bir çatışmanın da yaşandığını gösteriyordu.
Altın madeninde daha önceden sahip olan rekabet gücü devlet gücüyle kontrol altına alınmıştı.
Aynı zamanda da…
Enerji ve inşaat gibi kırılgan sektörlere yatırım yapan…
Krediye muhtaç…
İktidara yakın şirketler de madene yönlendirilmişti.
Altın iyi bir garantör; hem finansal açıdan, hem de uluslararası sermaye ile ilişki kurma ve krediye ulaşma açısından!
Erdoğan bu kilit sektörü elinden bırakmamayı tercih etti. Günün birinde ‘en yandaşa’ devretmesinin önünde de bir engel yok.
‘Yeşil dönüşüm’ statejisinin parçası
Erdoğan’ın maden şirketlerini elinde tutmasının diğer bir gerekçesi ise… ‘Yeşil dönüşüm’ hedefiyle ilgili.
Bu hedef en büyük sermaye örgütü TÜSİAD’ın da dilinde Batı emperyalizminin de… Erdoğan’ın da vurgularında da var Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar’ın iddialarında da…
Her kesimden duyar olduğumuz ‘Yeşil dönüşüm’ hedefi iki ayak üzerinden yükseliyor. Birincisi enerjide dönüşüm. İkincisi ise daha az karbon salacak sanayi ve dijital teknolojiye yönelim; yeni nesil batarya, cep telefonu, elektrikli otomobil, yenilenebilir enerji sistemi, askeri teknoloji vs…
Söz konusu dönüşüm, nikel ve lityum, kobalt gibi ‘kritik metaller’ başta olmak üzere sayısız madene ihtiyaç duyuyor. İşte Erdoğan da bu ihtiyacı karşılayacak maden şirketlerini elinde tutmak istiyor!
Bir yandan sürekli dağ taş, ova kıyı demeden yeni maden sahalarına yol verirken, bir yandan da o sahalardan vurgun sağlayacağı şirketleri avucunda muhafaza ediyor.
Patronluk ama nasıl?
Türkiye Varlık Fonu yönetim kurulu başkanı bizzat Erdoğan. Erdoğan’a bu büyük bir servet transferi olanağı sağlıyor.
ÇAYKUR, THY, PTT, BOTAŞ, kamu bankaları gibi kamu KİT’leri uhdesinde! Fon sayesinde Erdoğan, yüz milyarlarca dolarlık ulusal bir serveti kontrol ediyor. Hem de denetimden uzak bir şekilde.
Gün geliyor Fondan kaynak ile dövize müdahale ediyor, gün geliyor fon üzerinden Çin’li firmaya garanti veriyor.
Evet son şirket devirleriyle birlikte, “ Erdoğan, Türkiye’nin en büyük patronu haline geldi” denilmesi anlaşılabilir. Ama son devirler öncesinde de bu tespit yapılabilirdi.
Erdoğan’ın pozisyonu, bir dönem OYAK üzerinden sermayenin bileşeni haline gelen ordunun pozisyonu ile bir değil.
Fon ekonomik bir tahkimat ve manivela aracı! Ve Erdoğan bu amaç doğrultusunda önemli sektörleri elinde tutmayı yeğlediği için 12 şirketi dahil etti Fona.
‘Milli değere’ ekleme mi?
“Varlık Fonu’na bu şirketlerin alınması ve bu şirketlerin bir milli değer olarak hazinemize katkıda bulunmasını sonuna kadar destekliyoruz” tezine gelince…
Kısa bir hatırlatma yapalım…
Cumhurbaşkanlığına bu yıl 5.4 milyar TL’lik bütçe ayrıldı. Erdoğan’a bütçe yetişmedi. 7 ayda tüketildi, hatta 100 milyon TL fazlası harcandı.
Neye harcadı?
Hiç görevi olmadığı halde, İstanbul seçimlerinde AKP’li belediyelere 45’er milyon lira gönderildi. Etik ahlak hiçe sayılarak!
Hatırlatmanın ardından soralım: Hükümet eline geçirdiği her şeyi saçtığına bolca tanık olurken, fona şirket devrinin, ‘milli servetin’ iktidarın çıkarına sunulmasından başka bir anlam taşıması mümkün mü?